O
zamanlar, şimdiki İnkilap Caddesi çift yönlü taşıt trafiğine açık idi lakin
otomobil satışları “modern ülkelerde” 1000 kişiye bilmem kaç otomobil
düşüyor gazı ve motivasyonu ile patlatılmamış olup şehir içi yayan ve diğer ulaşım
ihtiyaçlarının toplu taşım araçları ile giderilmektedir. Zaten milletin de “hızlı
hayata” ihtiyacı da yoktur esasen de olmamalıdır. Şimdi de aynı toplum
mühendisleri direk ya da endirekt gazı ile “Cittaslow” işini öne
çıkarıyorlar, aaa fena mı vallahi değil, katılıyorum da, destekliyorum da… Evet
kapitalizm ve sermayenin bitimsiz ve doyumsuz iştahı her eve en az 1 araba
noktasında değil henüz ve doğa egzoz gazına gark edilmemiş durumdadır mezkûr
dönemde. Adama sorarlar dün gaza basıyordunuz şimdi de frene basmayı kutsuyorsunuz,
sebep nedir diye… Hani bunları anlıyoruz mama ve nema meselesi peşindeler de
lakin dün onlara alkış bugün bunlara alkış çalan zevatı ise hiç kabullenemiyorum.
Bence Belediye; cadde adını değiştirmeksizin mezkûr çarşıyı “old bazaar”
adı ile anılır hale getirmeli ve mümkün ise esnaf çeşitliliğini de öne
çıkararak doğa ile uyumlu olacak şekilde öğlen saatlerinde de ziyaretçilerin
hizmetine hazırlamalıdır. Çarşıyı yazmaya devam…
Pazar, Ağustos 16, 2020
HUZURU YUVANDA, BALIĞI HASAN’DA…
Güzel Çeşme’mizin henüz rant avcılarının direk ve açıktan hedef olmadığı
dönemdir, huzur, sükûnet, dinlenme arayışının adeta başkentidir. Sulh ve salah
kenti İzmir’in yazlık banliyösü gibi görünmesine karşın hatırı sayılır sayıda yabancı
turistin de destinasyon ve geçiş yeridir. Kimse bu yazılanların, yaşların
ilerlemesine bağlı birer eskiye özenme ve öykünme ifadesi olduğunu düşünmesin. Varsa
yoksa “para kazanma” hırsının genelde Canım Yurdumu özelde de Çeşme’yi
ne hale getirdi, hala görül(e)memişse, yapılacak bir şey yoktur, ne söylense beyhude.
Çeşme’de kaç tane “balık kayaf’ı” kaldı, bir bakın etrafınıza, ticari
manada kaç tane un değirmeni kaldı, kaç tane zeytinyağı fabrikası kaldı, vs vs…
Şimdi anlatıyorlar da, hani büyüklerimizin beğenmeyip te değiştirdikleri 70’li
yılların Çeşme’sinde kaç adet balıkçı kayafı vardı ve buralar kaç büyüğümüzün
medar-ı maişeti idi, hızlıca sayalım o kısacık Çarşının aşağısından yukarısına
doğru. Balıkçı Seydi Ahmet birlikte Arnavut Kemal, Osman Yamaner, Balıkçı Arap
Mehmet birlikte Ahmet Sinan ve Kaparo Kemal, Balıkçı Hasan birlikte Dalyanlı
Şaban, Köse İbrahim, Dalyanlı Şükrü ve Ovacıklı Orhan ise şu anda isimlerini
hatırlamadığım 2 büyüğümüz ile idiler. Bu büyüklerimizin her biri nevi şahsına
münhasır ve her biri çarşımızın nadide esnafları olup çarşının maksimum 70 mt’lik
bölümünde sıralanmakta idiler. Sonra ne oldu ise oldu, ihtisas çarşıları moda
oldu yani benzer esnaflar bir yere toplanacak trendi. Dönemin Belediye Başkanı
Nuri Ertan mezkûr balıkçıları, adı arabacılardan balıkçılara dönen sokağa
topladı. Oysa onlar çarşının nadide gülleri ve çeşitliliğin numuneleri ve adeta
tek tipliliğe inat idiler. Daha o zamanlar sanayi tipi balıkçı gemiler ile
balıkçılık icrası yapılmazdı ve bu yüzden de görece az yakalanan balık yine
Çeşme’de gerek Çeşmeliler gerekse de yazlıkçılar ve otel müşterileri tarafından
tüketilir idi… Öyle yok toprak havuz idi, yok çelik havuz idi tasnifi de yoktu
ve tabir yerinde ise “balık ve balıkçılık yiğitliği” de dimdik ayakta idi. Oysa
Dalyan, Çiftlik ve Çeşme balıkçılarının yakaladığı balık miktarı ise hiç de
azımsanmayacak kadar olup yine de herkese yeter ve kısmen de İzmir Balık Haline
sevk edilir idi. Balık kalite ve kandite tarif ve tasnifi için önemli bir
kriter sayılabilecek ve balıkçılar ya da sadece iyi bilenler dışında kimselerce
tüketilmeyen, şimdilerin ise bir hayli aranırı olan Adabeyi (iskorpit-çorba
balığı) balıkçı tezgahlarında yer almazdı. Gerçi bilenler de çükali’de (toprak
kap) fırında acılı ve bol domatesli “kakavya’sı” için her zaman
tercihlerini beyan ederlerdi.
“Huzuru yuvanda, balığı Hasan’da” tabelası asılı dükkanında, Şaban Abi, Köse İbrahim Abi ve Şükrü Abi ile eski
adliye binası girişi yanında bu işi yapanların ağır topu idi, Hasan Abi,
(Hasan Fidan). Özellikle yaz aylarında tatil dönemlerinde, benim de çarşıda
çalışmam hasebi ile sürekli bir muhabbet halinde idik. Şimdi baktığımda siyasal
tercihleri farklı olmakla birlikte, Egeli olmanın alicenaplığı ile makul ve
mantıklı yaşam tercihleri onları ne kadar da hoşgörülü yapmış meğerse, asla
unutulmaz. Diğer taraftan da hayat ve hayat eğitimi Hasan Abimizi nüktedan ve
hazırcevap insan haline de getirmiştir. Denk geldiğimiz gerek arkadaşları
gerekse müşteriler ile göz yaşartan diyalogları vardır ki evlere şenlik. Bir
keresinde daha önceden tanımadığı bir müşterisi balık alır ve temizletir, Hasan
Abi balıkları temizlemeye başlar, müşteri birden balığın birinin gözü
olmadığını fark eder ve seslenir; “balığın bir gözü yok” der, hemen
müşteriye döner ve “hayırdır hocam, gazete mi okuyacakta gözü olmamasını
dert ediyorsun” der, adamcağız da çaresiz haklısın der ama mırıldanarak.
Hele onların bir öğlen yemek molaları vardı ki, yemek mi, eğlence mi, yoksa
hepsi mi emin olun hala gözümün önünde canlanır o görüntü. Şaban ve Şükrü
Abilerin çelebi ve bilge tavırlarının anlatımdaki sakinliğe, Hasan Abi ile Köse
İbrahim Abinin yüksek sesle takılmalara ve gülmelere neden olmasını asla
unutamam. Hülasa yemek yeme bile bir ritüel ve eğlence idi onlar için. Hele
akşamları dükkânda yalnız kalan “Köse İbrahim’in” akşam yemeği ile
içilen rakının ve çay ile içilen ilavelerin yarattığı harika keyif ve zevk
ortamında çaldığı bağlama ile söylediği türküler asla unutulmaz. İbrahim abi’ye
yanılıp yakılıp hele şu türküyü de bir çal dersen yandın alimallah, saatler
süren zaman zaman da can sıkan akort işlerine girişir, bitmez tükenmez akort
havası dinlersin gayri. Hele bir de “kara kaput” bestesi vardı ki evlere
şenlik, günde birkaç kez dinlerdik, kara kaput namlı narkotik şube müdürünün
ilgili mahalleleri basması, kontrolleri çok arttırması bu türkünün yakılmasına
sebep olmuştur. “Kara kaput mahalleyi bastı, bizimkiler arka kapıdan kaçtı”
gibi sözleri vardı hatırladığım kadarı ile ama temelde keyf verici madde
bağımlılarının baskın yemesinin hikayesidir. İbrahim Abi bunu çok içli söylerdi
vallahi, içi yanmış mı desem, iç yakıcı olduğu için mi desem, gerçi belki de
tüm şıklar için. Bu vesile ile büyüklerimizden hayatta olanları muhabbetle
kucaklayıp aramızdan ebediyen ayrılanları da hasretle yad etmiş olalım, nurlar içinde
olsunlar.
Balık
satışı denilince 70’li yılların fenomen “sinarit lotocusu” Mustafa
Abimizi es geçersek konu eksik kalmış olur ebediyen. Hemen her gün yaklaşık 2,5
ya da 3 kilo sinarit bulunur, çarşıda bir aşağı bir yukarı çekiliş numaraları
satılır ve sonra da çekiliş yapılır, artık kader kısmet diyelim, arada ufak
tefek hile hurda oluyor mu idi, bana göre evet. Ama hayatın arda kalan bölümündeki
ile kıyasladığında asla ve kat’a üzüntü verici bir şey çıkmazdı. Şimdi benzer
bir çekiliş organizasyonunu devam ettiren bir hemşehrimiz daha var, o da mezkûr
işi başarılı bir şekilde yürütüyor.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
3 yorum:
"Yurttaşlık" tanımlamalarindaki etno-kulturel ve politik-teritoryal yaklaşımlardan esinlenerek "Çeşmeli" sifatini alabilmek için yazılarınızı dikkatle okuyorum. Bilgileniyorum. Burada belki de teritoryal-kulturel kategorisi ihdas edip, daha bir Çeşmeli gibi hissediyorum. Selamlar.
Teşekkürler
Çeşme çok şanslı...
Yorum Gönder