Cumartesi, Kasım 07, 2020

GİRİTLİ OVASI ve DERESİ HARMANLAR YANI-1

 

Giritli Deresi yatağı; Giritli Ovası yönüne gidilince yaklaşık 10 ya da 15’mt lik bir bant içinde kıvrılarak ama değişkenlik göstererek akardı, Derenin içinden derenin suyunun akış miktar ve hızına bağlı olarak sürekli değişen bir patika yol da bulunur idi ki bu yol da Ova ile Köyümüz arasındaki yegâne bağlantı idi. Derenin denize bağlandığı yerde bugün “Yat Kaptanlığı Okulu” olarak kullanılan ve ne yazık ki layıkı ile restorasyonu yapılamamış bina bidayette “Gümrük İdarehanesi” olarak bilahare de Köyün İlkokulu olarak kullanılmış idi ta ki Derenin karşı tarafındaki Okul binasının yapımına kadar. Çiftlik Köy Gümrük işlemleri açısından çok önemli bir noktadır, Osmanlı dönemi Aydın Vilayeti Salnamelerinde yer alan ihracaatı yapılan ürünlerin cins ve miktarına bakılınca bu önem daha iyi anlaşılmaktadır. Mezkûr binanın şimdilerde artık balıkçı ve yat barınağı yapımına kurban edilmiş “Eski İskele” tarafına ve şimdiki “Ramazan Şenkul’un Kahvehanesine” doğru bulunan hizmet ve antrepo binalarının yıkıntılarını hatırlayınca bu önem gözümüzde bir miktar daha artmaktadır. Umarım bir gün okudukça, araştırdıkça mezkûr binalar manzumesinin planına, krokisine ya da tarifine ya da kullanımı üzerine bilgi ya da belgelere denk geliriz. Açıkçası çocukluğumuzun geçtiği, zaman zaman içerilerinde oynadığımız bu binaların işlevleri üzerine detaylı bilgi edinmek beni çok mutlu ve bahtiyar edecektir.

 

Biz, Dere’nin şimdilerde ıslah edilmesi üzerine Pazar yeri olarak düzenlenip hizmet veren bölümüne devam edelim. Şimdiki Minibüs yolu üzerindeki köprüden; ki o dönemde yok idi, yüzümüzü ovaya doğru çevirerek baktığımızda sağ tarafta “Balcı Hilmi”nin nispeten büyük bahçesi ve arı kovanları bulunan arsası bulunurdu. Hilmi Amca’mızın oğlu Halil benim çocukluk arkadaşım ve akranımdır. Hala zaman zaman görüşür muhabbet ederiz. Ancak çocukluğumuzda bir kuşak büyüklerimizin bizi her daim kızdırıp birbirimize düşürmek için yaptıkları provokasyonlar hala aklımdadır. Lakin bal toplama dönemi bir başka ritüel idi gerçi bizim için ritüel idi ama Hilmi Amca için öyle mi idi, hatırlamıyorum… Yoksa meşakkatli bu işin, her kovanın duman üfleme ile arısı boşaltılacak, kaçmayan arılara rağmen bal toplanacak, vs gibi zor ve ağır tarafları onlar için birer maişet mevzuu mu idi, bilinmez, öyle tahmin ediyorum ki kendileri bile hatırlamıyordur o duyguları şimdilerde… Yaz ortasında dereyi kullanarak tarlalarına gidenlerin, dereyi geçişleri esnasında derede yer yer öbeklenmiş suyun başında susuzluğunu gidermeye gelen arılar tarafından ve de ilaveten mezkur bal arılarını “besin zincirlerinin” en önemli hedefi bilen ve kılan “eşek arılarının” kadrine uğramaları çok sık karşılaşılan bir durum idi. Lakin her şeye rağmen, etrafta bulunan ama özellikle de Hilmi Amca’nın tam karşısında derenin öte tarafında kalan ve de sanki kiremitinden, tahtasından ya da kısmen taşından yararlanmak adına yarı yıkık binaların olduğu metruk alandaki bahçelerde yetişen papatya, kır lalesi başta olmak envai çeşit doğal çiçekten mamul balların tadına doyum olmazdı. Öyle şimdiki ballar ile kıyası kabil mamuller değillerdi. Artık tüm bu yaşananlar güzel birer anıdan ibarettir, ne yazık ki. Balcı Hilmi’nin evinden önce olabildiğince küçük, içinde Çoşkun adında bir köylümüzün yaşadığı bir evin varlığını hatırlıyorum lakin hayatı, çalışma alanları ile faaliyetleri hiçbir zaman ilgi alanıma girmediğinden detay hatırlamıyorum.

 

Balcı Hilmi’nin karşısında, Londi İbrahim’in evinden sonra, derenin diğer tarafındaki metruk alan deyince, enteresan duygulara kapılıyorum. Geniş bir alan 10’dan fazla oldukça büyük bahçeli ev ve sahipsizlik. Derenin karşı tarafında, şimdilerde yerinde yeller esen, bilindiği ve söylendiği kadarı ile yakın adaların ve bölgenin en büyük ve en önemli kilisesinin adeta mücavir alanındaki müştemilatı durumunda metruk bir alan… Enteresan… Binaların sadece taş duvarlarının hatta temellerinin dışında bakiyesi olmayan bir durum… İzaha muhtaç bir alan… Şimdilerde yapılan kadastro çalışmalarına istinaden yeni sahiplenmelere ya da eskilerine binaen tevzii…

 

Şu anda geniş ismini hatırlayamadığım ve hayatta olmayan derenin ovaya çıktığı son noktada “Kara Hasan” diye bildiğimiz bir büyüğümüzün evi bulunurdu, kilolu ve tıknaz mezkûr büyüğümüzün dere kenarındaki kuru taş duvarı üzerindeki bir hayli fazla olan teneke saksılardaki renk renk çiçekleri özellikle de karanfilleri unutulmaz olmuştur benim için her daim. Şimdilerde, içinde otel, restoran ve 2 de günübirlik tesisten türetilmiş malikane bulunan, Çeşme istikametinden gelip Köy içine dönen yolun hemen sağında geniş bir arazisi vardı bu büyüklerimizin köyümüzün en yaşlı zeytin ağaçlarının orada bulunduğu gibi bir şeyler hatırlıyorum, yarım yamalak… Oğlu Süleyman ki yakınlarda kaybettik kendisini köyümüzün mezarlığında bila bedel temizlik ve düzenleme işlerini de yürütmüştür ömrünün bir bölümünde… Gerçekten kendisini salt bu nedenle bile hayırla yad ediyorum. Diğer oğlu “Ali” ile bir kez artık ilerlemiş yaşlarımızda karşılaştık, artık tarlalar yeni sahiplerine devredilmiş, yaratılan yeni imkanlarla yeni hayatlar kurulmuş ama ne yazık ki büyük şehirde. Adeta bir turizm işgali neticesinde tam anlamı ile değişmiş ve dönüşmüş hayatların hikayesi saklı bulunuyor bu kıssa da…

 

Derenin denize taraf şimdiki 65 sokak tarafında daha önce uzun uzun yazdığım ve yazlarımın geçtiği Anneannem Hacer Karagöz’ün evinin tam karşısında, derenin öte yanında Ayran Dayı (Mustafa Amca) ve oğlu Hasan Abi (Küçük Hasan) bir hayli geniş bir evde yaşarlar idi. Hasan Abi evinin altında, zemin kattaki bir odayı dükkâna çevirmiş, bakkallık yapardı bir yandan da, öyle şimdilerdeki gibi sabahın köründen akşamın geç saatlerine kadar açık olan dükkanlardan değil. Tarla ve çiftçilikten arta kalan zamanlarda yürütülen bir faaliyet idi. Çocuklarının önemli bir kısmı çocukluk arkadaşım olan, şimdilerde artık ne yazık ki hayatta olmayan Tunay ve Selim’i özlem ve saygı ile analım, yeri gelmiş iken. Beni bir hayli fazla sevdiğini hatırladığım ve ömrünün son anlarında “Nefise’nin oğlu Ruhi” diye hatırlayan Hasan Abi’nin dükkanından aldığımız nohut tozu ile gazoz ve lokum ile bisküvi ikilileri müthiş etkilerdi bizleri o dönemde. Denilebilir ki çocuklar için, belki de büyükler için de, mezkur dönemin en önemli tandemleri bunlardı…

 

Hay Allah dere derken etrafındaki birkaç ev ve mukimini kaleme dökünce yine bana ayrılan yerin sonuna geldim. Dereye devam edeceğim…

 

Hiç yorum yok: