Partisinin ve kendisinin yükselişi önlenemeyen
ve kendisine geniş kitleler adına asla karşı durulamayan ama bir avuç
sermayedar için ise kesinlikle parlatılması gereken lideri, uzunca bir süredir
kolluk güçleri tarafından bilinen ve bu yüzden de izlenen ve aynı zamanda
ilgili polis birimleri tarafından devlet bekasına tehdit mülahazası ile kendisine
bir dosya bile oluşturulmuş biri olarak bilinmekte ve devletin buyurganlığı ile
başı belada olan biridir.
Usta bir demagog olan lider, taraftarları ve
destekçileri kimlerdi diye bakıldığında, küçük esnaf ve işletme sahiplerinin,
memurların, işçilerin, geçmiş dönemlerde itibarını kaybedenlerin, hatta azda
olsa kriminal unsurların olduğu açıkça görülecek olup, “prensiplerin durduramayacağı, güçlü yumruklara ihtiyacı olduğunu”
sürekli vurgulayarak, bu taraftarların içinden gözünü budaktan esirgemeyen
çekirdek bir oluşuma evrilmesi için her türlü fedakarlık yapılmıştır. Liderlik
rolü başlangıçta kendisine pekte uygun görünmüyor olsa da, becerebileceği
konusunda ise kendisini parlatanları endişelendiriyor olmasına rağmen, kendisi bu
farkındalıkla her şeye rağmen inatla, sabırla ve yılmadan çalıştı, günlerce
ayna karşısına geçerek hitabet antrenmanları yaptı, kaç kişi olduğuna
bakmaksızın her tür kalabalığın önünde sahne alıyor, herkese refah sözü
veriyor, kapalı kapılar ardında geçmiş dönemde ülkeyi yönetenler tarafından
kaybedildiğini düşündüğü toprakların tekrar ülkeye katılacağı sözünü veriyordu,
kiracıların çoğunlukta olduğu yerlerde kiraları düşürme, ev sahiplerinin yoğun
olduğu yerlerde de kiraları yükseltme sözü veriyordu, büyük mağazaların
sahiplerine rakiplerini ortadan kaldırma, küçük dükkân sahiplerine de büyük
mağazaları kapatma sözü veriyordu, söz vermede asla cimri ve eli sıkı
davranmıyordu, nasıl olsa insanlar da söylenenleri yiyordu atışlar serbest idi
gayri, büyük mitingler ve gösteriler düzenleniyor, bu organizasyonlar için
gerekli olan büyük bütçeler muvazaalı bağış sistemlerinin oluşturduğu gizli
kanallardan sürekli olarak geliyordu, artık plan yürüyordu kendisine sahne
verenler açısından… Sermaye açısından her şeyi, her alanı tam anlamıyla
kapsayabilmek ve tanımlayabilmek, tayin edilmiş hayatı ve görece refahı
sunabilmek ya da yaratabilmek için güçlü iktidara ihtiyaç vardı her zaman olduğu
üzere, işte aranan kan bulunmuştu gayri…
Cumhuriyetin ne anlama geldiğini bilmeyen ya da
aslında çok iyi bilen ama bir türlü içselleştiremeyen bir yönetim oluşturma
sevdası ki büyük sermayenin böylesi bir yönetime ve diktatöre ihtiyacı olduğu
ve bu uğurda da hiçbir finansal destekten kaçınılmayacağı çok açıktı ve de öyle
tecelli etti. Artık bir diktatör doğuyor, bir güç yaratılıp önünde diz çöküp
güce tapınma süreci başlıyordu, öyle ki başlangıçta kabine toplantılarında tüm
kabine arkadaşlarına arkadaşça davranan, toplantıya geçilirken ilk oturan bile
olmamak adına tevazünün zirve yapmasını bilhassa temin ederek, herkesin elini
öncelikle sıkan ve oturulacak yeri bile tek tek işaret ederek arkadaşlarının oturmasını
temin ediyor, herkesin oturmasını müteakip oturuyor, işte artık ülkenin kader
yolcuğu kendisinden çok şey beklenen lider üstünden başlıyordu… Onlarda; ellerine
geçirdikleri yeni düzenin gücünün kanıtlanması için hiçbir şeyi esirgemediler,
insanları yapılan muhteşem gösteriler karşısında psikolojik baskı altına alıp
önce nemalanmalarını sonra şaşırmalarını, en sonunda da güze tapmalarını temin
ettiler…
Yukarıda anlatılan yakıcı ve ürkütücü
gelişmelere gebe ortam; önemli Sovyet sinemacısı Mikhail Romm’un, hemen hemen tamamı
Alman Faşist lider Adolf Hitler'in özel film arşivi, SS subaylarının çektiği
özel filmler, Sovyetler'in ve diğer kimi ülkelerin devlet arşivleri gibi
kaynaklar da bulunan filmler ile Almanya'da Nazizmin 1930'larda başlayan
yükselişini ve yaşanan büyük bir trajedi ile yaklaşık 50.000.000 insanın ölümü
ile nihayetlenen savaşın neticesi ile birlikte gelen çöküşün belgeselleşmiş
film hikâyesidir.
Film; faşizm denen belanın hangi koşullar
sonucu sermayenin dayattığı bir yönetim biçimi olduğunu; içeride, toplumun
gündelik hayhuy içerisinde yönetime yönelik ilgisizliğin, durumun vahamet ve
azametinin farkına varmakla birlikte çok tehlikeli sonuçlar doğuracak derece ya
da aptallık seviyesinde hoşgörünün ya da iyi niyetin, küçük ve önemsiz
değerlendirilmesi yapılarak olaylara zamanında müdahale edilmemesinin, sürekli
savsaklanarak yerine getirilmeyen görev ve sorumlulukların, insani
ilgisizliklerin, günlük kısır çekişmelerin deyim yerindeyse kayıkçı
kavgalarının gözlerden ırak tuttuğu gelişmelerin ve dışarıda çağ dışı kalmış
krallar ve kraliçelerin şatafatlı hayatların haricinde ilgi alanı oluşmamış
uğraşların hikâyeleştirilmesinden yola çıkarak çok çarpıcı bir biçimde gözler
önüne sermektedir.
“Sıradan
Faşizm”
filmi, sinemanın gücünü belgelerden alan, emperyalizmin yaşlı kıtadaki yaşama
düşman kabulü ve tayini yapılan doğuda doğmakta olan sosyalizmin yok edilmesini
nihai hedef koyan niyetlerin, Adolf Hitler’in başrollerinde, Benito Mussolini
ve Franco’nun yardımcı rolünde, komedi düzeyindeki toplumsal aptallığın ve
aymazlığın zirvesinin büyük bir trajediye dönüşmesini tüm çıplaklığı ile gözler
önüne sermektedir. Askerinden siviline Avrupa’nın öğrenimi en yüksek bürokrat,
teknokrat ve askerlerini yetiştirip istihdam eden bir ülkenin, her birisinin
ayrı ayrı görüp, teşhis etmesine rağmen, kâh kişisel menfaatler uğruna göz
yumma kâh iyi niyetlerin gözleri kör etmesi, akılları dumura uğratması sonucu
nasıl olurda bir felaketin eşiğine gelebileceğinin hikâyesinin anlatıldığı bu
filmi uzun yıllar sonra bir kez daha hatırlayıp seyretmenin keyfini ama gerçek
hayattaki karşılığının bir kez daha hatırlanılması adına da hüznünü yaşamış
oldum, günümüzü yansıtma ve günümüze dersler çıkarma adına da seyretmiş olanlar
da dâhil olmak üzere herkese bir kez daha filmin izlenmesi önemle önerilir.
Sokaktan gelerek; burada sakın ve zinhar
sokaktan gelinmiş olmayı küçümsediğim anlaşılmasın, bir kültürel seviye
anlaşılması niyetiyle, “Her çavuş
öğretmen olabilir ama her öğretmen çavuş olamaz” gibi abuk-subuk olsa olsa
kurtlar vadisi dizisinden fışkırmış olabilecek bir felsefe tezahürü bir Alman
atasözünün yaratıcısı, bu faşist Adolf Hitler, tüm ezikliklerini üstünden
attıktan sonra, sahip olduğu itibari güce de tapanların her geçen gün geometrik
artış izlemesi karşısındaki kurgulanmış ve sanal ortamı gerçek zannıyla, eğitim
ve öğretiminin bu işleri kıvıramayacak düzeyde olmasına rağmen, çıkarları
uğruna kendi abukluklarına destek verenler ile günlük basit çıkarları ve
kaçamakları uğruna duruma göz yumanların aymazlığı içinde, yerleşik Alman
kültürü ve hayatıyla adeta dalga geçmekte ya da zihin ve akıl yaşı 5 i geçmeyen
çocuksu fantezilerle ortalığı kırıp geçirmektedir artık…
Yerleşik Alman medeni hayat değerlerinin köklü
olmasına rağmen; herkesin arı ırktan olması kaydı şartıyla 4 çocuk yapmasını
istemektedir, karşısındakilerin suskunluğu karşısında ise, eğer bir arı ırka
mensup Alman kadın 4 çocuğu yoksa derhal arı ırkın bir erkek temsilcisini bulup
sayıyı 4 e iblağ etmesini isteyebilecek düzeyde fütursuzlaşmıştır gayri, üstelik
kadının evli olup olmamasının ve de bulacağı arı ırkın temsilcisi erkeğin evli
olup olmamasının önemsiz olduğunu söyleyebilecek kadar akıllar tutulmuştu bir
kere, hatta yüce Führer bir keresinde bir kenar mahalle de yaşanan
pejmurdeliğin üstüne oraya arı ırkın temsilcilerinin oluşturduğu bir askeri
birliği yerleştirip arı ırkın yeni çocuklar kazanmasına vesile olmuş, hatta Himmler
bir keresinde kadınların askerlere hayır diyemeyeceğine yönelik çok ayrıntılı
emirler bile hazırlamıştır.
“Oyuncu
ve sanatçılara ara sıra parmağın ucunu göstermek gerekir” gibi veciz bir söz
ederek sanata ve sanatçıya, Alman 3. İmparatorluğun kızlarının geniş kalçalı
olması gerekir diyerek biyolojiye, anatomiye ve modaya, Tereyağı şişmanlık
yapıyor diyerek beslenmeye bakışını derç ederek hayatın en küçük detayını bile
belirlemek ve dikte etmek adına toplum mühendisliğine soyunulmuş ve totaliter
bir tavır sergilenmiştir.
Diğer taraftan ise vahim gelişmeler vardı; tüm
üniversitelerin önünde kütüphaneler boşaltılarak kitap yakma seansları
düzenleniyor, bir defasında üniversite önünde “halkı aydınlatma ve propaganda bakanı” Göebbells konuşuyor; “Yahudi entellektüelizmi artık son buluyor,
bu gecenin yarısında geçmişin iblislerini alevlere teslim ediyoruz” diye
ateşli ve etkileyicili konuşmalar yapıyor, bu arada kimin kitaplarını mı
yakıyorlar, Tolstoy, Mayokovski, Volteire, Anatole France, Jack London vs. gibi
yabancı ve Heine, Thomas Mann, Heinrichmann gibi dönemin en önemli Alman
yazarların kitapları da yakılıyordu, ama aslında insanlığın fikri ve zekâsı idi
ateşe atılan ama ne gam ne tasa…
Faşizmin ve gestaponun vahşetinden İlk etkilenenler komünistler oldu,
hemen toplandılar hapislere atıldılar, sonra sosyal demokratlar, sendikacılar
muhalif işçiler gazete ve radyo-TV muhabirleri, sonuçta Führer Hitler gibi
düşünmeme cesareti gösteren herkes zulmün tadına bakacaktı… Artık fren tutmaz
duruma gelinmiştir, Alman hukuk akademisinde konuşan bir yetkili “her Almanın en büyük sevgiyi Führer e
göstermesi gerektiği üzerine nutuk atıyor, konu hukuk ya söylediklerinin bir
yasa tasarısı haline getirilmesi için öneride bulunabiliyor, işte dönemin
özeti bu idi. “Annem basit bir kadındı
fakat Almanya’ya büyük bir evlat hediye etti” gibi megalomanik bir noktaya
gelen düşünceye, “sizin aranızdan biriydim, çalışarak, öğrenerek, aç kalarak
buraya geldim. Kısaca ben eskiden ne isem şimdi de oyum. Bu büyük esere
başlarken cesareti entelektüellerden değil, alman çiftçi ve işçilerinden aldım”
diyerek, toplum mühendisliğinin altyapısı güçlendirilerek konuya romantizm de
katılıyordu Tüm konuşmaları sıradan bayağı idi ama ateşli ve histerik
konuşmalardı bunlar ve artık “parti
führer führer ise partidir”, ona göre ve kendisini partinin bir parçası,
partiyi de kendisinin bir parçası gibi hissediyordu, böbürlenmenin buyurganlığa,
buyurganlığın da kibre evrilmesinin bir sonucu olarak… Allah taksiratlarını
afferder mi bilemiyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder