“Mitomani” günümüzde çok sık rastlanılan, nedeni konusunda doktora,
psikoloğa, feylesofa ve halkımıza göre izahı çok farklı ve çok çeşitli, tıp
dünyasında ise “yalan söyleme hastalığı” olarak adlandırılıyormuş. Hastalıktan
mütevellit olunca insanoğlu bir nebze anlayış gösterebilir, hatta gülüp
geçebilir, yeter ki yalanı söyleyen sıradan biri olsun, hem zararı da yok ki.
Burada sıkıntılı durum, mitomani hastalığına yakalanmış insanın, yalan söyleme
alışkanlığı edinmesi ve bir vade sonra da söylediği yalanlara kendisinin de
inanıyor hale gelmesidir, düşünsenize bu muhterem bir de yetkili birisi ise,
yandı gülüm keten helva…
Ama bizim konumuz; bilerek, isteyerek, önceden
düşünüp tasarlayarak, bilinçli ve istekli ve de çok arzulu biçimde, karşısındakileri
yanıltmaya ya da kandırmaya yönelik planlayarak yani “tahammüden” söylenen
yalanlar olacaktır hatta daha da tehlikelisi adeta iltikaama muntazır bir memleketin
başına bir han-ı iştiha mülahazası ile diz kırıp, yalanı “bir bebek
çikolatası” sunuyurmuşçasına hayasızca derç ediyor olanlar olacaktır. Yani;
yalana dayalı propaganda. Bunu da söyleyince bu işin piri, babası hatta duayeni
olan Joseph Goebbels, hemen herkesin aklına kolayca
gelecektir, gerçi bu muhteremin ardılları kendisine pabucu ters giydirme
konusunda ordinaryüslük mertebesine ulaşmış olsalar da biz kendisi ile iktifa
edeceğiz bu yazıda… Yani; Göebbels Efendi bir mitomani olmayıp saydığımız
ikinci türe dahil olup, asli meşguliyeti halkı kandırmak için yalan söylemek
iken büyük bir ustalıkla “Halkı aydınlatma ve propaganda bakanı” ilan
edilmiştir, sunumdaki şatafata bakar mısınız Allahaşkına. Şahsı ile arş-ı alaya
ulaşmış yalanla yürütmek ve yönetmek sanatı karşısında maalesef herkes nefretle
şapka çıkarmıştır. Şahsım olarak değerlendirmem odur ki yalanın en zirve
yaptığı kelam ise “Yalan ne kadar büyük olursa inananı o kadar çok olur”
… Haydi buyurun, daha kudretli ve cafcaflısı var ise siz söyleyin… Almanya gibi
bir ülkede tüm dünyaya örnek teşkil etmesi gereken işler yaşanıyor ama ne yazık
ki kimseye de örnek teşkil etmiyor, Göebbels tarafından sarf edilen şu sözler
ile; “İnsanların beyin tembelliğini gördükçe, her istediğimizi yapabiliriz”, “yalan söyleyin, mutlaka inanan çıkacaktır. olmazsa, yalana
devam edin”, “bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız, insanlar ona o
kadar fazla inanırlar”, “bir insana yalan olsa bile bir söylemi sürekli tekrarlarsanız,
o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi benimser ve savunur”, “söylediğiniz yalan ne kadar
büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana inanması da o kadar
kolaylaşır”, “halk büyük yalanlara, küçük yalanlara göre daha çabuk inanır”, vs vs, velev ki
yalanınız deşifre oldu o zaman prensip; “hatalı olduğunuzu ya da yanlış yaptığınızı asla kabul etmeyin” ya da “asla kabahat ve suç üstlenmeyin”, sizi doğru
konuşmaya ve davranmaya davet eden bir rakibiniz de olursa prensip; “asla rakibinizin üstün bir yanı olduğunu kabul etmeyin” ya da “sadece bir rakibinize odaklanın ve kötü giden her şeyin suçunu
onun üzerine yıkın”, tam saha pres ile
tüm alanları kapatmak gerekirse de prensip; “halkı her
zaman ateşleyin, asla soğumasına ve düşünmesine izin vermeyin” ya da “asla kendinizden başka birine
hareket alanı bırakmayın”, tüm bunların gerçekleşmesi için hedef 12’lik atış; ve nihayet “bana vicdansız
bir medya verin, size bilinçsiz bir halk sunayım”, tüm yaşananlar özetlenebilir,
gerisi laf-ı güzaf…
Biri çıkar da “yahu bunların tamamı uydurma,
palavra ve karalama” da diyebilir ya da milleti bu kadar ahmak yerine koyan
sözleri şiddetle reddediyorum da diyebilir, saygım var ama alınan sonuca
bakarsanız da fazlaca tartışmaya mahal bir durum yoktur. Haaa tüm bu safahat
sadece bu insancıkların, şahsi kapris ve hesapları neticesi mi ortaya çıkar,
zinhar… Kapitalizm ve emperyalizm çıkarları, planları ve hedefleri
doğrultusunda bu kabil maharet ve beceri sahibi insancıkları bulur, destekler
ve allar pullar, yönetimin başına ya da daha doğru ifade ile perde önüne
yerleştirir. Nokta hatta üç nokta.
Vedat Türkali 1970’li yılların başından 12
Eylül faşist askeri darbesine kadar geçen dönemdeki sosyal ve politik ortamı
ele aldığı “Yalancı Tanıklar Kahvesi” adlı
romanında yalan söyleme becerisinin tabana nasıl yayıldığını ve ne kadar
profesyonelce yapıldığını muhteşem bir saptama ile fıkra tarzında aktarır.
Romanın bir yerinde Vedat Türkali, kitabın kahramanlarından birinin ağzıyla
şöyle üslup bir içinde anlatır ki, şahsıma göre muhteşemdir:
“Anadolu’da bir kentte, Adliye Sarayının hemen
karşısında bir kahve varmış. “Yalancı tanık” arayan iş sahibi gidip
biriyle anlaşıp, duruşmaya çıkarırmış. Adam girmiş kahveye, bakınırken biri
sokulmuş hemen; “Yardımcı olabilir miyim? Nedir sorun?”
“Bir alacak davası” demiş adam.
“Hâlâ vermedi değil mi, o namussuz herif
paranızı?”
Adam biraz çekinerek
“Para benden isteniyor, borçlu benim” demiş.
Hemen yetiştirmiş herif: “Kaç kez vereceksiniz
beyefendiciğim, kaç kez vereceksiniz?”
Sermayenin umdelerini Joseph Göebbels ağzından,
Canım yurduma yansımalarının Vedat Türkali kaleminden aktardıktan sonra gördüm
ki, Sülün Osman’a ve ardılları ile siyasi sponsorları için yer kalmadı… Aaa
mitomani mi, onu da Mazhar Osman’ın ardıllarına soracağız gayri…
Büyük Usta Nazım Hikmet’in bir şiirinden bir bölüm ile nihayetlendirelim
bu haftayı…
İnsanlarım, ah, benim insanlarım,Antenler yalan söylüyorsa,
Yalan söylüyorsa rotatifler,
Kitaplar yalan söylüyorsa,
Duvarda afiş, sütunda ilan yalan söylüyorsa,
Beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,
Dua yalan söylüyorsa,
Ninni yalan söylüyorsa,
Rüya yalan söylüyorsa,
Meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,
Yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,
Ses yalan söylüyorsa,
Söz yalan söylüyorsa,
Ellerinizden başka herşey
Herkes yalan söylüyorsa,
Elleriniz balçık gibi itaatli,
Elleriniz karanlık gibi kör,
Elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
Elleriniz isyan etmesin diyedir.
Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız
Bu ölümlü, bu yaşanası dünyada
Bu bezirgân saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder