Irak
savaşının açıktan taraf olunan 1. fazında “Yeni Osmanlıcılık”
fikriyatının tezahürü babındandır, başlıkta verildiği biçimi ile formülize
edilen, yeni dünyanın, yeni anlayışlı ülkesinin, yeni cihat anlayışı. Dönemin muktediri,
Turgut Bey, canım yurdumun milliyetçi ve muhafazakâr damarını okkalayarak, ilaveten
dönemin rüzgarını ve ruhunu da iyi yakalaması hasebiyle, o günün “ver
mehteri” teraneleri ve terennümleri muvacehesinde, Kerkük’ü ve Musul’u
canım Yurdumun topraklarına katmayı da, küçücük hayal dünyasından geçirdiğini
ve bunu da bizlere alenen ve açıktan ve de korkmadan hatta arlanmadan, elindeki
dolmakalemi tıpkı gözümüze sokarcasına sallayarak, izah etmişti. Asla tefekkür
etmedi ve demedi, “yahu buralar bizim de taraf olduğumuz anlaşmalarla terk
edilmiştir”, nerdeee, eeee Allah izan ve haya etmeyi herkese nasip etmemiş ki,
ne yapalım… Oysa azıcık tefekkür etse, buralar bizim komşumuzun evinin bir
odasıdır, biz nasıl komşumuzun evinin bir ya da iki odasına göz dikeriz,
sonucuna varacak ama işte… Milletlerarası nizamın tesisi peşinde ve kendilerini
emsali şimdiye dek görülmemiş bir gücün mümessili zannedenlerin siyasi ve iktisadi
menfaatlerine çıpa atarak nemalanmanın hayhuyu dahilinde gaflet ve delalet ile
göz ve akıl karalığı maalesef ki sonuç vermemektedir, en azından beynelmilel
düzeyde. Lakin, Türkiye sağının bitmez tükenmez “Yeni Osmanlıcılık” ve
“Yeni Halifecilik” hayallerinin sınır yoktur… Bugün artık yaşları ve
illiyetleri gereği ortalıkta dolaşamayan ve “Kemalizmin” Yurtta sulh ve
cihanda sulh ile ifade edilen hiçbir komşunun ya da ülkenin içişlerine
karışmama yaklaşımını hedef tahtasına oturtarak, bağnaz, tutucu ve pasif olarak
değerlendiren ebleh güruh öncülüğünde yeni liberalizm postu altında bir yanıyla
başkanlık sisteminin yoluna seramik döşüyor, esasen de cihatçı çevrelere
cesaret aşısı zerk ediyor diğer yanıyla da beynelmilel mahfillere selam çakıyor
ve hanutlarını (bir tür komisyon) kapıyorlardı. İşte bu akıldışı hayaller ve
hülyalar ile cümbür cemaat canım Yurdumu getirip 1994 krizinin duvarına
dayadılar. Rüyanın ve hülyanın sınırı olmasa da iktisadın bir sınırı ve sıkleti
vardı… Mezkûr dönemin, dünyalığını yedi sülalesini doyuracak düzeyde yapan ve
nihayet-i vazifeşinas iş aleminin ikinci sınıf mümessillerinden şimdilerde
faaliyetini yürüten var mı? Zinhar… Hepsi tarihin sayfalarındaki yerlerine
kurulmuşlar, o gün işten ve dişten arttırdıkları ile bugün idame-i hayat
eyliyorlar… Peki, ne oldu “Musul ve
Kerkük” hayallerine, geçmiş olsun, Türkiye sağının tüm hayallerinde gerçekleştiği
üzere, “sukut-u hayal” … Bir Galatasaray, Milan maçından sonra bir İtalyan
gazeteciye, “yendiniz ama çok kötü oynadınız” demesi üzerine, şişik egosu ve
sönük dil bilgisi ile Fatih Bey (Terim) cevaben “Resultante importante” demişti
ya, tam o realize oldu sanki…
Evet
Turgut Bey ve o dönemdeki, yardakçı, yardımcı, avene ve erketelerine şimdi bunu
hep beraber tekrarlamalıyız. Sen kimsin, hayatında hamamda 2 türkü çığırdın
diye seni assolist yerine koyacaklarını mı zannetmiştin, demişlerdi de çok
kızmıştı, şahsı şahsen… Siyasal İslamcıların, ılımlı İslamcıların şahı, piri,
Adnan Bey olup, onu ayağa kaldıran ise, konjonktür ve dünya jandarması ABD ile
Turgut Beydir ve bu uğurda en büyük avenesi de Kenan Beydir. Ama, Bir (1) koyup
üç (3) alacağız andevüllüğünün bayraktarıdır Turgut Bey.
Şimdi
bakıyorum da, hal-i pürmelal sırıtıyor; çıkar peşinde koşanları vareste
tutarak, toplumun aklı başındakilerin liderliğine soyunmuş bir kısım ise koro
halinde; “ne çıkarımız var da Irak’tayız” gibi abuk ve de subuk görüşün
muvafıkları olmuş, yahu deki çıkarın var, işgale mi yelteneceksin hemen, de ki
komşunun evinde ya da işinde gözün var (yani bu senin çıkarına) gücün ve
imkanın da yerinde adam garip ve bedenen de cılız ve çelimsiz biri, hemen hücum
mu çıkarmak gerek, hemen oraya çökmek mi gerek. Bu kafayı anlamak mümkün değil,
adam gibi, devlet gibi verdiğin sözün, attığın imza ile bağıtladığın anlaşmaya
sadık kal değil mi, nerde… “Çıkar” tılsımlı kelime tabii ki… Çıkar hırsı
gözü bürümüş ise ne hak, ne hukuk, ne düzen, ne nizam ne de iltizam… Varsa
yoksa çıkar. Oysa azıcık tefekkür etse, senin çıkarına olan bir şey muhatabının
zararına, ama akıl çıkar hırsı dolmuşsa, gözü kan bürüyebiliyor demek ki…Evet,
ne yazık ki, “çıkar” hırsı “ortak çıkar” fikriyatının önüne geçmiş… Yani
“ne çıkarımız var” deyip politika yapanlar ve toplumun aklı başındakilere
liderlik iddiasında bulunan zevatın behemehâl, biz hukuk gözeticisiyiz, çıkar
üstünden komşu ya da hamle değerlendirmesi yapmayız. “Ne demek çıkar, ayıptır, günahtır”
demeleri gerekmektedir. Peki, derler mi, nerdeeee… Bak iddia ediyorum, kazara direksiyona
geçseler, var seyreyle durumu dedirtecekleri ayan beyan sırıtıyor. Nokta. Hatta
üç nokta.
Gelelim
yeniden, “Yeni Osmanlıcılık” hayallerinin mümessili Turgut Beyin, cihatçı
politikalarının, askeri, siyasi ve iktisadi sonuçlarına tekrar. Devr-i
iktidarında, hayali ihracat patlamış, gecelik tebliğlerle (örnek terlik
tebliği) ödenen devasa vergi iadeleri, ihracat teşvikleri ve nihayetinde abuk
subuk inşaat ihaleleri ile “beytül mal”a su taşıyan tulumbada su
kalmamış idi. Çıkarımız oradadır, gazı ve dolduruşu ile yelkenine iyi de bir rüzgâr
alan muhterem ve aveneleri hiç beklemedikleri yerden ve biçimde bir tepki ile
karşılaştılar. Devrin Genel Kurmay Başkanı, görevini biat et rahat et yerine,
fikri hür vicdanı hür ve yasadan gelen yetkisini kullanarak esasen de hissi
kablel vukusu yüksek şekilde bir yaklaşım göstererek ve anlaşılan o ki, savaşa
girelim baskısına müthiş bir direniş göstererek ancak sonuçta da durumu
kurtaramayacağını anlar ve tarih önünde mesuliyet yüklenmeme adına basar
istifayı… Şüphesiz ben devrin Genel Kurmay Başkanı Necip Torumtay’ı askeri
açıdan değerlendirebilecek biri değilim, ilaveten mezkur zata alkış çalacak
biri de değilim, ayrıca yine mezkur zata takdir yazısı da yazabilecek kadar da
tanımam kendisini… Ancak hilaf-ı akıl karşısında, bir hiç uğruna sürüklenilen
sergüzeşte karşı abide gibi dikilişi ve vaziyet alışına da alkış tutmazsam
kendimi huzurlu hissedemem açıkçası… Böylesi durumlarda şapka çıkarıp, selam
durmak insanlığın gereğidir. Diğer taraftan askeri rol alınamayınca, hariçten ve
havadan yapılan erkete görevlerin maliyetlerini ise bugün Irak’a bakan her göz,
velev ki görme kabiliyeti ola, tüm çıplaklığı ile görmektedir.
Savaş
çocuk oyuncağı değildir, bilgisayar ortamlarındaki oyun hiç değildir, sonuçları
çok acı ve kahredicidir. Çocuklarınızı yitirirsiniz, “Yemen Türküleri”
yakmak yürekleri soğutmaz olur sonra. Sonra baş belaya, burun boka sarınca da, sarıl
dur mazerete, hani mesela 1. Dünya Savaşına “Sergüzeşt Paşaların” abidiki-gubidiki
ile girip sonunda makus kader tecelli ediyor ya, yeniliyorsun ya, gelsin
mazeret aslında biz yenilmemiştik te, ittifak yaptığımız ülkeler yenildiği için
biz de yenik sayıldık ta, bıdı bıdı. Tam da kargaların sırt üstü yatıp güleceği
cinsten bir mazeret, ne demek yenik sayıldık, futbol maçı mı bu meret, savaş,
sen yenilmedi isen savaşmaya devam et, elinden tutan mı var. Neyse ki Allahtan
bir Atatürk ve ekibi çıkıyor da yenilginin belgesini yırtıp atıyor. Amannnn,
sergüzeşt paşaların soktuğu savaşa da benzemez artık çağımızın savaşları, ilaveten
ufukta da bir Mustafa Kemal geliyor gibi görünmüyor. Neyse ki artık Turgut Bey
gibi sergüzeştler de yok, çok şükür…
2 yorum:
Eline sağlık abi.Selam ve sevgiler
Ya bu Turgut Dünya Bankasının Türkiye memuru değil mi allasen. Tüm dikdatörler gibi savaş ile ayakta kalacağını zanneden ama patronlarınca hareketinin sınırları çizilen abinin bakmayın atıp tutmasına. Yular kimin elinde biz ona bakalum
Yorum Gönder