Giritli
Deresi yatağı; Giritli Ovası yönüne gidilince yaklaşık 10 ya da 15’mt lik bir
bant içinde kıvrılarak ama değişkenlik göstererek akardı, Derenin içinden
derenin suyunun akış miktar ve hızına bağlı olarak sürekli değişen bir patika
yol da bulunur idi ki bu yol da Ova ile Köyümüz arasındaki yegâne bağlantı idi.
Derenin denize bağlandığı yerde bugün “Yat Kaptanlığı Okulu” olarak
kullanılan ve ne yazık ki layıkı ile restorasyonu yapılamamış bina bidayette “Gümrük
İdarehanesi” olarak bilahare de Köyün İlkokulu olarak kullanılmış idi ta ki
Derenin karşı tarafındaki Okul binasının yapımına kadar. Çiftlik Köy Gümrük
işlemleri açısından çok önemli bir noktadır, Osmanlı dönemi Aydın Vilayeti
Salnamelerinde yer alan ihracaatı yapılan ürünlerin cins ve miktarına bakılınca
bu önem daha iyi anlaşılmaktadır. Mezkûr binanın şimdilerde artık balıkçı ve
yat barınağı yapımına kurban edilmiş “Eski İskele” tarafına ve şimdiki “Ramazan
Şenkul’un Kahvehanesine” doğru bulunan hizmet ve antrepo binalarının
yıkıntılarını hatırlayınca bu önem gözümüzde bir miktar daha artmaktadır. Umarım
bir gün okudukça, araştırdıkça mezkûr binalar manzumesinin planına, krokisine
ya da tarifine ya da kullanımı üzerine bilgi ya da belgelere denk geliriz. Açıkçası
çocukluğumuzun geçtiği, zaman zaman içerilerinde oynadığımız bu binaların işlevleri
üzerine detaylı bilgi edinmek beni çok mutlu ve bahtiyar edecektir.
Biz,
Dere’nin şimdilerde ıslah edilmesi üzerine Pazar yeri olarak düzenlenip hizmet
veren bölümüne devam edelim. Şimdiki Minibüs yolu üzerindeki köprüden; ki o dönemde
yok idi, yüzümüzü ovaya doğru çevirerek baktığımızda sağ tarafta “Balcı
Hilmi”nin nispeten büyük bahçesi ve arı kovanları bulunan arsası bulunurdu.
Hilmi Amca’mızın oğlu Halil benim çocukluk arkadaşım ve akranımdır. Hala zaman
zaman görüşür muhabbet ederiz. Ancak çocukluğumuzda bir kuşak büyüklerimizin
bizi her daim kızdırıp birbirimize düşürmek için yaptıkları provokasyonlar hala
aklımdadır. Lakin bal toplama dönemi bir başka ritüel idi gerçi bizim için
ritüel idi ama Hilmi Amca için öyle mi idi, hatırlamıyorum… Yoksa meşakkatli bu
işin, her kovanın duman üfleme ile arısı boşaltılacak, kaçmayan arılara rağmen
bal toplanacak, vs gibi zor ve ağır tarafları onlar için birer maişet mevzuu mu
idi, bilinmez, öyle tahmin ediyorum ki kendileri bile hatırlamıyordur o
duyguları şimdilerde… Yaz ortasında dereyi kullanarak tarlalarına gidenlerin,
dereyi geçişleri esnasında derede yer yer öbeklenmiş suyun başında susuzluğunu
gidermeye gelen arılar tarafından ve de ilaveten mezkur bal arılarını “besin
zincirlerinin” en önemli hedefi bilen ve kılan “eşek arılarının” kadrine uğramaları
çok sık karşılaşılan bir durum idi. Lakin her şeye rağmen, etrafta bulunan ama
özellikle de Hilmi Amca’nın tam karşısında derenin öte tarafında kalan ve de
sanki kiremitinden, tahtasından ya da kısmen taşından yararlanmak adına yarı
yıkık binaların olduğu metruk alandaki bahçelerde yetişen papatya, kır lalesi
başta olmak envai çeşit doğal çiçekten mamul balların tadına doyum olmazdı. Öyle
şimdiki ballar ile kıyası kabil mamuller değillerdi. Artık tüm bu yaşananlar
güzel birer anıdan ibarettir, ne yazık ki. Balcı Hilmi’nin evinden önce olabildiğince
küçük, içinde Çoşkun adında bir köylümüzün yaşadığı bir evin varlığını
hatırlıyorum lakin hayatı, çalışma alanları ile faaliyetleri hiçbir zaman ilgi
alanıma girmediğinden detay hatırlamıyorum.
Balcı
Hilmi’nin karşısında, Londi İbrahim’in evinden sonra, derenin diğer tarafındaki
metruk alan deyince, enteresan duygulara kapılıyorum. Geniş bir alan 10’dan
fazla oldukça büyük bahçeli ev ve sahipsizlik. Derenin karşı tarafında,
şimdilerde yerinde yeller esen, bilindiği ve söylendiği kadarı ile yakın
adaların ve bölgenin en büyük ve en önemli kilisesinin adeta mücavir alanındaki
müştemilatı durumunda metruk bir alan… Enteresan… Binaların sadece taş
duvarlarının hatta temellerinin dışında bakiyesi olmayan bir durum… İzaha
muhtaç bir alan… Şimdilerde yapılan kadastro çalışmalarına istinaden yeni
sahiplenmelere ya da eskilerine binaen tevzii…
Şu
anda geniş ismini hatırlayamadığım ve hayatta olmayan derenin ovaya çıktığı son
noktada “Kara Hasan” diye bildiğimiz bir büyüğümüzün evi bulunurdu, kilolu
ve tıknaz mezkûr büyüğümüzün dere kenarındaki kuru taş duvarı üzerindeki bir
hayli fazla olan teneke saksılardaki renk renk çiçekleri özellikle de
karanfilleri unutulmaz olmuştur benim için her daim. Şimdilerde, içinde otel, restoran
ve 2 de günübirlik tesisten türetilmiş malikane bulunan, Çeşme istikametinden
gelip Köy içine dönen yolun hemen sağında geniş bir arazisi vardı bu
büyüklerimizin köyümüzün en yaşlı zeytin ağaçlarının orada bulunduğu gibi bir
şeyler hatırlıyorum, yarım yamalak… Oğlu Süleyman ki yakınlarda kaybettik
kendisini köyümüzün mezarlığında bila bedel temizlik ve düzenleme işlerini de
yürütmüştür ömrünün bir bölümünde… Gerçekten kendisini salt bu nedenle bile
hayırla yad ediyorum. Diğer oğlu “Ali” ile bir kez artık ilerlemiş yaşlarımızda
karşılaştık, artık tarlalar yeni sahiplerine devredilmiş, yaratılan yeni
imkanlarla yeni hayatlar kurulmuş ama ne yazık ki büyük şehirde. Adeta bir
turizm işgali neticesinde tam anlamı ile değişmiş ve dönüşmüş hayatların
hikayesi saklı bulunuyor bu kıssa da…
Derenin
denize taraf şimdiki 65 sokak tarafında daha önce uzun uzun yazdığım ve
yazlarımın geçtiği Anneannem Hacer Karagöz’ün evinin tam karşısında, derenin
öte yanında Ayran Dayı (Mustafa Amca) ve oğlu Hasan Abi (Küçük Hasan) bir
hayli geniş bir evde yaşarlar idi. Hasan Abi evinin altında, zemin kattaki bir
odayı dükkâna çevirmiş, bakkallık yapardı bir yandan da, öyle şimdilerdeki gibi
sabahın köründen akşamın geç saatlerine kadar açık olan dükkanlardan değil. Tarla
ve çiftçilikten arta kalan zamanlarda yürütülen bir faaliyet idi. Çocuklarının
önemli bir kısmı çocukluk arkadaşım olan, şimdilerde artık ne yazık ki hayatta
olmayan Tunay ve Selim’i özlem ve saygı ile analım, yeri gelmiş iken. Beni bir
hayli fazla sevdiğini hatırladığım ve ömrünün son anlarında “Nefise’nin oğlu
Ruhi” diye hatırlayan Hasan Abi’nin dükkanından aldığımız nohut tozu ile
gazoz ve lokum ile bisküvi ikilileri müthiş etkilerdi bizleri o dönemde. Denilebilir
ki çocuklar için, belki de büyükler için de, mezkur dönemin en önemli
tandemleri bunlardı…
Hay
Allah dere derken etrafındaki birkaç ev ve mukimini kaleme dökünce yine bana
ayrılan yerin sonuna geldim. Dereye devam edeceğim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder