Cumartesi, Şubat 20, 2021

BAHTİYAR OL NAZIM

 Başlık; büyük usta, şair-i muazzama Nazım Hikmet’in eşi Vera Tulyakova Hikmet’in kitabının adı. Kitap kısa ömrün uzun hikayesini kaleme almaya yönelik. Nazım Hikmet öyle bir insan ki, oku oku bitmez, yaz yaz bitmez kabilinden adeta bir derya deniz misali. Konumuzun içine dalış ise, büyük şairin büyüklüğüne mütenasip tanımlamalarla ama genellikle de eşi Vera’nın ve kızı Stephani’nin anılarından oluşan koca hayatı, ki başlıkta adı verilen kitapta geniş biçimde toplanmış anılara dayalı, Arif Keskiner ve M. Melih Güneş “Nazım’ın evinde, Vera’nın Sofrasında” adını verdikleri kitaplarında muhteşem derlemişler; Nazım’ı seven, tanıyan, yazan, düşünen, anlatan kim varsa, onlarla görüşerek, konuşarak ve yazışarak, Aziz Nesin’den, Yaşar Kemal’e, kimler yok ki…

Nazım; O ki, “Dörtnala gelip Uzak Asya'dan, Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan” diye tariflediği Yurdunun sınırlarını, kendisini her şeyi ile sınırlamaya, tam saha pres ile yok olmaya mahkûm etmeye çalışan, kefere takımına rağmen konulan tüm sınırları sınırsız aşan, dört nala gelişi dünyanın dört yanına yayılmışlığa dönüştüren ulu çınar…

Mezkûr kitaptan, çaresiz kalarak yurt dışına gitmeye çalışırken aldığı yardımın belgeleştiği bölüm…

MMG: Nazım hikmet’in Türkiye’den kaçmak zorunda kalmasıyla ilgili olarak pek bilinmeyen bir olayı Semiha Hanım’dan dinlemiştim, hafızamı ve bilgimi tazelemek için sizden de tekrar dinlemek istiyorum. Cahide Sonku’nun, Nazım’ın kaçması için haber vermesi meselesi… Nazım Hikmet hapisten çıktıktan sonra askere almaya çalışıyorlar ve annenizden bildiğim kadarıyla Nazım’a bunu haber veren Cahide Sonku.

ZB: Cahide Sonku’nun o zamanki kocası tütün kralı, söyleyeceğim adını, meşhur, onunla evli, İhsan Doruk’la. Park Otel’in karşısında Kunt Apartmanı’nda oturuyorlar. Menderes, Celal Bayar Park Otel’e geldikleri zaman orada kalıyorlar, bazı akşamlar eve geçiyorlar. İhsan Doruk o zamanlar Cahide ile evli ama bu ziyaretlerin hiçbirine Cahide katılmıyor. Katılmıyor, öyle bir dik duruşu var. Onların geleceği gecelerde Cahide çıkıp gidiyor. Fakat, tabii Darülbedayi’den falan, Nazım çok yakın dostu, Cahide onun şiirine, oyununa hayran. Unutulan Adam’da oynuyor.

O günlerin bir ertesi günü İhsan Doruk, Cahide’ye “Dün akşam sofrada konuşuldu, Nazım’ı tekrar askere göndermek istiyorlar, Zara’ya taş kırmaya” diyor. “Sen ona bildir” diyor. Bunun üzerine Cahide hemen “Benim acele bir senaryo yazdırmam lazım, Nazım Bey hemen bana gelsin” diye haber gönderiyor. O zaman Doruk Film var, çok meşhur. Cahide ertesi günü bütün hizmetçilere, aşçılara izin veriyor, perdeleri kapatıyor ve Nazım geliyor. “Nazım Bey hoş geldiniz. Ben sizden bir senaryo istemiştim, getirdiniz mi?” diyor. Tabii o zaman siz falan diye konuşuluyor. “Evet acele istemişsiniz, bir şeyler yazdım, getirdim” diyor. Hemen içine para koyuyor senaryonun, “Buyrun” diyor. “Derhal memleketi terk edin, kaçmanızda yarar var. Çünkü biz sofradan duyduk, İhsan Bey bana söyledi. Sizi askere alacaklar, oradan da Zara’ya taş ocaklarına göndereceklermiş” diyor. Hatta Nazım’ın Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim’inde bu olay “bir tüccarın hanımı, sanatçı” diye geçer.

Bu nasıl bir kin, bu nasıl tükenmez bir nefret, koskoca “başbakan” geliyor çok yeni salınmış bir mahkûmun muhalefetinden muzdarip olduğu beyanla ve maalesef zapt edilemez bir saldırgan üslupla, karşısındakini yok etme arzusu ile donanmış bir vaziyette… Üstüne üstlük, artık TKP ile ilişkisinin olmadığı bilinir iken, aleni bir mücadele faaliyeti de yok iken neden yok edilmek istenir. Üstelikte yine yakın geçmişte yaşanmış bir Sabahattin Ali olayı varken bu kini büyüklerden korkmamak işi çok hafife almak demektir. Anlaşılan o ki, suçu olmasa bile artık ve maalesef temsiliyetine binaen yok edilme kararı verilmiştir yüksek makamlarda. Başta benzerlerine, takipçilerine ve sevenlerine olmak üzere 7 sülalesine gösterilecektir muhalifliğin sonuçları yani ibreti alem için… Ve de maalesef bundan da muhalifler ders alacak zanneder bu zavallılar… Anlaşılır değil, aslında çok anlaşılır da lafın gelişi öyle denmesi gerekiyor. Çünkü “demokrat” görünümlü mezkûr hükümet öyle ince ve kurnazca ama tatlı su kurnazı denilen cinsten bir kurnazlıkla olacak, ki inanılmaz izler bırakarak provokasyonlar düzenleyip muhalifleri zan altında bırakmaya çalışıyor her daim… 6-7 Eylül olayları örneğin, her türlü melaneti planla, düzenle ve yönet, sonra mart ayı olmamasına rağmen bağır dur… Bununla da yetinme olayların sorumluluğunu muhaliflere yükleyecek, ifade almalar, polis fezlekeleri düzenlemeler, sıkıyönetim kararları oluştur… Güç ellerinde ya, her türlü rezaleti ve melaneti yapıp da gizleyebileceklerini zannedenlerden olmayı başarıyorlar lakin sadece devr-i iktidarlarında… Ama unutuyorlar ki her ne olursa olsun gerçeklerin mutlaka ortaya döküleceği bir gün ve ortam doğacaktır. Bunları muhalifler mi söylüyor yok tam da o gün birlikte hareket eden muvafık kuvvet ve muhteremlerin ifadeleri var sonradan, hem de polis soruşturmalarında ve mahkemelerde olmayan cinsinden… Dokunulamaz General Sabri Yirmibeşoğlu verdiği bir röportajda, “6- 7 Eylül de bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi” diyerek kullandığı ifadeleri hiçbir baskı altında olmadan hür iradesi ile vermemiş mi idi… Hal-i pürmelalimiz budur hülasa…

“Vatandaşlıktan çıkarılacak, dileneceksiniz” başlıklı yazımda aktarmış idim herkesin yere göğe sığdıramadığı “demokrat” kaportalı hükümetin Başbakan Yardımcısı Samet Ağaoğlu’nun Nazım Hikmet’in eşi Münevver Hanıma hangi koşullarda “Senin gibilerin kafalarını ezeceğiz! Hiçbir pasaport alamazsın! Hiçbir yere gidemezsin!” dediğini…  

Rezalet mi desem şaheser mi, vallahi bilemedim… Enteresan taraf ise “Tek Başına Baş Edilmez ve Yıkılmaz Koskoca Muhalefet” gibi gördükleri bir Ulu Çınar, ona yaşatacakları üstünden tüm muhalefete parmak sallama… Sus, sesini çıkarma, itiraz etme iklimi yaratma çabaları… Peki yaratılabildi mi? Zinhar, neden çünkü anlatılan bu masalların hayatta bir karşılığı olmadı hiç… Olamazdı da… Öyle öykünmeye çalıştığın ABD’nin yaptığı gibi, millici ve memleketsever “Mc Carthy”cilik yaparak bir “kızıl panik” yaratıp işten sıyrılmak kolay olmuyor. Diğer taraftan kolay olmuyor da ne oluyor, vallahi kocaman bir hiç… Yapan yaptığı ile kalıyor ve yapılanlar yapanın yanına kâr kalıyor… Muhalifler de tenkil edilmişlikleri ile tarihte baş rol alıyorlar… Peki, şimdi bakılsa ve ölçülse onların deyimi ile “vatan haini” Nazım Hikmet mi, yoksa ABD marifeti bir darbe ile iktidardan indirilip kendisi de “vatan haini” ilan edilen Samet Ağaoğlu’mu daha çok tanınıyor, daha çok seviliyor… Muhtemelen her 2 soruda da tartışmasız ve kahir ekseriyetle Nazım Hikmet önde çıkar bana göre, lakin “Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan” memleketini terk etmekle nihayetleniyor tüm bu fasıl…  

İşte Nazım, “al gözüm seyreyle” bir şair arkasında memleketin %50 sinin oy desteği olan koskoca başbakanı ne kadar rahatsız ediyor… Ve yemeden içmeden, faniliğine bakmadan elinden geleni de ardına koymuyor… Peki bu dünya ona kalıyor mu? Nerde… Kime kalmış ki, ona kalsın…

Hiç yorum yok: