Cumartesi, Mart 27, 2021

İZMİRİM ve KENTLER DİZİSİ

 

Heyamola Yayınları; “Kentler Dizisi” adı altında, edebiyatçılar, sinemacılar, şairler, gazeteciler, tiyatrocular, tarihçiler, şehir plancıları ve arkeologlar tarafından, birlikte ya da ayrı ayrı olmak üzere yazılmış, mezkûr kentin, doğup-büyüdükleri semtlerinin, başta ve öncelikle kendi anıları olmak üzere çocukluk, gençlik ve öğrenin hayatlarını ve semtin sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, sportif ve demografik hayatı üstüne gözlem, söyleşi, hatıra, beklenti ve özlemlerini yansıttıkları bir dizi kitap yayınlamışlar. Okurken müthiş keyifli bir iş olduğu kararına vardığım bir kombine çalışma, ilaveten tam da benim tarzım… Mezkûr seriden haberim, ilk önce dostumuz Gazeteci-Yazar Yaşar Aksoy’un “Soğukkuyu ve Bahariye” kitabını okuduğumda olmuş ve devamının olduğunu görünce hemen diğer kitapları da edinmiş idim sonra bir baktım ki diğer kentlere de yönelik benzer çalışmalar var behemehâl “Adana” serisini de edindim. O seriden de “Melekgirmez” başlıklı olanını okudum, müthiş…

Heyamola Yayınları amaçlarını şöyle özetliyor: “Kentlerimiz hızla fiziksel ve sosyal değişime uğruyor ve yaşanılanlar kaydedilmediği için hızla unutuluyor. Buradan yola çıkarak o kentlerde ve semtlerde doğan yazarlara ulaşarak, kendi yaşamlarından yola çıkıp, bir bakıma kendi ve kentinin özgeçmişini kaleme almalarını talep ediyoruz. Ve sonuçta ortaya çok başarılı kitaplarla birlikte paha biçilmez bir arşiv oluşuyor.” Alkışlarımız bu çalışmalar nedeni ile Heyamola yayınevine…

“İzmirim” serisinin henüz yeni okuyabildiğim 2. Kitabı da “Memleket Kolay terk Edilmiyor, Tilkilik” Gazeteci Duygu Özsüphandağ Yayman tarafından kaleme alınmış. Tilkilik semti demografisi 70’lerden sonra en fazla değişmiş İzmir kentidir, bilindiği üzere… Yazar, finalde bana göre müthiş bir tespit yapıyor, oradan başlayayım istiyorum.

“Tilkilikten başka semtlere, kentlere taşınanlar da kolay kopmadı buralardan kuşkusuz. Gidenler komşusuyla, dükkanıyla, eviyle, bahçesiyle birlikte gittiler buradan. “Çocukluğu insanın anayurdudur” demiş Brezilyalı romancı Jorge Amado. İncelikli şiirlerin, şarkı sözlerinin yazarı Şahin Çandır’ın gözlerini dolduran bir gerçeklikte görüyoruz o anayurdu; “İnsanın hiçbir zaman içinden çıkmayan bir şey vardır, kanı gibi dolaşır içinde. Onlar anılardır ve mahallesidir. Mahalleden kurtulamazsınız”.

Böyle bakınca anlaması kolay. Ee o zaman, gelenler de kendi “anayurtlarını” getirdiler beraberlerinde. Tarafımdan anlaşılmayan ise başka bir şey. Bu eski semtler birer kültür aktarıcısı, kentin kolektif mirasıysa onu hepimiz adına koruyup kollama yükü, göçle gelenlerin sırtına yüklenmemeli, öyle değil mi?”.

Müthiş anılar ve nakli kelamların bulunduğu bu kitap önerimdir hatta tavsiyemdir, satın alınıp okunmalı. Lakin aşağıdaki anı ise günün anlam ve önemini anlatması ve beyanımın tebarüzü bakımından fazlaca önemlidir. Aynen aktarıyorum… Yazarın babası şofördür ve müthiş bir serencam yaşanır…

“1964 senesinde yani 19 yaşındayken şoförlük kariyerine başlar. Gececidir.

64 sonbaharında bir sabah… Gececilerde bir hazırlık… Taksilerini gündüzcüye teslim etmeden önce yıkayıp benzinini doldurmuş, yağını koyma telaşı… Saat 05.00-05.30 sularında babam hazırlıklarını yapmış ancak arabayı henüz teslim etmemişken bir müşteri yanaşır yanına. Uzun boylu, sakallı iyi giyimli biri. Üzerinde içi kürklü, çok güzel bir süet gocuk vardır. Arka kapıyı açar, koltuğa oturur, çantasın yanına koyar, ceketini de çıkarıp çantanın üzerine… Babama seslenir:

“Turizm bürosuna gidelim”

Heykel’e gelirler. Uzun boylu, sakallı müşteri arabadan iner, “biraz bbekleyin” diyerek Cumhuriyet Meydanı’ndaki Turizm Müdürlüğü binasına yönelir. 10-15 dakika geçer, gelen giden yok. Babam endişelenir. Meçhul müşterinin arka koltukta gocuğuyla birlikte bıraktığı fermuarlı, kahverengi çantayı açar, içi kitap doludur. Endişe katlanır.

Eyvah. Bir romancıya denk geldik, paramızı da alamayacağız bundan.

Sonra bakar ki ceket güzel, alacağını böyle tahsil edeceğini düşünür. O böyle düşünürken müşterisi çıkar gelir. Oturur. Kapıyı kapatır. “Müdürlükte kimse yok” der, “kapalı” Belki içeride uyuyan birini bulurum, düşüncesiyle gittiği yerden umduğunu bulamadan dönmüştür. Neyi umduğunu babam az sonra anlayacaktır.

“Marmaris’e kaça gidersin”

Müşterisinin epey sarhoş olduğunu fark eder babam. Parası da yoktur, diye düşünerek yüksek bir rakam söyler:

“400 liraya giderim”

Halbuki o yolun normal ücreti 250 liradır.

“Gidelim”

Bu kez çok para istediği için tereddüt eder babam, o kadar yolu gidecek d parasını alamayacak diye. Mezarlıkbaşı’na, Keçeciler yol ayrımına gelince oradaki benzinliğe girer. Benzin, yağı vardır ama niyeti, müşterisinin parasal durumunu yoklamaktır. Motor kaputunu kaldırır, yarım kilo yağ koydurur. Arabanın kapısını açar ve yoklamasını çeker:

“Biraz para verir misiniz? Benzin alacağım”

“Bende hiç para yok”

Motor kaputunu indirir, şoför koltuğuna geçer oturur babam.

“O zaman gidemem”

Aldığı yanıt, belki de meslek hayatının ilk adımlarında aldığı ilk hayat dersi olur babam için;

“Öyle bir şey ki insanlara bir sefer itimat edin. Paranızı Marmaris’te alacaksınız.”

Son derece kibar konuşan beyefendinin bu sözleri yeter, babamın marşı basmasına. Aydın – Marmaris yolu eskiymiş, Çine’den sonra 366 viraj varmış, ne gam. İkiçeşmelik’ten yukarı çıktığı gibi vurur Marmaris yoluna. Çine’de patlayan lastiği değiştirmek için durduğunda peynir, helva, zeytin, ekmek ve gazoz alır babam. “Ben yemem” der müşterisi.

“Yemezsen ben de götürmem! Madem yola çıktık, beraber yiyeceğiz.

Yolda neden parasız kaldığını anlatır müşteri. Ankara’dan sabaha karşı gelmiştir. O saatte otobüs yoktur. Bir bara gitmiş, orada soyulmuştur.

Dolambaçlı yollardan sonra akşam üstü bir sahil köyü olan Marmaris’e girerler. Şimdiki limanın olduğu yerde arabadan inerler. Karşıdan kahveden beş-altı kişi koşturarak gelir.

“Can Bey, hoş geldin”

“Can   Bey hoş geldin”

*****

Evet, Parası ödenir, güzel bir yemek ikram edilir, iyi bir otelde misafir edilir ve üstüne üstlük dönüş için de ilave para kazanabileceği 4 yolcu bulmasına yardım edilir.

*****

Bir yıl sonra…

Şoför baba askerdir… Amiral şoförlerine ödenen aylık bedeli almak için Heybeliada Vapurundadır. Güvertede sakallı, boylu poslu, şişesini gazeteye sarmış, şarap içen birini görür. “Marmaris’e götürdüğüm adam bu” der kendi kendine. Kalkar, yanına gider.

“Can Bey nasılsınız”

“Oo, merhaba! Neredensiniz?”

“Marmaris’ten”

“Kimlerdensiniz?”

“bne sizi Basmane’den Marmaris’e götüren şoförüm”

Kalkar sarılır babama…

“Seni eve götüreceğim, bizde kalacaksın”

“Kalamam, ben askerim. İnmem için özel izne gerek var” der. Neyse, Can Bey, Burgazada’da iner… Derken iki kişi çağırır askeri…

“Palet, gel buraya”

“Ne var”

Hüviyetlerini çıkarırlar.

“Biz siyasi polisleriz. Nereden tanıyorsun bu adamı.”

Anlatır babam.

“Ama bu adam siyasi… Biz bunun peşindeyiz, bununla niye samimi oluyorsun? İlgilenme sen bu adamla”

Neden sonra öğrenir ki babam, o Can Bey, Türkiye’nin ilk Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in komünist oğlu Can Yücel’dir. Bundan sonra Can Yücel’i gazetelerden takip edecektir.

Tafsilat için haydi kitabı okumaya… Teşekkürler, Duygu Özsüphandağ Yayman…

 


Hiç yorum yok: