Bazılarımızın
büyük bir özlem ile anımsayıp tekrar o günlere dönme arzusu ile yanıp tutuştuğu,
bazılarımızın ise kesinlikle hatırlamak bile istemediğimiz bir dönemdir 60’lı
yılların öğrencilik şartları… İttifak ile özlenen tarafları hiç mi yoktur ki mezkûr
dönemin, olmaz mı, sorumsuzluğun dibine kadar kullanıldığı bu dönemin
şamataları, eşek şakaları başta olmak üzere yapılan bu haytalıkları şimdilerde
bile anımsadığımızda çenelerimiz yarılırcasına gülmekteyiz. Sabah derse girmeden
önce yapılan “sağlam kafa sağlam vücutta olur” tespiti mucibince kültür-fizik
hareketleri ve söylenen “and” sırasındaki itiş kakışlar tam bir eğlence idi. Sonsuz
enerji ile donatılmış bu sorumsuz grup, hayatı baştan başa “ti”ye almakta en
mahir kesimdir, çünkü “ekmek elden su
gölden” bir süreçtir çocukluk. Tek sorumluluk ki, o da tamamen kendi
geleceklerine yatırım olan iyi bir öğrencilik süreci geçirmektir ama o da çok çeşitli
nedenler ile istisnalar hariç pek çoğumuz için başarılı geçmemiştir. Hele sınıf
geçmenin abartmasız söylüyorum şimdiki üniversite mezuniyetine eşdeğer olduğu
bir dönemdir, şakası bir yana “ilkokul
bitirme sınavları” yapılırdı, tahmin edilemez ciddiyette yürütülür ve takip
edilir idi. Tam da bu yüzden ilkokulu bitiremeyen tanıdıklarımız vardır, diğer
taraftan ise bitirmekte ısrarcı olanların da askerlik ya da evlenme çağına
kadar öğrencilik yaptığı da vakidir. İlkokul bitirme sınavları öyle bir
ciddiyetle yapılır idi ki, sınava tabi tutulduğumuz dersler içinde “müzik” bile
yer alırdı, hatta müzik sınavında bana bir şarkı ya da türkü söyle dediklerinde
terden boğularak sessizliğe gömülmem üzerine, çık dışarı başarısız oldun
denildiğinde de bu kez göz yaşlarına boğulmuş idim, neyse ki araya giren
müdürün bu çocuk “İstiklal Marşını” söylesin becerirse geçirelim dediğinde ise de
havaya fırlatacağım herhangi bir şey bulamamıştım yakınımda… Müzikte diğer her
ders kadar ciddiye alınırdı o zaman, şimdiki gibi dalga çekme aracı değil idi… Peki
gerek talim terbiyedekiler gerekse de idareci ve öğretmenlerimiz bilmezler mi
idi bizden ses sanatçısı olmayacağını da bu derste ısrar ederlerdi, şüphesiz
bilirler idi ancak “talim terbiye” işte,
asgari düzeyde estetik ve beğeni aşılama, keşke günümüzde de benzer hasletler
yaşatılabilse. Bu ciddiyet içinde, sınıfta kalanların, tekrar aynı sınıfı
defalarca okuyanların varlığını tüm yaşıtlarım hatırlayacaktır. Öğretmenler de
gerçek manada “öğretmenlik” tedrisi ile teçhiz edilmiş, asgari düzeyde “pedagojik
formasyon” almış olurlardı, şüphesiz çocuk psikolojisi konusunda eksikleri
olurdu ama “daha bir öğretmen”
olurlardı açıkçası… Gerçi dönem itibari ile dinin de etkisi ile “dayak cennetten çıkmadır” ve “eti senin kemiği benim” yaklaşımı da
çok önemli bir araç idi öğretimde. Abuk subuk Amerikan “süt tozlarının” küçücük
çocuklara sunumu ise en temel siyasi gaflet ve delalet idi ama o bile
hazmedildi dönem itibari ile. Asıl hamlığın yaratılmasındaki enstrüman ise tüm
bu şerait yanında yokluklar ya da var olsa da temin edememeler idi. Okula gidiş
ve gelişlerde servis varlığını bilseniz de yok idi, gerçi böyle bir imkânın
varlığından da hem bizler şüphesiz hem de velilerimiz bihaber idiler. Belki biliniyor
olsa bile talep ediliyor olmasının imkânsız kabul edileceği haydi biraz da cila
katalım, ayıp kabul edilir korkusudur. Sonuçta okula her öğrenci ister fakir
ister zengin olsun yürüyerek gider gelirdi, bu güzel bir şey mi idi, evet, hem
de inanılmaz iyi bir şey, komşu çocukları birlikte gidip gelir iken akla
gelebilecek her şey üstüne fikir yürütür, konuşur, tartışır yer yer de atışır
idi, kişisel görüşüm bu kabil tartışmalar çocuklarda sosyalleşmenin en önemli
altyapısını oluşturur bir durumdur. Çocuklar evde veliler tarafından verilecek
görevler ve işler için beklenirler idi şüphesiz ama çocukların umurunda mı idi,
nerde onlar hem sorumsuz hem de zamanı en bol kesimdir.
Beyaz
yakalı siyah önlüklerimiz vardı, tek tip, fabrikasyon çocuk misali. Bu kara
önlükler içinde, saçlar 3 numara kazınmış, zayıf kara kuru erkek çocukları,
saçları örgülü yakaları süslü kara önlüklü kız çocukları… Tablo “Çocuk Esirgeme
Kurumundan” giyinmiş tek tip çocuklar ile doludur. Gerçi bu giyim kuşam işi
herkese tek tip olduğundan fakir zengin ayırmaksızın çocuklar arasında iyi
giyime özlem yaratmayacak cinsten oluşu ile de takdir edilirdi. Gerçek manada “okul
çantası” taşıyan çok az çocuk vardı, bunlar da meşin ya da tahta çantalar olur
idi gibi hatırlıyorum, gerisi “made by anne” bez torbaları ile sahne alırlardı,
torbanın makbulü ise muşambadan imal edileni idi şüphesiz. Nerdeyse herkesin
bir “Mürekkep hokkası” ve “divit” kalemi olur, bazen de sanat eseri yazılar
çıkardı ortaya, ancak benim herhangi bir dönem herhangi bir şekilde hiç güzel
yazabildiğim olmamıştır. Defter ve kalem çeşitliliği bu günkü gibi
olmadığından, çizgili ve çizgisiz defter ile ucu köreldikçe kalemtraş ile
açılabilen kurşun kalemler ile iktifa edilirdi. Plastik teknolojisi bu
ürünlerde hiç gelişmemiş olduğundan kalemtraşlar metal olur, kalemler de şimdiki
gibi her türlü B ya da H ya da HB sertlik, yumuşaklık ve koyuluk skalası
oluşturmaz idi. Defter de kalem de nerdeyse tek tip. Kalemlerin kalitesi
yerlerde sürünmekte olduğundan, uçlar çok sık kırılır, bizler de durmadan
kalemtraş ile kalem açar ve sonuçta da bol miktarda kalem tüketir idik. Yalnız
hatırladığım kadarı ile matematik defteri olarak görece büyükçe ve saman kâğıdı
benzeri sahifeleri olan defterler kullanırdı. Coğrafya dersi defterleri ise
çizgisiz olur idi, yanlış hatırlamıyor isem, belki de harita çizimine
uygunluğundan ama hatırladığım sık sık haritalar çizerdik. Herkeste bulunmamakla
birlikte ahşaptan imal edilmiş cetveller var idi, gerçi sınıfın demirbaşı
cinsinden 1 mt lik ahşap bir cetvelde bulunurdu, çok amaçlı kullanılan bu
cetvel aklılarda yenilen dayak ile yer almaktadır genellikle. Nedense
hatırladığım silgiler ise yuvarlak olur ortası deliklidir ve kaybolmaması
içinde mutlaka oradan bir ip ile boyna asılırdı. Olmazsa olmaz ise mutlaka
beyaz mendil idi, her öğrencinin cebinde bulunur, bazen de sınıfta tırnak
kontrolü sırasında uzatılan elin altına konularak tutulurdu. Yine hatırladığım “görgü
kuralları” diye bir ders mi yoksa bir ders içinde bir bölüm mü vardı, iyi
ihtimal büyüklerimiz bizleri son derece görgülü olalım diye bu tedrise tabi tutarlar
idi ya da ne kadar görgüsüz olduğumuz tespiti ile tedrise geçtiler. Daha
yazılacak çok şey var ama yer bitti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder