Cumartesi, Mayıs 02, 2020

DAYIM – YAŞAR KARAGÖZ - 1



Evin tek oğlu, bu yüzden ziyadesi ile “yüzbulmuş”, biraz da mübadillerde olduğunu her daim gözlemlediğim erkek çocuğu kollama ve kayırma geleneği tezahürü bir şımarmışlık vardı üzerinde. Mübadillerde, en azından bizimkilerde, annem ve tüm teyzelerimde de hayatlarının sonuna kadar gözlemlenebilecek bir davranış olarak erkek çocuk kutsaması varittir. Ağa çocuğu, Ömer Ağa’nın torunu Ahmet’in oğlu Yaşar, dayım Yaşar Karagöz, Dedenin mülkiyetine yönelik birkaç bin küçükbaş hayvan tevatürü, sayısı üstüne çeşitli “binler” ve katları zikrediliyor, dilin kemiği yok şüphesiz. Hay Allah, “adı yok yaylasında, beş bin koyunum var benim” türküsü geliyor da aklıma, gülüyorum. Türkiye tarım ve hayvancılık serüvenin adeta bir numunesi gibi, ne kendisi ve ne de ondan sonrakiler bu kapasitede tarım ve hayvancılık yapmadılar, her geçen gün azalarak, sonunda da bitiyor. O her daim benim için tek “dayı” ve ben de onun için, kendi deyimi ile “hemşiresinin” oğlu diyeceği yerde sürekli uyarmama rağmen bir türlü düzeltmediği biçimi ile “hemşerisinin” oğlu idim ve bazı takdimlerinde istediği etkiyi yaratmadığını görmesine rağmen düzeltmeye de hiç çabalamadı diyebilirim.

Kış aylarında, siyah pardösü, her daim güzel ütülenmiş kahverengi pantolonu, siyah ve burnu hafif sivri ayakkabısı, göğüs cebi mutlaka olan bir gömlek, yaz aylarında ise değişmez tip gömleği, pantolonu ve ayakkabısı, baharda ise giyimi tamamlayan bazen kahverengi bazen de grili alacalı bir ceket, bunların sadece eskileri gider yenileri gelirdi ama renkler baki kalırdı. Demek ki bu renkler taviz vermek istemediği tercihi imiş. Pantolonun ütü izi müthiş idi ya da ben öyle hatırlıyorum, ama pantolonun asgari 5 kg’lik kömür ütüsü karşısında yapacağı başka bir şey yoktu. O devir, en azından bizlerde, kömür ütüsünden başka seçenek yoktu ki. Yıllar sonra Hindistan’da çalıştığım dönemde hatta en asri semtlerde bile sokak aralarında, çadır düzeneği içindeki kuru temizlemecilerde de görmüştüm, halâ kömür ütüsünün kullanılışını da şaşırmıştım. Neyse diyeceğim, devir öyle, canım pantolonu hemen ütüleyeyim istiyor diye, fişi tak ütüyü kullan yok, fişli ütün olsa ne yazar, fişi takacağın priz yok… Ayakkabı konusunda ise, siyah tercihi dışında bir tercihi yoktu, varsa da ben şahit olamadım, ilaveten bir ömür boyu tek tip bir ayakkabı olup sadece eskiyince yenilenen ama muhtemelen her biri kunduracı el imalatı. Pantolon ve cekette en fazla tercih ettiği alacalı da olsa hâkim renk kahverengi nadiren de gri idi. Elbise, pantolon ve gömlekte dönemin en havalı kartviziti kabul edilen “tüccar terzi”yi temsil eden “Terzi Çetin” idi. Çetin ağbimizi de bu vesile ile saygıyla yad edelim. Nurlar içinde olsun. Sonraları benim de pantolonlarım burada dikildi ama artık daha sonradan her biri kendi terzihanelerini açmış, sırası ile çırak, usta ve kalfalık görevleri üstlenmiş Hasan ve Celal kardeşlerdi, kesimi ve dikimi gerçekleştirenler.
 
İlk evliliği uzun süremiyor, eşini kaybediyor, 2 oğlu oluyor, 2. Evliliği sonuna kadar sürüyor, kendisi vefat etse de, eşi, Yengem Aişe halen yaşıyor ve bu vesile ile de kendisine uzun ömürler dileyeyim. Nedense eşine karşı Nazım Hikmet şiirindeki tarifi katıksız uyguluyor, hani tariftekinin hilafına çaktırmadan bir yer veriyor mu, bilemiyorum ama veriyor idiyse de vallahi ben hissedemedim. Maalesef ve muhtemeldir ki, kız kardeşlerin pek münasip görmedikleri bir izdivaç gerçekleşmiş görüntüsü vermekten hiç kurtulamamıştır. Peki, karısını sever mi idi, evet tüm beğendiği diğer kadınlardan fazla severdi, çünkü her defasında istikamet Aişe’nin yanı idi, ben buna şahitlik edebilecek kadar anı biriktirdim kendisi ile ilgili. Bu kadar ile iktifa edelim…

Soyadına münasip davranışlar gösterir, gözü karadır “Karagöz”ün, şüphesiz organize güçlere mukabelede kullanılan göz karalığı değildir bu. Bu göz karalığının, bu mangal gibi yüreğin ardında kimsenin inanamayacağı kadar yumuşak ve duygusal bir insan bulunur ki buna defalarca şahitlik ettim. Anne ve kız kardeşlerine karşı yufka yüreği, sulu gözleri her ihtiyaç anında vazifelerini eksiksiz yaparlardı. Kardeşleri yalandan bile olsa, bir dertlerini, bir zor anlarını yeter ki aktarsınlar kendisine, behemehal aktarılan konuya göre, cesaret ihdası ya da sınırsız yardım arzı ya da birlikte hüzün, gam ve kederin kaleleri fethedilirdi. Evet, ağlamaksa ağlamak, o koca adamının ağladığı anlardaki duygu patlaması hala gözümün önündedir. Evet, bu koca yürekli adam aynı zamanda bir küçük çocuk bile olabiliyordu. Bu hallerinin tamamı hakikat olup hiçbir rol kırıntısına rastlamak kabil değildi.

Sadri Alışık ile karışık Ayhan Işık ince çizgi bıyıklı dayım; daha önce yazdığım üzere gömleğinde mutlaka göğüs cebi olurdu ve bu cep sürekli bir vaziyette dopdoludur, biriktirdiği ve kendince önemli saydığı muhteremlerin kartvizitleri hep orada desteleniyordu. Bu muhteremler ihtiyaç halinde yaraya merhem olurlar mı idi, hiç zannetmiyorum, bu yönde aksi bilgi de varit olmamıştır. Önemli saydığı kişilerin kartvizit sunumları çok şatafatlı olunca, herkesi kendi gibi belleyen ve sanki iş unvanı yazmada hukuki sınırlamalar varmışçasına bir yaklaşımla değerleme yapardı. Sevgili Dayıcığım, nereden bilecek kendisine kendi bulunduğu ortam nedeniyle denk gelenlerin abartı boyutlarını, nereden bilsin kendisini kim nasıl tanıtmak istiyorsa öyle kart bastırmış, nereden bilsin bu muhteremleri, essah belleyip dururdu. Bu cepte mutlaka bir de kalem olurdu, ama kurşun, ama tükenmez, ki son dönemlerde sadece tükenmez idi, neden kalem taşıdığı konusunda kimsenin cevap verebileceğini zannetmiyorum, kendisinin herhangi bir not aldığı ya da bir şeyler yazdığına dair bir şahadetim olmadı. Ancak son dönemlerde telefon yaygınlaşınca artık telefon numarası yazmak gibi bir usul geliştirmiş idi. Telefon görüşmelerini de müdavimi olduğu Çeşme’nin en eskilerinden sayılan Saffet Dinçalp’in çalıştırdığı Sahil Restorandan ihbarlı yazdırdığı telefonlardan gerçekleştirir idi. İlaveten Sahil Restoran denince, sahibi Saffet Bey ve Oğullarından Yener’i de saygıyla yad edelim, nurlar içinde olsunlar. Dayım müdavimdir dedim ya; gerçek müdavimdir, zannedersiniz ki orası yoklama yapılan yerdir ve o da yok yazılmaya hiç de hazır değildir. Genellikle masa ortakları, Fehmi Karababa, Uğur Öztin ve Mehmet Çınar (Çekirge) idi. Bu büyüklerimi de saygı ile yad edip nurlar içinde olmalarını temenni ederim.

Hafif abartı ve yer yer gerçek olmayan tevatürlere sarılmış olan bu abide adamı bir yazıya sığdıramadım. Haftaya devam… Bana 12 eylülün mapushanelerinde verdiği desteği, Çiftlik köyünün ilk minibüsü “karayılan”ı, sünnetimde hayatımın ilk saatini hediye edişini, hastahanede yatarken kolaylıkla bulunamayacak olan bir radyo getirip ajansları dinleyebileceğimi söylemesi, Ilıca’daki “Ankara Otel” sergüzeşti ve benzeri diğer anılarımı yazmaya devam… Hay Allah, sıkı bir antikomünist olan ve hayata yorum manasında, hemen hemen hiç de ortak bir yanımızın olmadığı bu adamla ilgili neler hatırlıyorum ve bir yazıya sığmıyor. Demek ki kendisi ile tıpkı o günlerde yaptığımız gibi rakı içip, tartışıp konuşmayı ne de özlemişim meğerse… Huzur içinde uyu kara gözlü “KARAGÖZ”.

Hiç yorum yok: