Cumartesi, Ekim 03, 2020

İBRAHİM PAŞA TABYALARI

Sonbahar gezileri kapsamında yolumuzu Pozantı’ya düşürdük. Pek bilinmez olmasına rağmen benim açımdan çok önemli bir turizm merkezi olup esasen de ne yaşayanları ne de yöneticileri bu işin farkında olunmadığı görüntüsü vermektedirler. 1902 de Bağdat Demiryolu kapsamında Torosların bu geçidinin aşılması adına yapılan müthiş çalışmalar ve bu çalışmaların üssü “Belemedik Köyü” şantiyesi bile başlı başına her detayın hem de geçen yüzyılın başında bugünkülere bile ilham verecek şekilde tesis edilmiş olması görülmeye değerdir. Yemyeşil bir vadi, Çakıt Çayı ve her daim insana özgürlüğün, kaçısın, ele geçmezliğin ve de ele vermezliğin sembolü dağların değişik orman örtüsü ile kaplı halinin yarattığı yer yer sükûnet, yer yer ürperti ve zaman zaman düdük sesleri ile geçen trenin sizi yeniden merkeze bağlar hali muhteşem. İşte tam da burada 12 adet “Tünel” ve en ünlüsü ve yapım tekniği ile yükseklik ve geçtiği açıklık açısından en muhteşemi “Varda Köprüsü” olmak üzere toplam 7 adet köprünün bulunduğu demiryolu inşaatı için çalışacak personelin ihtiyacına binaen resmi olarak Hastahane, Postahane, Fırın, Yemekhane, Sinema gibi lojistik tesisleri bile düşünülmüş ve de hatta gayri resmi olarak faaliyet gösteren “genelev” bile oluşmuş devasa bir yerleşke imiş. Bu “şantiye” konusunu, planlama, organizasyon, yerleşke ve sair sosyal faaliyetler açısından ele alarak ayrı bir yazı konusu yapmayı planlamaktayım. 

Şimdi gelelim, yazı başlığındaki konuya. Bilindiği üzere; “İbrahim Paşa” Osmanlı Padişahlığının Mısır Hidivi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın mahdumudur. Ve yine iyi bilindiği üzere, Mısır Hidivliği batı ile özellikle de Fransa ile olan iyi münasebetleri neticesinde modern tarım ve askeri uygulamaların sıkı takipçileri olmuşlardır. Fransa ile iyi münasebetlerin nişanesi olarakta Mısır’daki Luxor Tapınağının girişindeki 2 obeliksten 1’ini (dikilitaş) bugün hala dikildiği yerde durur şekilde Paris’in en müstesna muhitinde sergilenmek üzere hediye etmişlerdir. Modern ama her hali ile Osmanlı işte, gözünü kırpmadan bir tapınağı, bir obeliksi hediye edebiliyor.

Mısır Hidivliği Osmanlı ile ilki 1831-1833 arasında olmak üzere 2 kez ciddi manada savaşa tutuşurlar ve 2. sindeki 1839 ile 1841 yılları arasında gerçekleşir ve Osmanlı’nın külliyen yenilgisi ile sonuçlanır. Mısır Hidivinin oğlu Kavalalı İbrahim Paşa Orduları ile Osmanlı’nın tüm Orta Doğu ile ilişkisini keser. Dönem itibari ile tekstil sektörünün pamuk teminini yaptığı uçsuz bucaksız Amerika’da iç savaş patlar ve pamuk temini inkitaya uğrar. Ve Çukurova’ya gün doğmuştur. İşte o dönemde Çukurova’da pamuk üretimi, yeni tohum yanında mevcudun ıslahı ve yeni metotlar ve teknikler ile başta Manchester ve Paris olmak üzere batının tekstil endüstrisinin ihtiyacının karşılandığı yeni alan olur. Yine aynı dönemde artan ihtiyacı karşılamak üzere üretim artışını temin için çeşitli yerlerden büyük ırgat aktarılmaları olmuştur. Adana’nın kavurucu sıcağına dayanacağı düşünülen ağırlıklı Suriye’den olmak üzere ciddi bir Arap nüfus getirilmiştir. Adeta Pamuk ve Adana’yı ayrılmaz ikili tanımına sokan gelişmeler bu dönemde yaşanıyor, Fransız gezgin Langlois’in aktardığına bakılınca da; artık 1853’lere gelince Adana vilayetinde 50 pamuk işleme evi, 10 keçe yapımevi, 22 basmahane, 40 masara yeri faaliyette bulunmaktadır.

Siz bakmayın öyle konunun tarihçi olmayan lakin kerameti malum yerlerden menkul ve muteber Osmanlı tarihçileri tarafından konunun “Mısır İsyanı” diye küçültülerek ya da önemsizleştirilerek takdim ediliyor olmasına, durum hiç izah edildiği gibi değildir ve sonuç düpedüz yenilgidir. Hatta o kadar yenilgidir ki; Filistin, Lübnan, Suriye, Hicaz, Girit Adası, Çukurova artık Osmanlı Hükümranlığından çıkmıştır, hatta İbrahim Paşa’nın ordugahını Kütahya’ya kurduğuna dair de bilgiler mevcuttur, yine malum zevat tarafından rivayet olunur ki, Uluslararası odaklar komplolarla oldu bittiler yaratmıştır. Lakin bu savaşlarda Osmanlı’nın bağlaşığı Britanya Krallığı, Avusturya İmparatorluğu ile Prusya Krallığıdır bu görmezlikten gelinir ve bu bağlaşıklık İngiltere’nin Ortadoğu’ya kalıcı olmak kaydıyla müdahalesinin başlangıcıdır.  Sonra ne mi olur, işte iddia edilenin tam aksine bu bağlaşıklık neticesinde Ortadoğu’ya yerleşen Birleşik Krallık (İngiltere) bilahare bilinen her türlü herzenin düzenleyicisi ve azmettiricisi olur ve sürgünleri bu günlere kadar uzanan ve malum sonuçları olan İngiltere-Tarikat ilişkilerinin tohumu atılır.

Neyse bu değerlendirmeleri erbap tarihçilerden okumaya devam edelim ve asıl konumuza dönelim. Evet artık başta Çukurova olmak üzere bölgede kalıcı olmaya hazırlanan Mısır Hidivliği; yapılan yatırımların ve kazanılan toprakların korunması adına Osmanlı’ya karşı güvenlik tedbirlerini olağanüstü arttırır ve bu baptan Çukurova’ya yegâne bağlantı yolu olan Gülek Boğazının korunması adına tahkimatı arttırır. Bazı yerlerde mezkûr tahkimatın “Doğudan” gelecek tehlike ve saldırılara karşı yapıldığı söylense de bizatihi kendisinin doğulu oluyor olması bile başlı başına bir tekzip konusu gibi durmaktadır. Yolumuz Pozantı’ya düşünce bir araştıralım bakalım nereleri gezmeli ve görmeliyiz diye, görülecek yerlerden biri olarak karşımıza “İbrahim Paşa Tabyaları” çıkar ve gerek fotoğraflardan ve gerekse de bilgilerden mutlaka gidilesi bir yer gibi durduğu anlaşılmaktadır. Tanıtımlardan ve de özellikle Gülek Kalesi ile güvenlik konseptine uyumlu, Kızıl Tabya (Büyük veya Fenerli Tabya), Armutlu Tabya ve Ak Tabya (beyaz ya da ak tabya) mutlaka görülesi bir hal alır. Tamamı ile kompleks bir koruma aksı oluşturduğu anlaşılan bu tahkimatın dönem itibari ile iyi ilişkiler oluşturulan “Fransa”nın teknik ve askeri destekleri ile tesis edildiğine dair emareler ile bilgiler de mevcuttur. Ancak bana göre asıl önemlisi, Osmanlı’nın atanmış kişileri olmasına rağmen bilahare toprakların önemli bir kısmında ilk kez ayrı bir yönetim oluşturması daha da önemlisi kendilerini kalıcı hissederek, bu hem zaman hem de güvenlik içinde çalışma açısından kolay kolay inşa edilemeyecek tahkimatların yapımına girişmeleridir.   

Bu kadar bilgilendikten sonra ziyaret için yola çıkıldı, sonuç bir hayal kırıklığı… Tabyalara ulaşmakta ciddi zorluk çekiliyor, Belediyenin maalesef atık toplama alanı olarak kullandığını gördük. Şüphesiz bu topraklarda bu kabil eserlere adım başı rastlandığından bunları gün ışığına çıkarmak, restore etmek, korumak ciddi ve her açıdan maliyetli bir iştir ama böyle mi olmalı… Anladığımız kadarı ile daha da ciddi bir problem var, Mersin ve Adana illeri sınırında yer alması itibari ile de sahiplenme adına bir başka problem yaşanıyor, vs vs… Sonuçta dün hayvan damları olarak kullanılmış bu tabyalara bugün de ulaşmak gerçek manada çok zor. Böyle mi olmalı, hay Allah, çok üzüldüm vallahi. Başka bir kolay yolu da var idiyse ve biz bulamamışsak da bu benim haneme benim ayıbım olarak geçsin ama aynı zamanda bu benim kadar yine de idarenin bir kusuru olarak ortada durmaktadır.

 


Hiç yorum yok: