Pazar, Ağustos 16, 2020

HUZURU YUVANDA, BALIĞI HASAN’DA…

Güzel Çeşme’mizin henüz rant avcılarının direk ve açıktan hedef olmadığı dönemdir, huzur, sükûnet, dinlenme arayışının adeta başkentidir. Sulh ve salah kenti İzmir’in yazlık banliyösü gibi görünmesine karşın hatırı sayılır sayıda yabancı turistin de destinasyon ve geçiş yeridir. Kimse bu yazılanların, yaşların ilerlemesine bağlı birer eskiye özenme ve öykünme ifadesi olduğunu düşünmesin. Varsa yoksa “para kazanma” hırsının genelde Canım Yurdumu özelde de Çeşme’yi ne hale getirdi, hala görül(e)memişse, yapılacak bir şey yoktur, ne söylense beyhude. Çeşme’de kaç tane “balık kayaf’ı” kaldı, bir bakın etrafınıza, ticari manada kaç tane un değirmeni kaldı, kaç tane zeytinyağı fabrikası kaldı, vs vs… Şimdi anlatıyorlar da, hani büyüklerimizin beğenmeyip te değiştirdikleri 70’li yılların Çeşme’sinde kaç adet balıkçı kayafı vardı ve buralar kaç büyüğümüzün medar-ı maişeti idi, hızlıca sayalım o kısacık Çarşının aşağısından yukarısına doğru. Balıkçı Seydi Ahmet birlikte Arnavut Kemal, Osman Yamaner, Balıkçı Arap Mehmet birlikte Ahmet Sinan ve Kaparo Kemal, Balıkçı Hasan birlikte Dalyanlı Şaban, Köse İbrahim, Dalyanlı Şükrü ve Ovacıklı Orhan ise şu anda isimlerini hatırlamadığım 2 büyüğümüz ile idiler. Bu büyüklerimizin her biri nevi şahsına münhasır ve her biri çarşımızın nadide esnafları olup çarşının maksimum 70 mt’lik bölümünde sıralanmakta idiler. Sonra ne oldu ise oldu, ihtisas çarşıları moda oldu yani benzer esnaflar bir yere toplanacak trendi. Dönemin Belediye Başkanı Nuri Ertan mezkûr balıkçıları, adı arabacılardan balıkçılara dönen sokağa topladı. Oysa onlar çarşının nadide gülleri ve çeşitliliğin numuneleri ve adeta tek tipliliğe inat idiler. Daha o zamanlar sanayi tipi balıkçı gemiler ile balıkçılık icrası yapılmazdı ve bu yüzden de görece az yakalanan balık yine Çeşme’de gerek Çeşmeliler gerekse de yazlıkçılar ve otel müşterileri tarafından tüketilir idi… Öyle yok toprak havuz idi, yok çelik havuz idi tasnifi de yoktu ve tabir yerinde ise “balık ve balıkçılık yiğitliği” de dimdik ayakta idi. Oysa Dalyan, Çiftlik ve Çeşme balıkçılarının yakaladığı balık miktarı ise hiç de azımsanmayacak kadar olup yine de herkese yeter ve kısmen de İzmir Balık Haline sevk edilir idi. Balık kalite ve kandite tarif ve tasnifi için önemli bir kriter sayılabilecek ve balıkçılar ya da sadece iyi bilenler dışında kimselerce tüketilmeyen, şimdilerin ise bir hayli aranırı olan Adabeyi (iskorpit-çorba balığı) balıkçı tezgahlarında yer almazdı. Gerçi bilenler de çükali’de (toprak kap) fırında acılı ve bol domatesli “kakavya’sı” için her zaman tercihlerini beyan ederlerdi.

“Huzuru yuvanda, balığı Hasan’da” 
tabelası asılı dükkanında, Şaban Abi, Köse İbrahim Abi ve Şükrü Abi ile eski adliye binası girişi yanında bu işi yapanların ağır topu idi, Hasan Abi, (Hasan Fidan). Özellikle yaz aylarında tatil dönemlerinde, benim de çarşıda çalışmam hasebi ile sürekli bir muhabbet halinde idik. Şimdi baktığımda siyasal tercihleri farklı olmakla birlikte, Egeli olmanın alicenaplığı ile makul ve mantıklı yaşam tercihleri onları ne kadar da hoşgörülü yapmış meğerse, asla unutulmaz. Diğer taraftan da hayat ve hayat eğitimi Hasan Abimizi nüktedan ve hazırcevap insan haline de getirmiştir. Denk geldiğimiz gerek arkadaşları gerekse müşteriler ile göz yaşartan diyalogları vardır ki evlere şenlik. Bir keresinde daha önceden tanımadığı bir müşterisi balık alır ve temizletir, Hasan Abi balıkları temizlemeye başlar, müşteri birden balığın birinin gözü olmadığını fark eder ve seslenir; “balığın bir gözü yok” der, hemen müşteriye döner ve “hayırdır hocam, gazete mi okuyacakta gözü olmamasını dert ediyorsun” der, adamcağız da çaresiz haklısın der ama mırıldanarak. Hele onların bir öğlen yemek molaları vardı ki, yemek mi, eğlence mi, yoksa hepsi mi emin olun hala gözümün önünde canlanır o görüntü. Şaban ve Şükrü Abilerin çelebi ve bilge tavırlarının anlatımdaki sakinliğe, Hasan Abi ile Köse İbrahim Abinin yüksek sesle takılmalara ve gülmelere neden olmasını asla unutamam. Hülasa yemek yeme bile bir ritüel ve eğlence idi onlar için. Hele akşamları dükkânda yalnız kalan “Köse İbrahim’in” akşam yemeği ile içilen rakının ve çay ile içilen ilavelerin yarattığı harika keyif ve zevk ortamında çaldığı bağlama ile söylediği türküler asla unutulmaz. İbrahim abi’ye yanılıp yakılıp hele şu türküyü de bir çal dersen yandın alimallah, saatler süren zaman zaman da can sıkan akort işlerine girişir, bitmez tükenmez akort havası dinlersin gayri. Hele bir de “kara kaput” bestesi vardı ki evlere şenlik, günde birkaç kez dinlerdik, kara kaput namlı narkotik şube müdürünün ilgili mahalleleri basması, kontrolleri çok arttırması bu türkünün yakılmasına sebep olmuştur. “Kara kaput mahalleyi bastı, bizimkiler arka kapıdan kaçtı” gibi sözleri vardı hatırladığım kadarı ile ama temelde keyf verici madde bağımlılarının baskın yemesinin hikayesidir. İbrahim Abi bunu çok içli söylerdi vallahi, içi yanmış mı desem, iç yakıcı olduğu için mi desem, gerçi belki de tüm şıklar için. Bu vesile ile büyüklerimizden hayatta olanları muhabbetle kucaklayıp aramızdan ebediyen ayrılanları da hasretle yad etmiş olalım, nurlar içinde olsunlar.

Balık satışı denilince 70’li yılların fenomen “sinarit lotocusu” Mustafa Abimizi es geçersek konu eksik kalmış olur ebediyen. Hemen her gün yaklaşık 2,5 ya da 3 kilo sinarit bulunur, çarşıda bir aşağı bir yukarı çekiliş numaraları satılır ve sonra da çekiliş yapılır, artık kader kısmet diyelim, arada ufak tefek hile hurda oluyor mu idi, bana göre evet. Ama hayatın arda kalan bölümündeki ile kıyasladığında asla ve kat’a üzüntü verici bir şey çıkmazdı. Şimdi benzer bir çekiliş organizasyonunu devam ettiren bir hemşehrimiz daha var, o da mezkûr işi başarılı bir şekilde yürütüyor.

O zamanlar, şimdiki İnkilap Caddesi çift yönlü taşıt trafiğine açık idi lakin otomobil satışları “modern ülkelerde” 1000 kişiye bilmem kaç otomobil düşüyor gazı ve motivasyonu ile patlatılmamış olup şehir içi yayan ve diğer ulaşım ihtiyaçlarının toplu taşım araçları ile giderilmektedir. Zaten milletin de “hızlı hayata” ihtiyacı da yoktur esasen de olmamalıdır. Şimdi de aynı toplum mühendisleri direk ya da endirekt gazı ile “Cittaslow” işini öne çıkarıyorlar, aaa fena mı vallahi değil, katılıyorum da, destekliyorum da… Evet kapitalizm ve sermayenin bitimsiz ve doyumsuz iştahı her eve en az 1 araba noktasında değil henüz ve doğa egzoz gazına gark edilmemiş durumdadır mezkûr dönemde. Adama sorarlar dün gaza basıyordunuz şimdi de frene basmayı kutsuyorsunuz, sebep nedir diye… Hani bunları anlıyoruz mama ve nema meselesi peşindeler de lakin dün onlara alkış bugün bunlara alkış çalan zevatı ise hiç kabullenemiyorum. Bence Belediye; cadde adını değiştirmeksizin mezkûr çarşıyı “old bazaar” adı ile anılır hale getirmeli ve mümkün ise esnaf çeşitliliğini de öne çıkararak doğa ile uyumlu olacak şekilde öğlen saatlerinde de ziyaretçilerin hizmetine hazırlamalıdır. Çarşıyı yazmaya devam…

3 yorum:

Serdar dedi ki...

"Yurttaşlık" tanımlamalarindaki etno-kulturel ve politik-teritoryal yaklaşımlardan esinlenerek "Çeşmeli" sifatini alabilmek için yazılarınızı dikkatle okuyorum. Bilgileniyorum. Burada belki de teritoryal-kulturel kategorisi ihdas edip, daha bir Çeşmeli gibi hissediyorum. Selamlar.

ruhi mehmet çilek dedi ki...

Teşekkürler

Adsız dedi ki...

Çeşme çok şanslı...