Pazar, Temmuz 26, 2020

AĞLASUN AY ŞAFAĞI – TARİHİNİ SEVDİĞİM ÜLKEM

Geçenlerde yolumu Burdur’a düşürüp önce Salda Gölü bilahare de Sagalassos’a çıktım. Çıktım diyorum çünkü yaklaşık 1.100 rakımlı Ağlasun’dan geçip yine yaklaşık 7 km’lik yolu döne döne 1.750 rakımlı tepeye varılıyor. Varılınca da ne kadar önemli bir “Antik kent”e gelindiği hemen anlaşılıyor. Bilgi ve uzmanlık alanım olmadığı için çok detaylı anlatımlar yapabilmem şüphesiz söz konusu olamaz, kentin arkeolojisi, antropolojisi ve sosyolojisi üstüne. Ancak, ülkesinin tarihini, kültürünü merak eden ve araştıran bir vatandaş olarak, kent üstüne kelam etme olanağı verecek, büyüklük ve görkemi tespit etme açısından her antik alanda yaptığım gibi, öncelikle tiyatro ya da agora uğradığım yer oluyor, burada da önce “Tiyatro” yapısına yönleniyorum. Muhteşem bir yapı olduğu kesin, şüphesiz “Efes” ve “Aspendos”daki benzerleri gibi değil lakin şehrin nüfusunun farklı farklı kaynaklara göre 5.000 ila 30.000 arasında olduğu yazılmakla birlikte yaygın kanaat yaklaşık 5.000 olduğu ve tiyatrosununsa 7.000 kişilik olduğudur. Ayrıca şehrin üst kotlarında bulunuyor olmasının yanında Kente hakimiyeti açısından da değişik bir durum oluşturmaktadır. Diğer taraftan da Kentin kurucusunun “Marcus Aurelius” olduğu bilinmekte ve de bilindiği üzere kendisi en önemli 5 Roma İmparatordan birisi olmakla birlikte bunun yanında önemli bir feylesof ve şehir plancısıdır. Ayrıca güzel Şehrimiz İzmir’in de deprem ile büyük ölçüde yok olması üzerine kenti yeniden inşa ve ihya etmesi hasebi ile hemşerimiz de sayılmalıdır. Aynı zamanda rivayet o ki mezkûr İmparator Roma’nın fakir ve ezilen kesimlerinin yanında yer alarak zenginlere karşı tavır almış, artık nasıl oluyorsa…   

Kent, estetik kaygılar gözetilerek tasarlanmış ve o güne kadar oluşmuş estetik değerler muhteşem şekilde kullanılmış hissini her ziyaretçide ören yerine adım atar atmaz oluşturmaktadır. Uygarlık ve estetik bir kentte ne biçimde hayatiyet bulur, işte bunun adeta bir resmi geçididir, Antoninler Çeşmesi ve Agorası, Tiyatro, Kütüphane, Yamaç Evler, Lüks Mallar Pazarı, Geç Helenistik Çeşmesi başta olmak üzere mimari eserler ve yerleştirilen heykellerden söz etmek kanıt için yeterli olacaktır. Depremden ötürü oluşan muhtemel heyelan ile tamamen toprak altında kalan “Antoninler Çeşmesi”, hünerli ellerin yaptığı kazılar sonrası tamamen açığa çıkarılıp ayağa kaldırılmış ilaveten de orijinal su kaynağına yeniden bağlanarak müthiş bir görsel şölen oluşturulmuş vaziyettedir. Gerçi “su”ya harici takviyeler yapıldığının her türlü işareti de açıktan görülmektedir ama olsun o kadar kusur kadı kızında da olur misalinden tamamı kabulümüzdür. Diğer taraftan, uzmanı olmamama rağmen nedense “ciyak” diye sırıtan ve bana göre hiç de uygun olmayan bir kütüphane restorasyonu var ki, ilgili Bakanlıkta ehliyetsizliğin ve beceriksizliğinin bayağı mesafe kat ettiğinin ispatıdır adeta. Gerçi, burada olmasa da başka yerlerde nadide örneklerine rast geldiğimiz “restorasyonda PVC kapı pencere” kullanma becerisine sahip bir Milletin ahfadı olarak bilime, tarihe ve geleneğe takla attırmışlığımız da az değildir. Neyse burada nihayetlendirelim bu manadaki eleştirilerimizi. Diğer taraftan her türlü abuk subuk projeye, kuruma ya da uygulamaya “kaynak” bulan ya da yaratan Canım Ülkemin 4.000 civarında olduğu bilinen “antik kentlerin” ihya edilmesine kaynak bulamamasının ya da bulmamasının bir kez daha tanığı olmanın da burukluğunu üzerimden atamıyorum. Neredeyse her 200 km² ye bir antik kent düşen canım yurdumun bu varlığını tarihsel bilgiye, bilimsel veriye ve de turistik biriktirmeye dönüştürememiş olması kafaların ne ile meşgul olduğunun bir başka ifadesidir. Şüphesiz kolay değil, bir taraftan kendi yaratıp büyüttüğün problemlerle boğuşacaksın diğer taraftan da bu problemlerin uluslararası tsunamileri ile… Ve de beyt ül malı da yanlış insanlara teslim edeceksin… Vay ki vay…

Kalıntı ve buluntuların bu hali ve miktarı ile bile kente nasıl bir itina gösterildiğinin, nasıl bir kent kültürü oluşturulduğunun kanıtı iken kentin tamamına bir projeksiyon yapılabilmesi halinde ne muhteşem bir görüntü oluşabileceğinin hayali cihana bedeldir, misali. “Lüks ürünler pazarı” adı ile bir alanın olması ise çok enteresandır açıkçası, düşünün ki, çokça kullanılan bir kervan güzergahı üstünde değilsiniz, görece çok büyük bir nüfusa sahip değilsiniz, adından fazlaca söz ettirecek kadar zengin de değilsiniz.

Dönemin gerçekliği olmakla birlikte, her antik kente yaşadığım, “kim bilir kaç köle bu uğurda can vermiştir” ve “bu kadar mermer nereden ve nasıl taşınmış ve işlenmiştir ve bu uğurda ne kadar insan ve hayvan kaybı yaşanmıştır” sorularının bende yarattığı duygusallığın zihni yorgunluğunu ve yürek daralmasını daima hissederim. Burada ayrıca görkemli dağın yamacına kurulmuş ve nüfusu mezkûr rakamlara ulaşmış bir kentin gıda ve giyim ihtiyacı nasıl karşılanmıştır sorusu önem arz ediyor. Çok muhtemel ki “yazı”da tarım, bayırda hayvancılık yapılmış ama her halinden korunma ihtiyacının kuruluş yeri seçimine istinaden yüksek olduğu var sayılarak, tarımın kendisi ve hasadı arasındaki sürede gıda ve hayvancılık güvenliği nasıl sağlanmıştır ve bu uğurda ne kadar güvenlik görevlisi bulunmuştur, vs vs. Hülasa nüfusun ne kadarı köle rejimine tabi ne kadarı asker rejimine tabi, enteresan düşünceler şekilleniyor insanın kafasında. Her şeye rağmen kentin terk edilmesinde ya da sönmesinde ya da yok oluşunda mezkûr etmenler dışında doğanın gazabı etkili oluyor ve bir depremle yerle bir oluyor ne yazık ki ve hala insanoğlunun ders almaması nedeni ile hala kentlerini depremlerle kaybetmeleri gibi.

Ağlasun deyince de büyük şair Hasan Hüseyin Korkmazgil’in “Ağlasun Ay Şafağı” adını verdiği şiir kitabı hemen akla gelir, bizim kuşak ve cenah için, Şair, eşinin memleketi olan Ağlasun’da bir dönem yaşar ve o dönem Sagalassos’u görür. Kentin harap ve bakımsız halini görünce, buradaki uygarlık ve insanlığın binlerce yıllık birikiminin yok olması karşısında mezkûr kitapta yer alan “nehir” başlıklı ve duygularını tarihsel süreç içine yerleştiren bir şiir yazar.

Damlanın damlayı itişidir bu

Dalganın dalgaya bindirişidir

Ellerim Lagaş’tan

Hattuşaş’tan geliyor

Sesim benim

Gılgamış’tan

Homeros’tan

Dede korkut’tan

Ateşte ölmeyenim ben

Suda boğulmayanım

Ellerimde döndü dünyanın ilk tekerleği

Ilk ateşti ilk sözüm, şu ellerimdi

Mavi gök tanığımdır

Yağız yer tanığımdır

Altuni güneş tanığımdır ki

Dünyada ilk ben sevdim barışı

Atları nehirleri

Kızarmış ekinleri

Ormanlı baharları

Sever gibi sevdim

Ilk ben barışı

Yüzümde binlerce yıllık göçün

O evrensel çizgileri

Dünyada ilk ben sevdim kavgayı

Barışa varmak için

 


1 yorum:

KARALAMA DEFTERİ dedi ki...

Antik kent Sagalassos'a güzel bir yolculuk yaptırdın. Hasan Hüseyin de yüreğimize su serpti. Teşekkürler.