Moratoryum; borç
çevirememe, borç ödeyememe durumudur, yani; vadesi gelmiş borç, tüm ödeme
niyetinize ve çabanıza rağmen ödenemiyor ise müjdeler olsun batmışsınızdır, hem
de deyim yerinde ise gırtlağınıza kadar, manasındadır. Peki; ne yapayım
ödeyemiyorum, canımı mı alacaksınız, diye düşünülebilir, ama kazın ayağı öyle
değil, yani alınan borç pederden ya da valideden ya da hiçbir karşılık
göstermeden, ipotek vermeden bir dosttan alınan borç ise tasnif dışıdır
şüphesiz, ama aldığınız borç ipotek verilerek, kabul görmüş garantiler verilerek
alınmış ise çaresi yok, mutlaka geriye ödenecektir. Öyle, gak guk, hot zot yok…
Uluslararası düzeyde borç vericiler, garanti almadan, borç verirler mi peki,
zinhar… Peki tahsil edemedikleri olur mu? Zinhar… Bakın, öyle bilmeden
konuşuluyor olmasına, işkembeyi kübradan atılıyor olmasına pek itibar etmeyin,
bu Fakir Cumhuriyet hem de ilk yıllarında, hani bazılarının yere göğe
sığdıramadığı son dönem padişahlarının abuk subuk harcamaları ile oluşan
Osmanlı borçlarının tamamını, son kuruşuna kadar ödemiştir. Zaten meşhur
fıkrada zikredildiği üzere, borç vericiler sadece, borç isteyenin gözüne
bakmazlar borç verirken, popo kontrolü de yaparlar, hani borç isteyen çok güzel
gözler vardır da, acaba ödeyecek popo var mıdır diye, tam da bu nedenle gerekli
her türlü uluslararası garantileri hem de fazlası ile alırlar. Velev ki
müşkülat yaşanmaya başladı, tıpkı şahsi borçlarda olduğu gibi, uluslararası
tahsilatta da önce yasal yollar olmaz ise gayri yasal yollar kullanılmaktadır. Valla
ben ekonomist olmadığım için yazının düzeyi de böyle gidecek gibi görünüyor,
çaresiz, affedin…
Peki;
vadesi gelmiş borçlar ödenemiyorsa ne yapılıyor derseniz, hele tüm uyarılara
karşın tedbir de almamış iseniz, behemehâl “Moratoryum” ilanında
bulunuyorsunuz. Derhal ilgili abiler size soruyor, “hayırdır efendi ne oldu”
diye, siz durumu izah ediyorsunuz, hemen size, yeni vade, yeni faiz
oranları, yeni şartlar öneriyorlar, kabul ettiniz zaten sorun yok, aaa bu arada
memleket batar, kimin umurunda, siz de kalkıp 15 günde 15 yasa yapacağız diye
öğünürsünüz, Kemal Derviş yaşanmış örneğinde olduğu üzere… İlaveten, meraklılarına,
24 Ocak kararları üstüne, Süleyman Demirel Turgut Özal (ama büyüğü) arasında
geçtiği bilinen ve sonradan da basına düşen telefon diyaloğuna bakmaları
önerilir.
Neyse,
konumuzu bu toprakları 2 moratoryum (iflas) ile tanıştıran 2 önemli muhterem
büyüğümüzden bahsetmek üzere yazıyorum ve de hemen oraya yöneliyorum. Kolayca
öğrenileceği üzere, Osmanlı 1854’te dış borç kullanmaya başlar, bazı kaynaklar
borçlanma ihtiyacının oluşmasını, etrafta artan savaşlara ve yenilgilere
bağlarsa da dönem itibari ile borçlanma ile gelen kredilerin nerelerde
kullanıldığına bakınca da konunun hiç de öyle olmadığı kolayca anlaşılır. Ekonominin
gereği işler yapılmayınca, yaşanacaklar kaçınılmaz oluyor şüphesiz, alınan
borçlar çare olmuyor, borç, borç ile döndürülmeye başlıyor, dış ticaret ve
bütçe açıkları artarak devam ediyor, tedbir ise sağa sola posta atılarak
yaratılan savaşlar ve sonucunda yenilgiler, yenilgiler neticesi ödenen ağır
tazminatlar katlanarak birer “borç sarmalı” yaratıyor. 1854’ten 1875’e
kadar geçen 21 yılda deyim yerinde ise Osmanlı boğazına kadar batıyor, dış borç,
5,5 milyon Osmanlı lirası ile başlıyor 243 milyon Osmanlı lirası borca
ulaşılıyor. Bilahare, aynı kafa bu borcu 1. Dünya savaşı öncesine kadar 409
milyon Osmanlı lirasına kadar arttırma başarısını da göstermiştir. Aaaa bu
arada para karşılığı satılan topraklar da cabasıdır, bu borçlanma
meraklılarının. Peki bu dönemin Padişahları da kim mi idi, toplamda 33 yıl
padişahlık yapan Abdülhamit Han olmak üzere, Abdülaziz ve Abdülmecit’tir. Sakın
kimse askeri harcamalara gitti bu paralar diye ahkam kesmesin, biz okumayı,
hatırlamayı iyi biliriz, adama deriz ki, git biraz askeri anı oku, balkan
savaşlarında, çamura saplanıp kalan arazi şartlarına uygun olmayan sahra
toplarının satın almalarını kimler ve ne adına gerçekleştirmiştir bir bak
bakalım, mesela… Neyse… Hülasa, itibardan tasarruf olmaz denilerek savrukluğun
örneklerine ilaveten, Topkapı Sarayı dururken yapılan, Yıldız Sarayı
harcamalarının da unutulmaması gerekmektedir. Netice itibari ile, bu topraklar,
bugün kendisinden sitayişle bahsedilen ve çok öğünülen Padişah Abdülhamit Han
döneminde “Duyun-u Umumiye” ile tanışır. Bu kuruluş ne mi? Artık onu da
anlatmaya gerek yok.
Peki,
Canım Yurdumu 35 yıl sonra ilk kez, “borç sarmalına” kim sokar, kuruluş
yıllarının onca yokluğuna, gerçekleşen onca atılım ve yatırıma, üstelik savaş
sonrası yaşanan onca fakr-u zarurete, Osmanlıdan bakiye kocaman borçların
ödenmesine, hatta arada yaşanan ve dünya çapında yaklaşık 80 milyon insanın
ölümüne yol açan felaket 2. Dünya savaşının yarattığı olumsuz ortama rağmen,
kendi yağı ile kavrulmayı bilen bir süreç ardından, bilin bakalım. Ne yazık ki;
DP Hükümeti ve onun başındaki ekip, başta da Celal Bayar ve Adnan Menderes’tir.
Hani her sağcının devamı olmakla öğündüğü ve gurur duyduğu büyüklerimiz... O
tarihte, zamanla ödeme güçlükleri yaratacak şartlarda borçlanmalar ile
kalkınmanın kıyasıya eleştirilmesi üzerine dönemin Başbakanı “borç almak bir
itibar meselesidir” diyerek, paha biçilmez ve parlak ekonomi bilgisini
göstermek istiyordu adeta. Tıpkı, sonraki yıllarda ekonomi profesörü olduğunu
iddia eden bir diğer mevkidaşı gibi, Canım Yurdumu maalesef karaya
oturtmuşlardır. Hani, aynı meşrepten nemalanan kel bir “baba” vardı,
hani 17 kez gidip, 18 kez geldim diye öğünen, hani derdi ya “borç yiğidin
kamçısıdır” diye, bu lafı o kadar çok tekrarladı ki, canım Yurdumun garip
gurebası, ki çoğunlukla şahsının destekçisi idiler, inandılar bu safsataya…
Sonuç, malum, yazmaya gerek yok… Artık
borç yiğidin kamçısı olmaktan ziyade, yiğidin ölüm fermanı olmuştur.
Evet,
biz gelelim tekrar, borçların tahsilatı konusuna, ödeyemezsen, ödeyemeyeceğini ya
da ödemeyeceğini beyan edersen neler olacağına… Öncelikle yukarıdaki makul
protokol uygulanır, olmaz ise de haliyle alacaklıya; “borcunu öde lan
şerefsiz” diyerek uluslararası jandarma ya da mafiozi kabadayı abiye
müracaat edilir, bu abi itina ile borcu tahsil eder, nokta… Buradaki “abi”, kimine
göre “duyun-u umumiye”, kimine göre “IMF”, kimine göre ABD’dir,
lakin bana göre hepsi aynıdır. Kolayca anlaşılacağı üzere bu ketenpereden çıkış
yoktur… Osmanlı’nın ve Yeni Osmanlıcı Adnan Menderes’in başına gelenler
maalesef kolayca unutulmuştur.
Son
söz de, Canım yurdumun İnsanına olsun, “Dün yediğin hurmalar, bugün poponu
paralar” diye harika bir söz üret, dön sonra da dünün esiri ol, inanılır
gibi değil valla… Köpek bile dikkat edin kendisine bir kemik verildiğinde önce
bir arkasına döner bakar, acaba ben bunu yer isem def-i hacet konusunda bir
müşkülat oluşur mu sonra, diye… Kıssadan hisse olsun bu da bana…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder