Çocukluğumda;
herkesin kendi buğdayını yetiştirdiğini, tohumluk ayırdıktan sonra da artan
buğdaydan, hemen hemen herkesin ittifakla seslendirdiği biçimiyle “temel gıda”,
“sofralarımızın baş tacı” diye bilinen “ekmek” başta olmak üzere, erişte
(makarna), tarhana, börek gibi amaçlara yönelik un üretildiğini dün gibi
hatırlıyorum. Köyümün toprağının çok da uygun olmamasına rağmen, toprağı olan herkesin
ama istisnasız şekilde ihtiyaçlarına matuf, buğday, arpa, yulaf, mısır ekerek hayatlarını
idame ettirdikleri herkesçe bilinmektedir. Dönem itibari ile yetiştirilen
buğdayın unundan imal edilen ekmek fazlaca kara ve birkaç günlük yapılmasına istinaden
de fazlaca sert olduğu için genelde insanların burun kıvırarak tükettikleri bir
gıda idi. Örneğin, sokakta oynayan her çocukta olduğu üzere, oyuna ya da
konuşmaya ara vermeden, hani annemizin üzerine salça, zeytinyağı ve tuz dökerek
yememiz için verdiği ekmekleri, diğer arkadaşlarımızın sahip oldukları ile
kıyaslardık ya, ekmeği kendi üreten ile satın alanın farklı ekmek yediğini
hayretle görür idik. Ekmeğini kendi üretenin ekmeğinin oldukça kara ve kocaman
dilimlerden oluşması yanında satın alanın ekmeğinin ise görece küçük dilimler
ve olabildiğince beyaz ve hatta daha lezzetli olduğunu da fark edince bizde de
beyaz ekmek yemek iştahı kabarırdı. Tabii ki bu renk ve tat farkı dönem itibari
ile buğdayın üzerinde oyunlar oynanmadığı bir dönem idi. Ağırlıklı olarak bir tarım
toplumu, üstelikte tamamen kendi kendine yeten bir şekilde idik kolayca anlaşılacağı
üzere aaaa yetiyor mu idi zannederim ki bu sorunun cevabı, evet idi. Nereden mi
zannedip, yorum yapıyorum, o zaman 1 adet kamyonu olan Çeşme’de nakliye işi, olsa
olsa bir şekilde bu kamyona kadar da ulaşacaktı, ancak ulaştığına dair bilgi
yok, en azından ben de böyle bir bilgi yok. Belki dışarıdan nakliyeciler
vasıtası ile geliyordu ama geliyor olsa bile sınırlı olma ihtimali çok yüksektir.
Yine hatırladığım kadarı ile, 4 adet ekmek fırını olan bir dönemdir söz konusu,
Sakıp Taylan ve Ortağı, Bekir Erte ve kardeşleri, Seydi Ahmet Abi ve Turan Abi
bu işleri yürütür idi. Ancak buralarda da şimdi olduğu gibi tüm gün ekmek
bulunmazdı, sınırlı üretim, sınırlı satış idi söz konusu olan. Muhtemelen bu
fırınların un ihtiyacı yerel kaynaklar ağırlıklı karşılanıyordu. Sonraları ne
olduysa oldu ve biz de alıştık dışarıdan ekmek satın almaya. Çiftlik Köyüne
Çeşme’den sabah gelen minibüs ile ekmek getirilir ve satılır idi, evet artık “eski
köye yeni adet zuhur etmiş idi”. Şimdilerde ise hayvan yemi olarak bile
hububat üretimi yapılmamaktadır, eee ne yapacaksın, hububat ve hububat kapçığı
diye hakir görülen bir üründür söz konusu…
Bu
süreç öyle kolay olmadı şüphesiz, Dünyamıza nizam verenler ve onların
yancıbaşları, ecibaşları yani şahsi menfaatlerini müstevlilerin beklentileri ve
çıkarları ile tevhit edenler sayesinde gelindi, yani söz konusu ekip kocaman,
çıkarlar kocaman, sömürü kocaman, yatırım ve beklenti kocaman haliyle… Hani
hatırlar mısınız, bir dönem “barış gönüllüleri” markalı ve damgalı “İngilizce
Öğretmeni” numarası ile ülkemize dört koldan dağılan istihbaratçı sahtekârlar
vardı. Hani bunlar tüm dünya ülkelerine dağıldıkları gibi, canım Yurduma da
dağılmışlardı ya, hani İngilizce öğretmenliğinin dışında her bir haltı yemişlerdi
ya, etnik yapılardan, biyolojik çeşitliliğe oradan av hayvanlarının
envanterinden deniz ürünlerinin çeşitliliğine, oradan jeolojik yapıdan tarıma oradan
necip milletimizin hasret ve hasletlerine yönelik her bir bilgiyi derleyip
toplamışlardı ya, hani biz İngilizce öğrenememiş idik te, bunlar bizle ilgili şeytanın
bile aklına gelmeyen en ufak detayı bile memleketlerine bilgi arşivi olarak
götürmüşlerdi ya, hani biz “bunlar ajandır” diyenlere bunlar komünisttir
diyerek saldırmıştık ya… Ahhaaa da o günlerin diyetini bugün ödüyoruz nasıl mı
sağlıksız, tarım ilacı katkılı, GDO’lu gıdalar tüketerek. Adamlar o bilgileri
toplamakla kaldılar mı, nerde…
Kütüphanede
her akşam, propaganda ve ajitasyona çok uygun bir sesle seslendirilmiş, ABD
yapımı tarım ve hayvancılık reklamı içerikli ama necip milletimizi gaza
getirip, “yahu biz ne kötü hayvanlara ya da tarımsal ürünlere sahibiz” diye
gavurun sahip olduklarına özenip durduk. Oysa, ABD’de ve müstemlekelerindeki
laboratuvarlarda hazırlanan, genetiği değiştirilmiş ya da genetiği ile oynanmış
tohum ve hayvanların reklamı yapılmakta idi ama biz bunun farkında değil daha
da ötesi, tüm bu olan bitene hayıflanarak bakıp, iç geçirir idik. Uzatmayayım,
gitti bizim o güzelim, yerli verimsiz denilerek tukaka edilen ama aslında bize
sunulandan daha kaliteli, daha dayanıklı hatta daha verimli ürünlerimiz, kaldık
GDO’lu ABD mallarına… Peki, bu peyklerde bu ABD afra tafra ve çalımına kimler
erketelik etti, işte tüm mesele bu sorunun cevabında. Ama biz hala cevap
ararken, etrafımızda, şeker hastalığından, kalp-damar hastalığından, böbrek
yetmezliğinden, sindirim yolu hastalıklarından ve çağın belası kanserden geçilmez
oldu. Yine aynı mahfillere bu sefer de ilaç ve tıbbı tedavi nedeni ile para
aktarır olduk…Alavere dalavere, bizim Memet nöbete, misali…
Soner
Yalçın’ın “Saklı Seçilmişler” adlı kitabında okuduğum harika bir hikâye
var onu aktarırsam ve sizde buna inanırsanız bir ömür boyu yaşananlara bakarak,
konunun ahlaki ve etik tarafından başlayıp, devlet adamlığı, memleket severlik
konusuna kadar bakarak gözleriniz yaş dolacaktır. “Mennonit
diye Hollanda’da kurulup tüm dünyaya yayılan Protestan bir tarikat var, Ortodoks
Rusya’nın yoğun baskılarından kurtulmak için 1880’lerden itibaren ve özellikle
Kırım ve Kars Bölgesi ağırlıklı olmak üzere ABD’ye yoğun bir göç yaşanır.
Tarikat mensupları ABD’de geldikleri yerin arazi ve iklim koşullarına uygun olan
Kansas ve Nebraska Eyaletlerine yerleşirler. Bu göç sırasında da yanlarında
hazine diye niteledikleri ve kişi başına “birkaç kilo tohumluk buğday” vardı
ve yerleştikleri ovalık yerlerde bildikleri en iyi işi yaparak buğday yetiştirirler.
“Kışa-kuraklığa dayanıklı, mevsim ortasında olgunlaşan, başakları tüylü, rengi
kırmızı olup, tanesi kabuğundan zor ayrılan sert dokuya sahip tahıla ABD’de, “Türk
Buğdayı” adı verildi. Bu dünyanın en eski kavılca/kabulca buğdayı idi.”
Sonra
ne mi oluyor, ABD’nin Meksika’da gizli ve açık kurumları ile organize ettiği
çiftliklerde, tarımda dünya egemenliği için başta buğday genetiği olmak üzere tüm
gıda ürünlerinin üzerinde kendi çıkarlarına ve planlarına uygun oynarlar. Sonuçta
ve konumuz ile sınırlı kalmak açısından da buğday üzerinde oynayarak, daha
dayanıklı, daha verimli, daha kaliteli diyerek oysa ve aslında kısır, verimsiz
ve kalitesiz bir buğdayı da, hedef ülkelerde şahsi menfaat ve ikballerini müstevlilerinin
siyasi ve ekonomik emellerine tevhit eden yerel hükümet edicilerle el ele kol
kola vatandaşa itelerler. Tafsilat, bilimsel kanıt ve dayanaklar için mezkûr
yapıtın edinilmesinde fayda vardır.
“Kanada
Buğdayı” ya da “Meksika Buğdayı” iyidir diye bu topraklara bu
zehirli, bu verimi düşük, bu dayanıklılığı düşük, bu kalitesi düşük buğday
getirildi, ne karşılığı yapıldığını da bir türlü anlayamadığım şekilde iteleyen
dürzüleri de, bu insanlar hiç iyi yad etmeyecekler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder