Cumartesi, Şubat 27, 2021

ÇEŞME’DE YAZLIK SİNEMALAR

 

Yazlık sinemalarda; açık hava olması hasebiyle dolunay çok tercih edilmeyen bir durum olmasına rağmen biz ilgi ya da sevgi duyduğumuz ama anne ve babası ile sinemaya gelmiş muhtemelen de ilgimizden bihaber kızı ya da oğlanı görmek için bunu fırsat bilerek yer seçerdik kendimize, hani tam da “ayın şavkı vurur yüzün üstüne” misali… 

Bizim Kasabada yazlık sinemaların merkezi önceleri ve aslında “Ilıca” idi, şimdiki Postanenin (PTT) tam karşısında bir, şimdiki Migros’u Şantiye yönünde geçince hemen köşede bir, Şantiye’de de bir adet yazlık sinema bulunmakta idi galiba adı da “Site Sineması” idi, bu yüzden bir grup arkadaşımla birlikte sayısız kez Ilıca’ya yayan gidiş gelişimiz vardı üstelik yaz ve kış saati uydurması daha icat edilmediğinden güneşin kavuşması geç saatlerde olduğundan film geç başlar ve geç biter idi bizde eve çok geç dönerdik, güzel yolculuklar idi bunlar, neler konuşmazdık ki yürürken… A dan Z ye her türlü bilim ve bilim-kurgu söz konusu olur bu muhabbetlerde ama illaki “astronomi” zannedersin ki hepimiz olacağız birer astronot-kozmonot… Dünyayı ABD ve SSCB’nin uzay keşif rekabetindeki başarıları ve başarısızlıkları meşgul ediyordu, taraf yazarlar köşelerinde “en tarafsız taraftar” edası ile gözler kör olmuşçasına ama ağırlıklı ABD yanlısı propaganda gazı ile pohpohlanıyor, bundan etkilenmemek söz konusu olabilir mi, gerçi Jules Verne’nin “Aya Seyahat” kitabı okunmuş ama hala aklın almadığı şeyler var ki üstüne fart-ı muhabbet… Güzel güzel muhabbetin etkisinden ancak şimdiki Atilla Polat Sitesinin oralara geldiğimizde yağan çiğin yüzümüze vurması ve fahiş serinliği hissetmemiz ile ayılırdık. Zor ama bir o kadar da keyf aldığımız yürüyüşlerdi bunlar, kimin umrunda eve çok geç gelinecek, evde anneden ya da babadan fırça yenilecek ya da zaman zaman birkaç tokat… Sabah yeniden aile ile erkenden kalkılacak ve ailenin faaliyetleri içinde bize düşen görevler yerine getirilecekmiş, olsun… Serde delikanlılık var, fırça da yenir, gerekirse birkaç tokata da katlanılır, sabah erkende kalkılır, görevler yerine getirilir ama bu taraftaki keyf alınan işlerden de taviz verilmez, hay Allah… Ne güzel günlerdi, hayali bile cihana değer, şimdilerde…

Çeşme’de önce 1, şimdiki Çapa Restoran’ın yerindeki Sahil Sineması ki işleticisi sonradan Çeşmeli olan Ankaralı Ratıp Bey ve eşi Ayfer Hanım idi, sonra da 2. cisi de açılmıştı, Kale Sineması ve hatırladığım dönem itibari ile her gece “lebalep” doluyor olması idi. Ratıp Beyin oğlu Levent ile benden küçük olmasına rağmen nasıl başladığını hatırlayamadığım bir arkadaşlığımız oluşmuş idi bir vade, işte bu vadeye denk gelen günlerde film öncesi ve arası gazoz satışı işinde de bedelsiz ama film izleme sevdası uğruna çalışmış idim. Şimdilerde artık hayatta olmayan Levent’i de bu sayede saygı ile anmış olalım. Gazoz kapağının açılmasının tılsımı, açarken çıkan ya da çıkarılan ses, bizlerin “buzzz gibi” deyişi, arasıra da dişleri dökecek cinsten buzz denilişi, ama illa da bizlerin tabii ki beleşe içtiğimiz muazzam lezzet, hem de gerçek manada yerli ve milli gazoz… O dönem Sahil Sinemasının en muhteşem locasını da hemen yandaki oldukça büyük olarak hatırladığım “Horasanların Evinin Terası” oluşturur ve biz de gıpta ile bakardık onlara, onlar nasıl bakarlardı şimdilerde hatırlamıyorum. 


Daha da önce her türlü faaliyete ev sahipliği yapmış tarihi “Kervansaray” da bir dönem yazlık sinema olarak işletildi. Hatırladığım ana giriş kapısının giriş yönünden solda bulunan merdivenlerden çıkılınca bulunan makinist dairesi ile tam karşıda oldukça büyük bir perdesi vardı. Ana giriş kapısının ise dışarı ile irtibatı kocaman bir çarşaf asılması marifeti ile kesilmiş şekilde idi. Kaç yaz yazlık sinema olarak faaliyette kaldı onu şimdi hatırlayamıyorum lakin fazla olmaması gerekir. Gerçi Sahil sinemasının açılması ile fazlaca bir şansının olamayacağı da açık idi. Kervansarayın ortasında ise sıralanmış tahta sandalyeler ile seyir alanı oluşturulmuş idi. Kervansaray’ın oradaki sinemaya gidemediğimiz zamanlar ki, sinemaya o dönem çok sık gidemiyorduk, sinemanın tam karşısındaki “Üretici Toptancı Haline” sebze taşımaya babama yardım ederken, çok sever mi idim bilmiyorum lakin kulağa hoş gelen ve davetkar replikler dinlerdik.

12 Mart askeri faşist darbesinin zapturaptından yeni yeni çıkmaya çalışan Canım Yurdumun, ne yöne evrilmesi gerektiğine tam karar veremediği yıllarda ise, birbirinin nerdeyse kopyası konuları hatta replikleri olan aşk ve sevda filmleri, zengin kız fakir oğlan ya da tam tersi, başrol oyuncularının ki ağırlıklı Engin Çağlar, Ediz Hun, Emel Sayın, Filiz Akın, Türkan Şoray, Kuzey Vargın, Murat Soydan, Kartal Tibet, Kadir İnanır başta olmak üzere rol aldıkları bu yapıtlar denizden gelen mis gibi iyot kokusu altında izlenirdi. Ay olmazsa bile tüm sahneyi etkisi altına almış yıldızların altında bu güzel aşk filmlerini, bazen film izleyen aşkların fısıltıları ve göz yaşları eşliğinde izlenmesine de tanıklık etmeler. 

Televizyonun yaygın olmadığı dönemin en önemli eğlence aracı idi sinemalar, özellikle de yazlık sinemalar. Okullar kapanmış, yazlıkçılar da gelmiş, bir hayli artan nüfusun da eğlendirileceği yerler gerek şüphesiz. Film aralarında satılan gazoz ve çiğdem çekirdeği, en önemli ve ulaşılması gerekli ilave eğlenceliklerdi, bu eğlenceye aracılık edenlerin, gazozu “dişlere keman çaldırır” diye soğukluk seviyesini belirtir şekilde ve son derece davetkar ve çekirdeği de “sıcacık taptaze çiğdem” diye takdimi muhteşem gelirdi bizlere. Mezkûr aracıların bu çığırtkanlıklarına, talepkârların, “Gazozcu, 2 tane ver, bak soğuk değilse geri veririm haa” ya da “iki külah çiğdem ver oradan” sesleri karışır giderdi ama rahatsızlık vermezdi bizlere.

Sinemada yaşanan aşklar, ya da yaşanan aşkların sinemaya sarkan bölümleri ya da filmlerdeki aşkların insanlardaki tezahürleri ya da tüm bunların aritmetik ya da geometrik artışı ya da ortalaması hayatlar yaşanırdı, acaba bende mi böyle olurdu bilemiyorum lakin şimdilerde bir kuşak büyüklerimizle konuştuğumuzda da hatıraları süsleyen bu başlıktaki konuların benzerleri anlatmaktadırlar.    

Duhuliye 25 Krş ile başlayan ve küçük kasaba çocuklarını hayal dünyalarında bambaşka alemlere taşıyan bu tılsımlı kısa serüven o dönemdeki büyüklerimizin sosyal ve siyasal hayatlarını nasıl etkiliyordu, kim bilir. Tam da bu hayaller ile 90’lı yılların sonunda o dönem yaşadığım Ankara’da tekrar sahne alan yazlık sinemalara birkaç kez gittim, harika hülyalarla ve hatıralarımı yad etmek maksadı ile ne yazık ki nostalji olsun diye yerleştirilen tahta sandalyelerden başlayıp, havanın soğukluğundan şikayetlenmeye kadar konforumuza aykırı gelen fizik şartlardan ötürü filmleri yeterince keyf alarak izleyememiştim. Demek ki, zaman, mekân ve teknik terakki…

Hiç yorum yok: