İstifa
tek taraflı bir tasarruf olup iradi bir durumdur. Bir muhteremin bulunduğu
görevden, çalıştığı yerden kendine göre mazeretler bularak, üreterek ayrılma
iradesi göstermesi ya da beyan etmesi dahası bu nedenle de asla ve kat’a hor
görülmemesidir, gördüğü lüzum üzerine olması yeterlidir ancak zülfü yâre de
dokunmamak gereği hasıl olmuşsa, ailevi nedenler ya da sağlık durumu bahanesi
de türban babından muvafıktır. İstifanın da mertçe ve namertçe olanları da
vardır şüphesiz ahir ömrümüzde bu maksatlara matuf her türlü tatbikata tanıklık
etti gözlerimiz, birisi ile taktir duygularımızı, diğeri ile de tekdir
duygularımızı köpürtüp durduk, birilerini takdir, birilerini de tenkit ve tahkir
ettik, hülasa… Yiğitlik gerektiren istifa iradesinin gerekçelerini sıralamak
için sayfalar dolusu kelam etmek kabildir lakin irade beyanı şahsına ait bir
tasarruf ise alkıştan ötesi de lüzumsuzdur. Bu durumda “istifa” cesaret
gerektiren bir durum olup; “yok ekmek param bu”, “yok çoluk çocuk için ne
yaparım”, “yok beni açlığa mahkûm ederler”, “yok ihtiyat akçelerim uzun süreli
değil” gibisinden korku ve kaygılara kapılmadan “somut durumun somut tahlili”
mucibince şartlar dayatmış ise ve bu yüzden alınmış bir karar ise,
kahramancadır, şövalye tayini hakkı doğmuştur. İzaha ve tenkide matuf olanlar
ise kendi iradeleri dışında telkine dayalı olanlar olup bunlara söylenebilecek
kitaplar ve ansiklopediler dolusu kelam söz konusudur. Biz yine de genelleme
yapma hakkımızı, “görev tarifi” dahilinde ve haricinde beklentiler ve
istenenler konusu ile sınırlayıp, müşahhas örneklere geçelim ve bunlar üstünden
de yeni tarifler ya da tanımlar üretelim.
Türkmenistan’da
çalıştığım dönemde; tarafımıza otomobili ile şoför olarak çalışmak üzere bir
Türkmen gelmiş biraz maksada ve göreve yönelik görüşmeden sonra kendisini işe
almış idik. Uzunca bir süre birlikte çalıştığımız bu arkadaş ile defalarca
şehirler arası seyahatler de yaptık, gidilen yerlerde konakladık, uzun
yolculuklar sırasında uzun konuşmalar yaptık, karşılıklı olarak da bazen
telefon konuşmalarımıza, bazen gittiğimiz yerlerin önemine, bazen yürütülen son
derece özel ilişkilere de tanık ve vakıf olması hasebiyle birbirimiz hakkında
derinlemesine bilgi sahibi olarak samimiyetlikler kurduk. İsmi ve ailevi ve
kişisel bilgilerine yönelik ifadelerimizi, ola ki bu yazı okunur da kendisine
yönelik kullanılır kaygısı ile azıcık karartarak vermeyi uygun gördüm. Aslında
gizlenecek, saklanacak bir durum olmadığı da gün gibi aşikardır ama malum ya
bazı olaylarının olmasının hiçbir ayıbı, hukuki sakıncası, ahlaki engeli yoktur
ama meğerki bu bilgiler açıktan konuşulur, yazılır ya da yayımlanır ise, işte o
zaman yandı gülüm keten helva, muhakkak bir kulp bulunur ve misli ile karşılık
verilir. Bu ne yazık ki, tüm dünyada mutat siyasi ve sosyal hatta ekonomik “güçlü
refleksidir” ve maalesef de görece farklılıklar dışında istisnaları da
yoktur, bir şey olmuşsa da yayımı ve konuşulması izne tabidir. Neyse, süreç
içinde şoförümüzün bir önemli fabrikanın müdürü ve kardeşinin de dönem itibari
ile çok güçlü bir bakan olduğunu öğrendim. Gerçi, oradaki bakanlıkları batıdaki
gibi, hatta dönem itibari ile bizdeki gibi “görev tarifi” ve kanuni istinatları
olan bir makam algısı ile değerlendirmiş olmam hasebiyle de böyle düşünerek ne
kadar büyük bir hata ettiğimi zamanla anlayacaktım. Zamanla anlayacağım üzere,
tesis edilen sistem “top man and others” dan başka bir şey değildi,
şahsının memuriyeti haricindekilerin tamamı lüzumsuz durumdadır lakin ara sıra
bir araya gelip muhabbet etmek, ihtiyaç halinde kızmak, fırçalamak ve dahi
günah keçisi ilan etmek üzere de bu kabil bir teşkilat tanzimi de zaruridir. Mesela;
mezkûr ülkede şahsına göre arşın ve endaze kullanılarak yapılan ölçümlemelerde başarısız
görülen “Bakan görünümlü” zevatı TV’lerde canlı olarak icra edilen
“Bakanlar kurulunda” başarısızlığın yegâne müsebbibi tayini ile, fırçalayıp
itibarsızlaştırıp bilahare de “seni boşattım” diyerek azletmesi vukuat-ı
adiyedendir. Konumuz harici ama koca koca bakan görünümlü zevatın kurul
sırasında ilkokul bebeleri gibi ayağa kalkıp, sorulan suallere cevap vermeleri
ile şahsının talimatlarını ajandalarına nefes almaksızın ve de mahcup mahcup
not etme sahnelerini unutmak mümkün değildir. Hele yılda bir kez yapılan ve
dünyanın her yerinden katılan delegelerin huzurunda sistemin çalışmasının ve
başarısının ibra edilmesi görüntüleri ise Cem Yılmaz çalışmalarının en büyük
rakibidir.
Neyse;
bizim şoförün hikayesine geri dönelim, kardeşi bakanlıktan alınmış, ev hapsine mahkûm
edilmiş ve sadece evin bahçesine çıkabilir durumda yaşamasına izin verilmiş ama
tüm kimliklerine ve belgelerine el konulmuş, başka bir iş yapmasına izin
verilmemiş vaziyette toplum hayatından izole edilmiştir. Durum bu. Sordum,
“peki; neden itiraz etmeyi, kaçmayı, hatta yurt dışına kaçmayı düşünmez” diye,
el cevap, bu sefer de yedi sülalesi şama götürülür, denildi, konu yeterince
anlaşılır vaziyette. Zaten kamuda çalışan tüm sülalesi işten çıkarılmış
vaziyette iken bile çok şükür daha da beteri olabilirdi diyorlar, şaşırdım eee
tabii ki daha kötüyü görmedik ki, anlayamıyoruz, sonra zamanla duyunca, görünce
daha kötü nasıl olunur, ben de onlar adına çok sevinmiş idim. Çok şükür ki
şoförlük bile yapmasına ruhsat verilmiş, daha ne olsun. Merakıma mucip olunca,
“iyi sonla” biten bakanlık olabilir mi diye, şöyle kabaca etrafıma bakarak,
sorarak araştırdım ve anladım ki, namümkün. O zaman, kendi kendime “mal bulmuş
mağribi” misali karar vererek dedim “neden insanlar bakan olmayı reddetmezler”
diye, anladım ki bu da namümkün. Yaşulu, bir nedenle karar vermişse, siz
“iradesi elinden alınmış kul misali” gel denince gelmek, git denince gitmek
özgürlüğü dışında bir seçenek sahibi değilsinizdir. Esasen bu da toplum adına
çok kötü bir durum sayılmaz, eğitim, ehliyet, beceri ve yetenek gibi edinilmesi
zamana ve disipline ihtiyaç olunan vasıfların lüzumu yoktur, binaenaleyh toplumun
her bireyi kendisinde potansiyel bir makama yaraşırlık ve yakışırlık görmekte
olması hasebiyle toplumsal memnuniyet hat safhada olabilir. Eeee maksat hasıl
olmuştur işte, toplumsal memnuniyet ve saadet…
Hülasa;
Türkmenistan’da liyakat yerine sadakat hâkim meleke olunca, İzmir Marşı ile
gelir Mehter marşı ile gidersiniz, marşları da zamanı da usulü de tanzim ve
tayin eden “Top Man” dir. Yani ve sonuçta Yaşulu’nun hikmetinden sual olunmaz,
liyakat ve makamı bahşettiği gibi azletmeyi de şahsi tasarrufu olarak kullanır.
Yaşulu isterse, liyakat ve sadaret sahibi olursunuz, ha keza istemezse de
müstafi sayılır ve size münasip görülen kadere razı olursunuz. Yine de yazıyı “Allah
kimseyi istifa etmeye zorlanmayı yaşatmasın” diyerek bazı möhim abilere de
bir sataşma yaparak bitirelim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder