Pazartesi, Mart 23, 2020

CEMAZİYEL EVVEL- MORATORYUM


Moratoryum; borç çevirememe, borç ödeyememe durumudur, yani; vadesi gelmiş borç, tüm ödeme niyetinize ve çabanıza rağmen ödenemiyor ise müjdeler olsun batmışsınızdır, hem de deyim yerinde ise gırtlağınıza kadar, manasındadır. Peki; ne yapayım ödeyemiyorum, canımı mı alacaksınız, diye düşünülebilir, ama kazın ayağı öyle değil, yani alınan borç pederden ya da valideden ya da hiçbir karşılık göstermeden, ipotek vermeden bir dosttan alınan borç ise tasnif dışıdır şüphesiz, ama aldığınız borç ipotek verilerek, kabul görmüş garantiler verilerek alınmış ise çaresi yok, mutlaka geriye ödenecektir. Öyle, gak guk, hot zot yok… Uluslararası düzeyde borç vericiler, garanti almadan, borç verirler mi peki, zinhar… Peki tahsil edemedikleri olur mu? Zinhar… Bakın, öyle bilmeden konuşuluyor olmasına, işkembeyi kübradan atılıyor olmasına pek itibar etmeyin, bu Fakir Cumhuriyet hem de ilk yıllarında, hani bazılarının yere göğe sığdıramadığı son dönem padişahlarının abuk subuk harcamaları ile oluşan Osmanlı borçlarının tamamını, son kuruşuna kadar ödemiştir. Zaten meşhur fıkrada zikredildiği üzere, borç vericiler sadece, borç isteyenin gözüne bakmazlar borç verirken, popo kontrolü de yaparlar, hani borç isteyen çok güzel gözler vardır da, acaba ödeyecek popo var mıdır diye, tam da bu nedenle gerekli her türlü uluslararası garantileri hem de fazlası ile alırlar. Velev ki müşkülat yaşanmaya başladı, tıpkı şahsi borçlarda olduğu gibi, uluslararası tahsilatta da önce yasal yollar olmaz ise gayri yasal yollar kullanılmaktadır. Valla ben ekonomist olmadığım için yazının düzeyi de böyle gidecek gibi görünüyor, çaresiz, affedin…

Peki; vadesi gelmiş borçlar ödenemiyorsa ne yapılıyor derseniz, hele tüm uyarılara karşın tedbir de almamış iseniz, behemehâl “Moratoryum” ilanında bulunuyorsunuz. Derhal ilgili abiler size soruyor, “hayırdır efendi ne oldu” diye, siz durumu izah ediyorsunuz, hemen size, yeni vade, yeni faiz oranları, yeni şartlar öneriyorlar, kabul ettiniz zaten sorun yok, aaa bu arada memleket batar, kimin umurunda, siz de kalkıp 15 günde 15 yasa yapacağız diye öğünürsünüz, Kemal Derviş yaşanmış örneğinde olduğu üzere… İlaveten, meraklılarına, 24 Ocak kararları üstüne, Süleyman Demirel Turgut Özal (ama büyüğü) arasında geçtiği bilinen ve sonradan da basına düşen telefon diyaloğuna bakmaları önerilir.

Neyse, konumuzu bu toprakları 2 moratoryum (iflas) ile tanıştıran 2 önemli muhterem büyüğümüzden bahsetmek üzere yazıyorum ve de hemen oraya yöneliyorum. Kolayca öğrenileceği üzere, Osmanlı 1854’te dış borç kullanmaya başlar, bazı kaynaklar borçlanma ihtiyacının oluşmasını, etrafta artan savaşlara ve yenilgilere bağlarsa da dönem itibari ile borçlanma ile gelen kredilerin nerelerde kullanıldığına bakınca da konunun hiç de öyle olmadığı kolayca anlaşılır. Ekonominin gereği işler yapılmayınca, yaşanacaklar kaçınılmaz oluyor şüphesiz, alınan borçlar çare olmuyor, borç, borç ile döndürülmeye başlıyor, dış ticaret ve bütçe açıkları artarak devam ediyor, tedbir ise sağa sola posta atılarak yaratılan savaşlar ve sonucunda yenilgiler, yenilgiler neticesi ödenen ağır tazminatlar katlanarak birer “borç sarmalı” yaratıyor. 1854’ten 1875’e kadar geçen 21 yılda deyim yerinde ise Osmanlı boğazına kadar batıyor, dış borç, 5,5 milyon Osmanlı lirası ile başlıyor 243 milyon Osmanlı lirası borca ulaşılıyor. Bilahare, aynı kafa bu borcu 1. Dünya savaşı öncesine kadar 409 milyon Osmanlı lirasına kadar arttırma başarısını da göstermiştir. Aaaa bu arada para karşılığı satılan topraklar da cabasıdır, bu borçlanma meraklılarının. Peki bu dönemin Padişahları da kim mi idi, toplamda 33 yıl padişahlık yapan Abdülhamit Han olmak üzere, Abdülaziz ve Abdülmecit’tir. Sakın kimse askeri harcamalara gitti bu paralar diye ahkam kesmesin, biz okumayı, hatırlamayı iyi biliriz, adama deriz ki, git biraz askeri anı oku, balkan savaşlarında, çamura saplanıp kalan arazi şartlarına uygun olmayan sahra toplarının satın almalarını kimler ve ne adına gerçekleştirmiştir bir bak bakalım, mesela… Neyse… Hülasa, itibardan tasarruf olmaz denilerek savrukluğun örneklerine ilaveten, Topkapı Sarayı dururken yapılan, Yıldız Sarayı harcamalarının da unutulmaması gerekmektedir. Netice itibari ile, bu topraklar, bugün kendisinden sitayişle bahsedilen ve çok öğünülen Padişah Abdülhamit Han döneminde “Duyun-u Umumiye” ile tanışır. Bu kuruluş ne mi? Artık onu da anlatmaya gerek yok.

Peki, Canım Yurdumu 35 yıl sonra ilk kez, “borç sarmalına” kim sokar, kuruluş yıllarının onca yokluğuna, gerçekleşen onca atılım ve yatırıma, üstelik savaş sonrası yaşanan onca fakr-u zarurete, Osmanlıdan bakiye kocaman borçların ödenmesine, hatta arada yaşanan ve dünya çapında yaklaşık 80 milyon insanın ölümüne yol açan felaket 2. Dünya savaşının yarattığı olumsuz ortama rağmen, kendi yağı ile kavrulmayı bilen bir süreç ardından, bilin bakalım. Ne yazık ki; DP Hükümeti ve onun başındaki ekip, başta da Celal Bayar ve Adnan Menderes’tir. Hani her sağcının devamı olmakla öğündüğü ve gurur duyduğu büyüklerimiz... O tarihte, zamanla ödeme güçlükleri yaratacak şartlarda borçlanmalar ile kalkınmanın kıyasıya eleştirilmesi üzerine dönemin Başbakanı “borç almak bir itibar meselesidir” diyerek, paha biçilmez ve parlak ekonomi bilgisini göstermek istiyordu adeta. Tıpkı, sonraki yıllarda ekonomi profesörü olduğunu iddia eden bir diğer mevkidaşı gibi, Canım Yurdumu maalesef karaya oturtmuşlardır. Hani, aynı meşrepten nemalanan kel bir “baba” vardı, hani 17 kez gidip, 18 kez geldim diye öğünen, hani derdi ya “borç yiğidin kamçısıdır” diye, bu lafı o kadar çok tekrarladı ki, canım Yurdumun garip gurebası, ki çoğunlukla şahsının destekçisi idiler, inandılar bu safsataya… Sonuç, malum, yazmaya gerek yok…  Artık borç yiğidin kamçısı olmaktan ziyade, yiğidin ölüm fermanı olmuştur.

Evet, biz gelelim tekrar, borçların tahsilatı konusuna, ödeyemezsen, ödeyemeyeceğini ya da ödemeyeceğini beyan edersen neler olacağına… Öncelikle yukarıdaki makul protokol uygulanır, olmaz ise de haliyle alacaklıya; “borcunu öde lan şerefsiz” diyerek uluslararası jandarma ya da mafiozi kabadayı abiye müracaat edilir, bu abi itina ile borcu tahsil eder, nokta… Buradaki “abi”, kimine göre “duyun-u umumiye”, kimine göre “IMF”, kimine göre ABD’dir, lakin bana göre hepsi aynıdır. Kolayca anlaşılacağı üzere bu ketenpereden çıkış yoktur… Osmanlı’nın ve Yeni Osmanlıcı Adnan Menderes’in başına gelenler maalesef kolayca unutulmuştur.

Son söz de, Canım yurdumun İnsanına olsun, “Dün yediğin hurmalar, bugün poponu paralar” diye harika bir söz üret, dön sonra da dünün esiri ol, inanılır gibi değil valla… Köpek bile dikkat edin kendisine bir kemik verildiğinde önce bir arkasına döner bakar, acaba ben bunu yer isem def-i hacet konusunda bir müşkülat oluşur mu sonra, diye… Kıssadan hisse olsun bu da bana…

Hiç yorum yok: