Pazartesi, Mayıs 27, 2019

ÖĞRENCİLİK HALLERİMİZ


Bazılarımızın büyük bir özlem ile anımsayıp tekrar o günlere dönme arzusu ile yanıp tutuştuğu, bazılarımızın ise kesinlikle hatırlamak bile istemediğimiz bir dönemdir 60’lı yılların öğrencilik şartları… İttifak ile özlenen tarafları hiç mi yoktur ki mezkûr dönemin, olmaz mı, sorumsuzluğun dibine kadar kullanıldığı bu dönemin şamataları, eşek şakaları başta olmak üzere yapılan bu haytalıkları şimdilerde bile anımsadığımızda çenelerimiz yarılırcasına gülmekteyiz. Sabah derse girmeden önce yapılan “sağlam kafa sağlam vücutta olur” tespiti mucibince kültür-fizik hareketleri ve söylenen “and” sırasındaki itiş kakışlar tam bir eğlence idi. Sonsuz enerji ile donatılmış bu sorumsuz grup, hayatı baştan başa “ti”ye almakta en mahir kesimdir, çünkü “ekmek elden su gölden” bir süreçtir çocukluk. Tek sorumluluk ki, o da tamamen kendi geleceklerine yatırım olan iyi bir öğrencilik süreci geçirmektir ama o da çok çeşitli nedenler ile istisnalar hariç pek çoğumuz için başarılı geçmemiştir. Hele sınıf geçmenin abartmasız söylüyorum şimdiki üniversite mezuniyetine eşdeğer olduğu bir dönemdir, şakası bir yana “ilkokul bitirme sınavları” yapılırdı, tahmin edilemez ciddiyette yürütülür ve takip edilir idi. Tam da bu yüzden ilkokulu bitiremeyen tanıdıklarımız vardır, diğer taraftan ise bitirmekte ısrarcı olanların da askerlik ya da evlenme çağına kadar öğrencilik yaptığı da vakidir. İlkokul bitirme sınavları öyle bir ciddiyetle yapılır idi ki, sınava tabi tutulduğumuz dersler içinde “müzik” bile yer alırdı, hatta müzik sınavında bana bir şarkı ya da türkü söyle dediklerinde terden boğularak sessizliğe gömülmem üzerine, çık dışarı başarısız oldun denildiğinde de bu kez göz yaşlarına boğulmuş idim, neyse ki araya giren müdürün bu çocuk “İstiklal Marşını” söylesin becerirse geçirelim dediğinde ise de havaya fırlatacağım herhangi bir şey bulamamıştım yakınımda… Müzikte diğer her ders kadar ciddiye alınırdı o zaman, şimdiki gibi dalga çekme aracı değil idi… Peki gerek talim terbiyedekiler gerekse de idareci ve öğretmenlerimiz bilmezler mi idi bizden ses sanatçısı olmayacağını da bu derste ısrar ederlerdi, şüphesiz bilirler idi ancak “talim terbiye” işte, asgari düzeyde estetik ve beğeni aşılama, keşke günümüzde de benzer hasletler yaşatılabilse. Bu ciddiyet içinde, sınıfta kalanların, tekrar aynı sınıfı defalarca okuyanların varlığını tüm yaşıtlarım hatırlayacaktır. Öğretmenler de gerçek manada “öğretmenlik” tedrisi ile teçhiz edilmiş, asgari düzeyde “pedagojik formasyon” almış olurlardı, şüphesiz çocuk psikolojisi konusunda eksikleri olurdu ama “daha bir öğretmen” olurlardı açıkçası… Gerçi dönem itibari ile dinin de etkisi ile “dayak cennetten çıkmadır” ve “eti senin kemiği benim” yaklaşımı da çok önemli bir araç idi öğretimde. Abuk subuk Amerikan “süt tozlarının” küçücük çocuklara sunumu ise en temel siyasi gaflet ve delalet idi ama o bile hazmedildi dönem itibari ile. Asıl hamlığın yaratılmasındaki enstrüman ise tüm bu şerait yanında yokluklar ya da var olsa da temin edememeler idi. Okula gidiş ve gelişlerde servis varlığını bilseniz de yok idi, gerçi böyle bir imkânın varlığından da hem bizler şüphesiz hem de velilerimiz bihaber idiler. Belki biliniyor olsa bile talep ediliyor olmasının imkânsız kabul edileceği haydi biraz da cila katalım, ayıp kabul edilir korkusudur. Sonuçta okula her öğrenci ister fakir ister zengin olsun yürüyerek gider gelirdi, bu güzel bir şey mi idi, evet, hem de inanılmaz iyi bir şey, komşu çocukları birlikte gidip gelir iken akla gelebilecek her şey üstüne fikir yürütür, konuşur, tartışır yer yer de atışır idi, kişisel görüşüm bu kabil tartışmalar çocuklarda sosyalleşmenin en önemli altyapısını oluşturur bir durumdur. Çocuklar evde veliler tarafından verilecek görevler ve işler için beklenirler idi şüphesiz ama çocukların umurunda mı idi, nerde onlar hem sorumsuz hem de zamanı en bol kesimdir.

Beyaz yakalı siyah önlüklerimiz vardı, tek tip, fabrikasyon çocuk misali. Bu kara önlükler içinde, saçlar 3 numara kazınmış, zayıf kara kuru erkek çocukları, saçları örgülü yakaları süslü kara önlüklü kız çocukları… Tablo “Çocuk Esirgeme Kurumundan” giyinmiş tek tip çocuklar ile doludur. Gerçi bu giyim kuşam işi herkese tek tip olduğundan fakir zengin ayırmaksızın çocuklar arasında iyi giyime özlem yaratmayacak cinsten oluşu ile de takdir edilirdi. Gerçek manada “okul çantası” taşıyan çok az çocuk vardı, bunlar da meşin ya da tahta çantalar olur idi gibi hatırlıyorum, gerisi “made by anne” bez torbaları ile sahne alırlardı, torbanın makbulü ise muşambadan imal edileni idi şüphesiz. Nerdeyse herkesin bir “Mürekkep hokkası” ve “divit” kalemi olur, bazen de sanat eseri yazılar çıkardı ortaya, ancak benim herhangi bir dönem herhangi bir şekilde hiç güzel yazabildiğim olmamıştır. Defter ve kalem çeşitliliği bu günkü gibi olmadığından, çizgili ve çizgisiz defter ile ucu köreldikçe kalemtraş ile açılabilen kurşun kalemler ile iktifa edilirdi. Plastik teknolojisi bu ürünlerde hiç gelişmemiş olduğundan kalemtraşlar metal olur, kalemler de şimdiki gibi her türlü B ya da H ya da HB sertlik, yumuşaklık ve koyuluk skalası oluşturmaz idi. Defter de kalem de nerdeyse tek tip. Kalemlerin kalitesi yerlerde sürünmekte olduğundan, uçlar çok sık kırılır, bizler de durmadan kalemtraş ile kalem açar ve sonuçta da bol miktarda kalem tüketir idik. Yalnız hatırladığım kadarı ile matematik defteri olarak görece büyükçe ve saman kâğıdı benzeri sahifeleri olan defterler kullanırdı. Coğrafya dersi defterleri ise çizgisiz olur idi, yanlış hatırlamıyor isem, belki de harita çizimine uygunluğundan ama hatırladığım sık sık haritalar çizerdik. Herkeste bulunmamakla birlikte ahşaptan imal edilmiş cetveller var idi, gerçi sınıfın demirbaşı cinsinden 1 mt lik ahşap bir cetvelde bulunurdu, çok amaçlı kullanılan bu cetvel aklılarda yenilen dayak ile yer almaktadır genellikle. Nedense hatırladığım silgiler ise yuvarlak olur ortası deliklidir ve kaybolmaması içinde mutlaka oradan bir ip ile boyna asılırdı. Olmazsa olmaz ise mutlaka beyaz mendil idi, her öğrencinin cebinde bulunur, bazen de sınıfta tırnak kontrolü sırasında uzatılan elin altına konularak tutulurdu. Yine hatırladığım “görgü kuralları” diye bir ders mi yoksa bir ders içinde bir bölüm mü vardı, iyi ihtimal büyüklerimiz bizleri son derece görgülü olalım diye bu tedrise tabi tutarlar idi ya da ne kadar görgüsüz olduğumuz tespiti ile tedrise geçtiler. Daha yazılacak çok şey var ama yer bitti.

 

Hiç yorum yok: