Evet,
güzel komşularımız ile devam ediyoruz bu haftada ne kadar detaylı hatırlayıp,
ne kadar detaylı anlatsak anlaşılır bir şey olmaktan biraz uzak kalır, bu komşuluk,
bu seviyeli ilişkilerin sadece yaşanılarak anlaşılabilir bir şey olduğu aşikardır.
Komşular arası çekişmeler olmaz mı idi, şüphesiz vardı. Ama bugünkü kadar
mekanik olmayan ilişkiler içinde mutlaka bir sosyal damar öne çıkar idi. O
günler canım yurdum insanının “komşuda
pişer bize de düşer” sözlerini yarattığı günlerdir, komşu bilirdi ki
mutlaka komşuda pişenden ihtiyaç halinde kendisine de bir şey aktarılır idi.
Eyyy gidi günler, bakın şimdi yolda yere düşene yardım etmekten imtina eder bir
toplum haline gelindi, gelişme bu olmalı ya da olmamalı herhalde… Aaaa biri de
çıkar “komşunun tavuğu komşuya kaz
görünür” ya da “kötü komşu insanı
mal sahibi eder” sözünü de bu komşular yaratmadı mı derse ona da itiraz
etmem ama yaygınlığı ve kapsama alanı konusundaki ısrarımı sürdürürüm.
Kendisini
tanımadığım ama eşinden bir kahraman gibi bahseden ve bizim de “Horoz Kaptan” (Ahmet Poyraz) olarak
birçok macerasını kendisinden dinlediğimiz bir Affa Nine komşumuz var, Affa nine kısa boylu, beyaz saçlı, yaşına
göre dinamik, hafızası güçlü birisi olarak sürekli benim de yaş dönemim itibari
ile hoşlandığım, eşi Horoz Kaptan’ın özellikle Hindistan taraflarına yönelik yelkenli
gemi ile seyahatlerini ve maceralarını dinlemenin tadına doyamazdım. Bize her
gelişinde mutlaka sorar ve anlatması isterdim, o da hiç üşenmez bir babaanne
şefkati ile sürekli değişik bir macera anlatırdı. Horoz Kaptan’ın oğlu aynı
lakap ile “Horoz Halil” olarak
bilinirdi, kendisine ait bir tekne ile Fener ve Döküntü Fenerlerinin tüplerini
değiştirir, bakımlarını yapar ve fener lambalarının sürekli çalışıyor olmasını
temin ederdi. Halil abimiz Sevim ablamız ile evlendi, 2 de çocukları oldu.
Artık, Affa nine, Halil abi ve Sevim abla sadece anılarımızda yaşıyorlar. Nurlar
içinde olsunlar. Ama özellikle Affa ninenin bana bir torun edası ile Horoz
Kaptan’ın maceralarını anlatması daha dün imiş gibi gelmektedir.
Turgut Usta ve Kâşife Abla,
hemen yan komşularımız idi, Turgut Abi, inşaat ustası/kalfası idi, hatırladığım
kadarı ile Çeşme’deki birçok evin yapımında alın teri vardır. Şimdilerde
yıkılmış, önünde merdivenle ulaşılan geniş pundi (teras)si olan bir evde kiracı
olarak oturmakta olan Turgut usta sonradan deniz kenarında uzunca sayılacak bir
sürede bizzat kendisinin inşa ettiği eve taşınmışlardı. Özellikle Kâşife abla
ve annemin samimi sohbetlerini hatırlamaktayım şimdilerde. Turgut abimizin
kirada oturduğu ev, Ilıca’lı Yılmaz abilerin evi idi, bildiğim kadarı ile. Bu
evde altındaki damdan geçilerek girilen dar ve dereye kadar uzanan, içinde
narenciye, badem, incir ve zeytin ağaçları bulunan bir bahçeye açılırdı.
Turgut
abilerin kendi evlerine taşınmasından sonra mezkûr eve Mersin Silifkeli olan ve
“Sahil Sıhhiye”de görev yapan Mehmet Abi
(Kurt) ve ailesi taşınmış idi, uzunca yıllar komşuluk ettiğimiz bu aile
emekliliklerini müteakip memleketleri Silifke’ye geri dönmüşler idi. Bu
komşuluk esnasında ilk defa tanık olduğumuz bir olay gerçekleşmiş idi, Mehmet
Abinin buraya taşındıktan sonra bir oğlu doğmuş ve adını da Mehmet koymuşlar idi,
şimdilerde çok yaygın olmamakla birlikte kullanılan babanın oğul ile aynı adı
taşıması, bizim için dönem itibari ile çok şaşırtıcı olmuş idi. Oysa ki bizim
alışkanlığımız ve davranışımız olsa olsa oğula babanın adını vermek ile sınırlı
idi. Ama sonraları bunun da normal ve makul bir tutum olduğunu yaşayarak
öğrenmiş idik. Yıllar sonra Silifke ziyaretimde, Mehmet abinin kendisini
görememiş olsam bile kızları ile görüşüp, sağlık ve afiyette olduklarını
öğrenmiş idim, tabii ki şimdilerde durum nedir, bilemiyorum.
Cici
“Leyla Kabasakal” kışları İzmir yazları da Ilıca’da yaşamaya başlayınca,
evlerine Fevzi abi (Ergun) ailesi
ile taşındı. Oğlu Nadir Ergun ve
kızı Ülkü ile o yıllara dayalı tanışıklığımız var ve Nadir ile halen devam eden
arkadaşlığımız bulunmaktadır. Fevzi abi o zaman Namık Kemal ilkokulunda
çalışır, ama muhtemelen bütçe kaygıları ve hedef tutturma gerekçeleri ile, yaz
aylarında akşamları yakın zaman önce yitirdiğimiz Tansık Usta (Erte) ile birlikte harika hazırlanmış çerezler
satarlardı, sonraları bu ekibe Ahmet
Erküçük katılmıştır. Çok çalışkan ve becerikli Fevzi abimiz birkaç sinemada
da makinist olarak ta görev üstlenmiştir. Bir gün denk getirebilir isem
sinemadaki makinistlik günlerine ilişkin anılarını ilk elden dinleyip, yazmak
istiyorum. İlerlemiş yaşına rağmen hala deyim yerinde ise dipçik gibi dolaşan
abimize uzun ve sağlık dolu bir yaşam diliyorum bu vesile ile de.
Fevzi
Abinin bacanağı ve sokağımızın köklü ailelerinden Öztin ailesinden Uğur Öztin ve Ayşe abla ve Uğur abinin
annesi Halide Teyze ile birlikte yaşarlar idi, ailenin diğer fertlerinden
önemli bir doktor olan, Namık Öztin,
sonradan havacı general olan Avni Öztin,
sonradan Çeşme belediye başkanı olan Hulusi
Öztin, hep güzel komşularımız idi, 3. nesil Öztin’lerden, Uğur abinin
çocukları torun Halide ve Hüsamettin
halen sokağımızda oturmaktadırlar. Öztin ailesi de büyük bir bahçe içindeki
bugün artık tescilli ve korunan bir binada yaşamışlar idi.
Diğer
komşumuz, Mustafa Soma ve eşi Tasvip abla,
inanılmaz derece çalışkan olup narenciye ve sebze yetiştirdikleri büyük bir
bahçe içerisindeki evlerinde yaşamışlar idi, ne yazık ki artık hayatta
değiller. Mustafa abinin 75 yaşında bahçede yorulmadan adeta dinlemeden
çalıştığı hali dün gibi gözümdedir.
Hemen
yanlarındaki evde; Şerif Soma ve eşi
Havva abla yaşarlardı, oğulları Hasan
Soma artık ne yazık ki hayatta değil. Hasan Soma çok değerli bir futbolcu
olup Altay Spor Kulübünde de futbol oynadı ancak yaşanan talihsizlikler
neticesinde futbol hayatı uzun süreli olmadı. Aynı evde daha önce Ali Sağdıç ve Ailesi, yaşamışlar idi.
Oğlu Mustafa Sağdıç akranım ve okul
arkadaşım idi.
Evet
bu haftalık ta bu kadar, dip komşumuz Turan için ayrı bir yazı yazmayı
planlamaktayım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder