Evin
tek oğlu, bu yüzden ziyadesi ile “yüzbulmuş”, biraz da mübadillerde olduğunu
her daim gözlemlediğim erkek çocuğu kollama ve kayırma geleneği tezahürü bir
şımarmışlık vardı üzerinde. Mübadillerde, en azından bizimkilerde, annem ve tüm
teyzelerimde de hayatlarının sonuna kadar gözlemlenebilecek bir davranış olarak
erkek çocuk kutsaması varittir. Ağa çocuğu, Ömer Ağa’nın torunu Ahmet’in oğlu
Yaşar, dayım Yaşar Karagöz, Dedenin mülkiyetine yönelik birkaç bin küçükbaş
hayvan tevatürü, sayısı üstüne çeşitli “binler” ve katları zikrediliyor, dilin
kemiği yok şüphesiz. Hay Allah, “adı yok yaylasında, beş bin koyunum var benim”
türküsü geliyor da aklıma, gülüyorum. Türkiye tarım ve hayvancılık serüvenin
adeta bir numunesi gibi, ne kendisi ve ne de ondan sonrakiler bu kapasitede
tarım ve hayvancılık yapmadılar, her geçen gün azalarak, sonunda da bitiyor. O
her daim benim için tek “dayı” ve ben de onun için, kendi deyimi ile “hemşiresinin”
oğlu diyeceği yerde sürekli uyarmama rağmen bir türlü düzeltmediği biçimi ile “hemşerisinin”
oğlu idim ve bazı takdimlerinde istediği etkiyi yaratmadığını görmesine rağmen
düzeltmeye de hiç çabalamadı diyebilirim.
Kış
aylarında, siyah pardösü, her daim güzel ütülenmiş kahverengi pantolonu, siyah
ve burnu hafif sivri ayakkabısı, göğüs cebi mutlaka olan bir gömlek, yaz
aylarında ise değişmez tip gömleği, pantolonu ve ayakkabısı, baharda ise giyimi
tamamlayan bazen kahverengi bazen de grili alacalı bir ceket, bunların sadece
eskileri gider yenileri gelirdi ama renkler baki kalırdı. Demek ki bu renkler
taviz vermek istemediği tercihi imiş. Pantolonun ütü izi müthiş idi ya da ben
öyle hatırlıyorum, ama pantolonun asgari 5 kg’lik kömür ütüsü karşısında
yapacağı başka bir şey yoktu. O devir, en azından bizlerde, kömür ütüsünden
başka seçenek yoktu ki. Yıllar sonra Hindistan’da çalıştığım dönemde hatta en
asri semtlerde bile sokak aralarında, çadır düzeneği içindeki kuru
temizlemecilerde de görmüştüm, halâ kömür ütüsünün kullanılışını da şaşırmıştım. Neyse diyeceğim, devir
öyle, canım pantolonu hemen ütüleyeyim istiyor diye, fişi tak ütüyü kullan yok,
fişli ütün olsa ne yazar, fişi takacağın priz yok… Ayakkabı konusunda ise,
siyah tercihi dışında bir tercihi yoktu, varsa da ben şahit olamadım, ilaveten
bir ömür boyu tek tip bir ayakkabı olup sadece eskiyince yenilenen ama
muhtemelen her biri kunduracı el imalatı. Pantolon ve cekette en fazla tercih
ettiği alacalı da olsa hâkim renk kahverengi nadiren de gri idi. Elbise,
pantolon ve gömlekte dönemin en havalı kartviziti kabul edilen “tüccar
terzi”yi temsil eden “Terzi Çetin” idi. Çetin ağbimizi de bu vesile ile
saygıyla yad edelim. Nurlar içinde olsun. Sonraları benim de pantolonlarım burada
dikildi ama artık daha sonradan her biri kendi terzihanelerini açmış, sırası
ile çırak, usta ve kalfalık görevleri üstlenmiş Hasan ve Celal kardeşlerdi,
kesimi ve dikimi gerçekleştirenler.
İlk
evliliği uzun süremiyor, eşini kaybediyor, 2 oğlu oluyor, 2. Evliliği sonuna
kadar sürüyor, kendisi vefat etse de, eşi, Yengem Aişe halen yaşıyor ve bu
vesile ile de kendisine uzun ömürler dileyeyim. Nedense eşine karşı Nazım
Hikmet şiirindeki tarifi katıksız uyguluyor, hani tariftekinin hilafına
çaktırmadan bir yer veriyor mu, bilemiyorum ama veriyor idiyse de vallahi ben
hissedemedim. Maalesef ve muhtemeldir ki, kız kardeşlerin pek münasip görmedikleri
bir izdivaç gerçekleşmiş görüntüsü vermekten hiç kurtulamamıştır. Peki,
karısını sever mi idi, evet tüm beğendiği diğer kadınlardan fazla severdi, çünkü
her defasında istikamet Aişe’nin yanı idi, ben buna şahitlik edebilecek kadar
anı biriktirdim kendisi ile ilgili. Bu kadar ile iktifa edelim…
Soyadına
münasip davranışlar gösterir, gözü karadır “Karagöz”ün, şüphesiz organize
güçlere mukabelede kullanılan göz karalığı değildir bu. Bu göz karalığının, bu
mangal gibi yüreğin ardında kimsenin inanamayacağı kadar yumuşak ve duygusal
bir insan bulunur ki buna defalarca şahitlik ettim. Anne ve kız kardeşlerine
karşı yufka yüreği, sulu gözleri her ihtiyaç anında vazifelerini eksiksiz yaparlardı.
Kardeşleri yalandan bile olsa, bir dertlerini, bir zor anlarını yeter ki aktarsınlar
kendisine, behemehal aktarılan konuya göre, cesaret ihdası ya da sınırsız
yardım arzı ya da birlikte hüzün, gam ve kederin kaleleri fethedilirdi. Evet,
ağlamaksa ağlamak, o koca adamının ağladığı anlardaki duygu patlaması hala
gözümün önündedir. Evet, bu koca yürekli adam aynı zamanda bir küçük çocuk bile
olabiliyordu. Bu hallerinin tamamı hakikat olup hiçbir rol kırıntısına
rastlamak kabil değildi.
Sadri
Alışık ile karışık Ayhan Işık ince çizgi bıyıklı dayım; daha önce yazdığım
üzere gömleğinde mutlaka göğüs cebi olurdu ve bu cep sürekli bir vaziyette dopdoludur,
biriktirdiği ve kendince önemli saydığı muhteremlerin kartvizitleri hep orada desteleniyordu.
Bu muhteremler ihtiyaç halinde yaraya merhem olurlar mı idi, hiç zannetmiyorum,
bu yönde aksi bilgi de varit olmamıştır. Önemli saydığı kişilerin kartvizit
sunumları çok şatafatlı olunca, herkesi kendi gibi belleyen ve sanki iş unvanı
yazmada hukuki sınırlamalar varmışçasına bir yaklaşımla değerleme yapardı.
Sevgili Dayıcığım, nereden bilecek kendisine kendi bulunduğu ortam nedeniyle
denk gelenlerin abartı boyutlarını, nereden bilsin kendisini kim nasıl tanıtmak
istiyorsa öyle kart bastırmış, nereden bilsin bu muhteremleri, essah belleyip
dururdu. Bu cepte mutlaka bir de kalem olurdu, ama kurşun, ama tükenmez, ki son
dönemlerde sadece tükenmez idi, neden kalem taşıdığı konusunda kimsenin cevap
verebileceğini zannetmiyorum, kendisinin herhangi bir not aldığı ya da bir
şeyler yazdığına dair bir şahadetim olmadı. Ancak son dönemlerde telefon
yaygınlaşınca artık telefon numarası yazmak gibi bir usul geliştirmiş idi. Telefon
görüşmelerini de müdavimi olduğu Çeşme’nin en eskilerinden sayılan Saffet
Dinçalp’in çalıştırdığı Sahil Restorandan ihbarlı yazdırdığı telefonlardan
gerçekleştirir idi. İlaveten Sahil Restoran denince, sahibi Saffet Bey ve
Oğullarından Yener’i de saygıyla yad edelim, nurlar içinde olsunlar. Dayım
müdavimdir dedim ya; gerçek müdavimdir, zannedersiniz ki orası yoklama yapılan yerdir
ve o da yok yazılmaya hiç de hazır değildir. Genellikle masa ortakları, Fehmi
Karababa, Uğur Öztin ve Mehmet Çınar (Çekirge) idi. Bu büyüklerimi de saygı ile
yad edip nurlar içinde olmalarını temenni ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder