Yaklaşık
10 yıldır, başta ABD olmak üzere uluslararası güçlere iyice teslim edilmiş bir
ülke, teslimiyetin içeride önemli ekonomik ve siyasi sonuçları ve yaşanan
güncel günlük olaylar neticesinde dış politikaya dikkat kesilmesi istenen
etkisiz iç politik unsurların kündeye getirilmesi çabalarının yarattığı
atmosfer… Meclisin görevini ıskata varan hamleler, tahkikat komisyonları,
ekonominin canına okuyan enflasyon, örtülü ödenek hoyratlıkları, milletin
fakirleşmesi, yaratılan kutuplaşma ortamında kardeş kavgasına sürüklenen millet
vs vs… Başta tüm bu suçlamalarla birlikte ve aslolan ABD’ye ihanet
sayılabilecek, SSCB ziyareti girişimine istinaden bir askeri darbe ile tanışıverdi
canım Yurdum. Sözde özgürlük ve adalet ortamı isteyenler iktidar sahibidirler
artık… Ama iyi saattekiler hemen devreye girer, tasfiyeler, dışlamalar, ara
darbeler gibi kaotik bir ortam neticesinde, hop zapturapt politikaları yeniden
gündemde… Bağımsızlıkmış, özgürlükler imiş, demokrasi imiş, planlama imiş, kalkınma imiş, külliyen
hikaye… Bir önceki dönemde “itaat et, rahat et” kabilinden anahtarların teslim
edildiği yeni küresel güç ABD, öyle etkilidir ki, adeta bizimkilerin nefesini
dinliyormuş, gerçi haberi olanın diğer söylemlerinden anlıyoruz ki sistem
danışıklı dövüş tarzında çalışıyor. Ne diyor dönemin Genelkurmayı, orduya
dağıttıkları bir broşür ile; “ABD’yi sevmeyenler komünisttir.” Amerikan
aleyhtarlığı arttığında işbirlikçiler ve erketeler behemehâl devreye sokularak basın-yayın
faaliyeti ile ABD’yi yeniden sevdirme faaliyetlerine hız verilmesi de cabası…
Ayrıca, gençliğin idol olarak aldığı kişi, Mustafa Kemal Atatürk’ün “gençliğe hitabesini” de sürekli dinliyor ve tekrarlıyor. “Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler...” Demiyor mu Cumhuriyetin kurucusu, “istiklal” yani bağımsızlık yegâne önemli durumdur. Eeee o zaman ne oluyor bu üsler, ne oluyor bu askeri, tarım ve endüstri alanındaki anahtar teslimi…
Diğer taraftan ise; Vietnam, Küba ve Filistin başta olmak üzere “bağımsızlık savaşı” veren dünya ve bağımsızlık uğruna al kanlara boyanan dünya… Ulusal kurtuluş savaşının muhteşem sonuçlarının, “keşke Yunanistan kazansaydı” diyenler tarafından bile en azından sessiz kalınarak, istemeyerek de olsa olumlandığı, bağımsızlığın çok önemli olduğu vurgusunun herkes tarafından yapılmakla birlikte, ABD bağımlılığı, çaktırmadan ve subliminal mesaj olarak kafalara çakılmaktadır. Bu uğurda “nurlu ufuklar” vaat edenlerin ABD ile emhal olmaları da gözden kaçmamaktadır. Bu ortamda yurdunu çok seven bu “Bağımsız Türkiye” önermeleriyle yetişmiş yeni nesil “bağımsızlık benim karakterimdir” şiarını düstur edinmişlerdir.
İşte
bu ahval ve şeraitte; toplumun en dinamik kesimi gençlik, Mustafa Kemal Atatürk’ün
verdiği rolü tereddütsüz almaktadır. Neyse uzatmadan konuyu komşumuz, güzel
devrimci Uğur Taylan’a getirelim. Geleceğini bu umde uğruna feda
edercesine gözünü kırpmadan davanın içinde yerini alır. İşte bu güzel nesil “Başkaları için ölmek, ne büyük
bahtiyarlıktır.” diye
düşünmekten geri durmamıştır. Tıpkı; yazar İnönü Alpat’ın “Günlüğe düşen
notlar”ı kitaplaştırırken yazdığı bir hikâyeyi ele alması, benzer durumların
müthiş bir tasviriymişçesine. Malum hikâye; milyonlarca karınca bir uçurumun
kenarına gelir, karşıya geçmeleri gerekmektedir. Tek yol vardır önlerinde, yüz
binlercesi canı pahasına uçurumu dolduracak, arkadan gelenler ölen karıncaların
üstüne basarak karşıya güvenle geçecektir. Önden gelenler öleceklerini bilerek
atarlar adımlarını uçuruma. Uçurum karınca ölüleri ile dolar ama arkadan
gelenler rahatça geçer. İşte işgale karşı çıkan bu yiğit insanlar; tıpkı
uçurumu arkadan gelen karıncalar geçsin diye dolduran öncüler gibidir, dünyada
önceden ve sonradan olan binlerce benzerleri gibi tereddütsüz bir şekilde bu
ahlaksız ve haksız duruma karşı durmuşlardır. Asker deyince insan aklına
gelen "asık suratlı, karşısındaki insana dik bakan, sert mizaçlı"
insan demek diye düşünenler için tam tersi bir görüntüdür Uğur Taylan, büyük
bir tevazu, insanı hayran bırakacak bir alçak gönüllülük ve sadelik timsali
birisidir, o... Fedakarlığı bile tüm bu sıfatları hak etmesinin teyidi ve
tescilidir adeta.
Tekrar yaratılması planlanan teslimiyete karşı durmak için toplumun her kesiminde olduğu gibi T.C. Silahlı Kuvvetlerinde de başta da Hava Kuvvetlerindeki genç subaylar olmak üzere devrimci askerler bir araya gelirler. Hemşehrimiz ve Mahallemizin büyüğü Hava Yer Üsteğmen Uğur Taylan’da bu biraya gelişin asli unsurudur artık. Sonradan yargılanmaları döneminde, düzenlenen iddianameye göre “THKP-C’de üyesi olmuş ve Hava Kuvvetleri içerisinde teşkilatlanarak ülkenin makus kaderi gibi dayatılan yokluk, yoksulluk ve ABD vilayeti olmaya itirazları nedeni ile ceza almışlardır. Liderliğini Hava Pilot Yüzbaşı Orhan Savaşçı’nın yaptığı bu grubun nerdeyse tamamı tutuklanır, şiddetli işkencelerden geçirilir. Evet; THKP-C’nin bünyesinde bulunma iddiası ile 300’den fazla subay ve astsubay yargılanır. Kimi ceza alır kimi beraat eder lakin hemen hepsi küçük rütbeli subay veya askeri okul öğrencisidir, diğer darbeci generallerin etki alanları dışındadırlar. Davadan sonra orduda kalmayı başaran az sayıda subay ise çok fazla yükselemez ve en fazla gelebileceği rütbe Albaylıktır. Uğur Taylan ile ilgili bilinmeyen çok şey kaldı, bilinmeyenlerin de büyük kısmını geçen zamanın güçlü akıntısı silmiş süpürmüş, en azından bana böyle görünmüştür.
Gözaltılar,
işkenceler, ölenler, öldürülenler ve katledilenler o kadar çoktur ki etrafında
artık saldırının büyüklüğü ve topyekünlüğü karşısında yıkılmamak, kahrolmamak imkansızdır.
Bu kabil hissiyata kapılmanın sonuçlarından biri de geri çekilmek, içe
kapanmak, içerideki dalgalanmalara mâni olamamak gibi sonuçlar doğurduğunu, hassaten
tespit etmektedir bilim insanları. İçeride kopan fırtınalar bir kenara ruh hali
korunaksız, korumasız ve yalnızlığın derinliğine itildiği inancı yerleşir
insana…
Bu yazı; bir dönemi anlatmak ve yargılamaktan ziyade mezkûr dönemi layığı ile analiz edip, niyet ve tavır ve de irade beyanında bulunmuş ve bu uğurda ağır ve telafi edilemez bedeller ödemiş bir abimizin hayatının görünen bölümünün bir kısmını anlatmayı hedeflemiş olup yine mecburen fon kabilinden de olsa döneme ilişecektir kaçınılmaz olarak. Geçmişin ağır analizlerine girmeden, o dehlizlerde patinaj yapmadan, tercih yapan ve tercihine uygun davranan bir yiğit abimizin hayatı olacaktır, gerisi ise bir tarafı ile uzmanlık alanıma girmemesi diğer tarafı ile de mezkûr dönem zaten önemli ve ağır abiler tarafından yeterince değerlendirilmiştir. Bu yiğit insanın yaşanan ağır hayat koşulları ve ödenen büyük bedeller karşısında yaptığı en önemli hamle, temkinli yaşamı tercih etmek olmuştur. Bu temkinli olma tercihi zaman içinde yer yer küskünlükler oluşumuna neden olmuştur ama yaşananlara bakılınca da karşılığının da bu kadar olması hafif sayılmalıdır.
Ben;
psikologlukları bile yanaşmacılıktan öteye gidememiş, karnı arta kalanlarla
ziyadesiyle doyurulmuş okyanus ötesi beslemelerin, bilim adamı postuyla,
dönemin yaşananlarını ve yaşayanlarını nefes almaksızın kötü gösterme
çabalarına rağmen yurdumuzun en seçkin, en duyarlı, en hassas, en çelebi, en
bilgili, en namuslu ve en yiğit bu neslinin önünde hayranlıkla ve saygıyla eğilmekteyim.
Zamanın; bu kendisini feda edenlerin kaybına alışmamıza neden olduğu çok sarih
lakin asla ve kat’a unutulmayacaklardır.
4 yorum:
Nerde kaldı böyle güzel insanlar. Hakkında bir yazı yazmak ve onu anlatmak anısına saygı adına çok saygıdeğer bir güzellik. Kutluyorum.
12 Mart darbesinin TSK içerisinde oluşturduğu etki ve tasviye sürecini, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu değerlerinin başında gelen bağımsızlık ilkesinin, ABD eli ile nasıl erozyona uğradığını, Çeşme'li idealist bir büyüğümüzün hayatından kesitler ile ilişkilendirerek anlatan, harika bir yazı. Kalemine sağlık Ruhi ağbi.
👍👏👏👏
Selam olsun o güzel insanlara ...unutturmadığın için teşekkür dostum
Yorum Gönder