Cumartesi, Şubat 06, 2021

ÇEŞME’NİN KUZEYİ MEHMET KARATAŞ

 

Mehmet Karataş Çeşme’nin Kuzeyidir. Kuzey ise o gün için sadece bir yön belirteci değildir, Kuzey aynı zamanda bir karakterdir, bir simadır, bir fizik idoldür, bir rol modeldir. Hemen hemen herkesin birbirini neredeyse yediği ile, içtiği ile çok yakından bildiği ve tanıdığı küçük kasabamızın dönemin Yeşilçam Jönü Kuzey Vargın görünümlü çelebi, hatırşinas, gözüpek, korkusuz, aslan yürekli, yaman ve acar hülasa bıçkın delikanlısı idi, Mehmet Karataş… Peki, Kuzey Vargın, O, döneminin en önemli okullarından sayılan Ankara Maarif Koleji tedrisatı ile Yeşilçam’a yol düşürür ve yine dönemin ortalığı kasıp kavuran “James Dean” benzerliği ile başrol oyunculuğu üstlenir birkaç filmde. Ancak Yeşilçam başka bir hayat öğütücüsüdür ve duruşunuz bazen yeterince sert olamayabiliyor ve başka bir faza geçiyorsunuz. İşte Kuzey Vargın da bundan nasibini alır, artık “karakter” rol dedikleri ağırlıklı olarak iyi ve uygun olmayan adam şeklinde karşımıza çıkar. Kuzey Vargın bu haliyle kişisel hayatında da bundan çok etkilenir, ciddi talihsizlikler yaşar, yurt dışına gider, oralarda durmak daha da zordur, her türlü işi dener ama yurda döner ve 2017 de dünyaya elveda der.

Sadiye halamın kızı, daha önce de bahsettiğim, o Atatürk görünümlü “Berber Sabit’in kız kardeşi evlenir, Urla’ya yerleşir. Sadiye ve Hayati adında 2 çocuğu olur. Sadiye bilahare devlet memuru olur ve Çeşme Nüfus Memurluğunda göreve başlar. Artık, Çeşme’de Dayısı, Berber Sabit ve Teyzesi ile, Maraş Mahallesinin görkemli ve şimdilerde de restore edilerek “Taş Otel” adı ile maruf evde yaşar. Oldukça büyük olduğunu hatırladığım bir evdir, sokaktan bir ana kapıdan geniş bir “taşlık” denen bölüme girilir, arka kapısından ise bahçesine ulaşılır, hemen sağ taraftan üst kata çıkılan bir hayli geniş bir merdiven bulunurdu. Çok uzun bir süre yatar şekilde rahatsızlık geçiren halam, yere serilmiş büyükçe sayılan bir yatak içinde o kocaman salonun tam ortasında yatardı. Ve Halam, uzun yıllarda öylece yattı, her türlü bakımı ile ilgilenen kızı evlenemedi bile, vefat ettiğinde ise artık kızıda bir hayli yaşlı bir hale gelmişti. Artık mezkûr kişilerin hayatta olmayanlarını saygı ve özlemle anıyorum, nurlar içinde olsunlar. Geleneksel mimarinin her türlü detayını bünyesinde barındıran ev, alt kat taş duvarlarla oluşturulmuş, üst kat ise ahşap kagir idi. Evin “cumbasında” yolun her iki tarafını da görebilecek şekilde her yöne bakan pencereler bulunurdu, pencereler de muhtemelen haremlik oluşturmak maksadı ile bugünlerde artık kullanılmayan “ahşap kafesler” ile kapatılmış idi. 

Çeşme’nin Kuzey’i, Mehmet Karataş bizden büyük bir abimiz olmasına rağmen inanılmaz yakın arkadaşlık yaptık bir dönem, bir dönem diyorum sakın bittiği anlaşılmasın, üniversite tahsili için Çeşme’den ayrılmamız nedeni ile artık zaman zaman görüşüyor hale geldik. Tam da Üniversite için Çeşme’den ayrılacağımız bir zaman aralığında, Amcam Murat Çilek’in torunu Şükrü Algan ile buluşarak Mehmet’in davetine icabet ederek, şimdi sahilde yerinde otel bulunan bir kahvehanede buluştuk, laflıyoruz ve o dönem kahvehanelerde bira içilmesi serbest idi, ilaveten bu nedenle hiçbir bir problem de yaşanmaz idi. Siz bakmayın çok problem çıkıyordu diye laf edenlere, onların tek niyeti karar verici olduklarında kullanmak üzere alt yapı hazırlığı yapmak imiş. Evet, bir taraftan biralarımızı içiyor bir taraftan da sohbet ediyoruz, derken Mehmet bizim Sadiye ile evlenmek üzere girişimde bulunduğunu söyleyince, neden olduğunu şimdi anımsamayacağım ama birden çok sevinmiştim bir baktım ki bizim Şükrü’de de aynı hava var. Ve başladık, “enişte” yukarı “enişte” aşağı… Artık, Çeşme’nin Kuzey’i bizim eniştemiz idi… Çok da yakıştı bizim açımızdan ama kendileri açısından durum nasıl gelişti ve serpildi, detay hatırlamıyorum şimdilerde… Şükrü Algan ile; kendisine “enişte” diyerek seslenişimiz karşısında içindeki derinlikten gelen, ciddiyeti, ironiyi ve şamatayı da barındıran bizlere “kayın” diye seslenişi hala aklımdadır. Hülasa, Mehmet bizim için; stresin defedilmesinin sembolü sayılacak mavi rengin tüm özelliğini ve güzelliğini Çeşme’nin mavi denizinden almış birisi olarak, sürekli bir stres savar olmuş, derdimizi dinlemiş, derdimiz ile dertlenmiş ve bu manada da sürekli bir araya gelip muhabbet tesis ettiğimiz bir abimizdir. Şu anda artık aramızda olmadığı için eksikliğini yüreğimizin ve beynimizin derinliklerinde hissediyoruz.  

İnsanlar vardır, çocukluktan delikanlılığa adım atarken doğduğu kentin, sıcağını, soğuğunu, rüzgarını, dinginliğini, güneşini, yağmurunu yavaş yavaş içine çekerken kişiliğini oluşturur, oluşan kişiliğinin dışavurumundan ise içindeki yaşadığı kent ve çevresi de nasiplenir. İşte Mehmet Karataş tam da öylelerden biridir… Sert bakışlıdır tıpkı Çeşme’nin rüzgârı gibi, mülayimdir tıpkı Çeşme’nin güneşi gibi, davetkardır her zaman Çeşme’nin kumsalları gibi, vs. vs.… Mehmet; dönem itibari ile son derece küçük bir kasaba olan Çeşme’nin meşhur olma yolunda patinaja başladığı süreci tam manası ile yaşamış bir “Tapu Dairesi” çalışanıdır. Tapu dairesi mezkûr dönemin teknolojiyi layığı ile kullanamadığı belki de devlet memurluğu için depo ya da kızak bölümü görüntüsü vermektedir. Mehmet’in beceri ve kabiliyeti de yaşadığı ortamın dayatmalarına ya da ortamın rehavetine mütenasip bir biçimde ilerlemektedir.

Sonra; Canım Yurdumun karabasanı, ABD’nin “our boys” diye pohpohladığı, koruduğu ve kolladığı generaller tarafından askeri faşist darbe gerçekleşmiş… Canım Yurdum tam bir kaos ortamına sürüklenmiş, bu ortamda, öncelikle karşıtları, sonraları kendilerinden olmayanları bilahare de kendilerini ölçüsüz desteklemeyenleri cezalandırma, yıldırma ve yok etme manasında başta da devlet memurlarının yerlerinin değiştirilmesi, sürgünlerin yaşanması tüm hızıyla devam eder. Peki, Mehmet bundan azade kalabilir mi idi, şüphesiz o da nasiplendi bu sürgünlerden ve Çeşme’den Torbalı’ya sürüldü, mecburen o da gidip gelmeye başladı. Ailenin yerleşik düzeninin detayları nedeni ile evini de taşıyamadı… Sabah ilk otobüsle, İzmir’e oradan da Torbalıya gidip mesaiye yetişme, akşam da tam tersi yollardan Çeşme için son otobüse yetişme ve eve ulaşma. Mezkûr dönemde ben de sabah İzmir’e gidip, akşam da son otobüsle Çeşme’ye dönüyorum, yeniden ve yine artık Sabah yaklaşık 1,5 saat İzmir’e akşam da aynı sürelerde İzmir’den Çeşme’ye birlikte gelip gidiyoruz. Artık eskisi gibi yine uzun uzun muhabbetler ediyoruz.

Bu gidiş gelişlerde yaptığımız muhabbetlerden, en akılda kalıcı olan anımı anlatarak yazımı tamamlayayım. Mehmet gerek yorucu yaşamının gerekse de içinde bulunduğu ortam gereği artık alkol alma saatlerini erkene almış ve miktarı da bir hayli arttırmıştır. Bir gün yine yan yana oturup muhabbete başladık ama gelin görün bir önceki gecenin bendeki yorgunluğu gereği göz kapaklarım artık kontrol dışı kalmış, kendisini dinleyemez olmuştum, uyur vaziyette iken, birden sert bir biçimde beni dürterek, “uyansana be, konuşuyorum burada, beni dinleyeceksin, bak istersen al şu 5 Tl’yi de beni dinle” demiş idi ve o tarihteki İzmir Çeşme arası otobüs bileti 5 Tl idi… Hay Allah… Nurlar içinde ol Mehmet Karataş…

Hiç yorum yok: