Heyamola Yayınları; “Kentler Dizisi” adı altında, edebiyatçılar, sinemacılar, şairler, gazeteciler, tiyatrocular, tarihçiler, şehir plancıları ve arkeologlar tarafından, birlikte ya da ayrı ayrı olmak üzere yazılmış, mezkûr kentin, doğup-büyüdükleri semtlerinin, başta ve öncelikle kendi anıları olmak üzere çocukluk, gençlik ve öğrenin hayatlarını ve semtin sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, sportif ve demografik hayatı üstüne gözlem, söyleşi, hatıra, beklenti ve özlemlerini yansıttıkları bir dizi kitap yayınlamışlar. Okurken müthiş keyifli bir iş olduğu kararına vardığım bir kombine çalışma, ilaveten tam da benim tarzım… Mezkûr seriden haberim, ilk önce dostumuz Gazeteci-Yazar Yaşar Aksoy’un “Soğukkuyu ve Bahariye” kitabını okuduğumda olmuş ve devamının olduğunu görünce hemen diğer kitapları da edinmiş idim sonra bir baktım ki diğer kentlere de yönelik benzer çalışmalar var behemehâl “Adana” serisini de edindim. O seriden de “Melekgirmez” başlıklı olanını okudum, müthiş…
Heyamola Yayınları amaçlarını şöyle özetliyor: “Kentlerimiz hızla fiziksel ve sosyal değişime uğruyor ve yaşanılanlar kaydedilmediği için hızla unutuluyor. Buradan yola çıkarak o kentlerde ve semtlerde doğan yazarlara ulaşarak, kendi yaşamlarından yola çıkıp, bir bakıma kendi ve kentinin özgeçmişini kaleme almalarını talep ediyoruz. Ve sonuçta ortaya çok başarılı kitaplarla birlikte paha biçilmez bir arşiv oluşuyor.” Alkışlarımız bu çalışmalar nedeni ile Heyamola yayınevine…
“İzmirim”
serisinin henüz yeni okuyabildiğim 2. Kitabı da “Memleket Kolay terk
Edilmiyor, Tilkilik” Gazeteci Duygu Özsüphandağ Yayman tarafından kaleme
alınmış. Tilkilik semti demografisi 70’lerden sonra en fazla değişmiş İzmir
kentidir, bilindiği üzere… Yazar, finalde bana göre müthiş bir tespit yapıyor,
oradan başlayayım istiyorum.
“Tilkilikten
başka semtlere, kentlere taşınanlar da kolay kopmadı buralardan kuşkusuz. Gidenler
komşusuyla, dükkanıyla, eviyle, bahçesiyle birlikte gittiler buradan. “Çocukluğu
insanın anayurdudur” demiş Brezilyalı romancı Jorge Amado. İncelikli
şiirlerin, şarkı sözlerinin yazarı Şahin Çandır’ın gözlerini dolduran bir
gerçeklikte görüyoruz o anayurdu; “İnsanın hiçbir zaman içinden çıkmayan bir
şey vardır, kanı gibi dolaşır içinde. Onlar anılardır ve mahallesidir. Mahalleden
kurtulamazsınız”.
Böyle bakınca anlaması kolay. Ee o zaman, gelenler de kendi “anayurtlarını” getirdiler beraberlerinde. Tarafımdan anlaşılmayan ise başka bir şey. Bu eski semtler birer kültür aktarıcısı, kentin kolektif mirasıysa onu hepimiz adına koruyup kollama yükü, göçle gelenlerin sırtına yüklenmemeli, öyle değil mi?”.
Müthiş anılar ve nakli kelamların bulunduğu bu kitap önerimdir hatta tavsiyemdir, satın alınıp okunmalı. Lakin aşağıdaki anı ise günün anlam ve önemini anlatması ve beyanımın tebarüzü bakımından fazlaca önemlidir. Aynen aktarıyorum… Yazarın babası şofördür ve müthiş bir serencam yaşanır…
“1964
senesinde yani 19 yaşındayken şoförlük kariyerine başlar. Gececidir.
64
sonbaharında bir sabah… Gececilerde bir hazırlık… Taksilerini gündüzcüye teslim
etmeden önce yıkayıp benzinini doldurmuş, yağını koyma telaşı… Saat 05.00-05.30
sularında babam hazırlıklarını yapmış ancak arabayı henüz teslim etmemişken bir
müşteri yanaşır yanına. Uzun boylu, sakallı iyi giyimli biri. Üzerinde içi
kürklü, çok güzel bir süet gocuk vardır. Arka kapıyı açar, koltuğa oturur,
çantasın yanına koyar, ceketini de çıkarıp çantanın üzerine… Babama seslenir:
“Turizm
bürosuna gidelim”
Heykel’e
gelirler. Uzun boylu, sakallı müşteri arabadan iner, “biraz bbekleyin” diyerek
Cumhuriyet Meydanı’ndaki Turizm Müdürlüğü binasına yönelir. 10-15 dakika geçer,
gelen giden yok. Babam endişelenir. Meçhul müşterinin arka koltukta gocuğuyla
birlikte bıraktığı fermuarlı, kahverengi çantayı açar, içi kitap doludur.
Endişe katlanır.
Eyvah.
Bir romancıya denk geldik, paramızı da alamayacağız bundan.
Sonra
bakar ki ceket güzel, alacağını böyle tahsil edeceğini düşünür. O böyle
düşünürken müşterisi çıkar gelir. Oturur. Kapıyı kapatır. “Müdürlükte kimse yok”
der, “kapalı” Belki içeride uyuyan birini bulurum, düşüncesiyle gittiği yerden
umduğunu bulamadan dönmüştür. Neyi umduğunu babam az sonra anlayacaktır.
“Marmaris’e
kaça gidersin”
Müşterisinin
epey sarhoş olduğunu fark eder babam. Parası da yoktur, diye düşünerek yüksek
bir rakam söyler:
“400
liraya giderim”
Halbuki
o yolun normal ücreti 250 liradır.
“Gidelim”
Bu kez
çok para istediği için tereddüt eder babam, o kadar yolu gidecek d parasını
alamayacak diye. Mezarlıkbaşı’na, Keçeciler yol ayrımına gelince oradaki
benzinliğe girer. Benzin, yağı vardır ama niyeti, müşterisinin parasal durumunu
yoklamaktır. Motor kaputunu kaldırır, yarım kilo yağ koydurur. Arabanın kapısını
açar ve yoklamasını çeker:
“Biraz
para verir misiniz? Benzin alacağım”
“Bende
hiç para yok”
Motor
kaputunu indirir, şoför koltuğuna geçer oturur babam.
“O
zaman gidemem”
Aldığı
yanıt, belki de meslek hayatının ilk adımlarında aldığı ilk hayat dersi olur
babam için;
“Öyle
bir şey ki insanlara bir sefer itimat edin. Paranızı Marmaris’te alacaksınız.”
Son
derece kibar konuşan beyefendinin bu sözleri yeter, babamın marşı basmasına.
Aydın – Marmaris yolu eskiymiş, Çine’den sonra 366 viraj varmış, ne gam.
İkiçeşmelik’ten yukarı çıktığı gibi vurur Marmaris yoluna. Çine’de patlayan
lastiği değiştirmek için durduğunda peynir, helva, zeytin, ekmek ve gazoz alır
babam. “Ben yemem” der müşterisi.
“Yemezsen
ben de götürmem! Madem yola çıktık, beraber yiyeceğiz.
Yolda
neden parasız kaldığını anlatır müşteri. Ankara’dan sabaha karşı gelmiştir. O
saatte otobüs yoktur. Bir bara gitmiş, orada soyulmuştur.
Dolambaçlı
yollardan sonra akşam üstü bir sahil köyü olan Marmaris’e girerler. Şimdiki
limanın olduğu yerde arabadan inerler. Karşıdan kahveden beş-altı kişi
koşturarak gelir.
“Can
Bey, hoş geldin”
“Can Bey hoş geldin”
*****
Evet,
Parası ödenir, güzel bir yemek ikram edilir, iyi bir otelde misafir edilir ve
üstüne üstlük dönüş için de ilave para kazanabileceği 4 yolcu bulmasına yardım
edilir.
*****
Bir
yıl sonra…
Şoför
baba askerdir… Amiral şoförlerine ödenen aylık bedeli almak için Heybeliada Vapurundadır.
Güvertede sakallı, boylu poslu, şişesini gazeteye sarmış, şarap içen birini
görür. “Marmaris’e götürdüğüm adam bu” der kendi kendine. Kalkar, yanına gider.
“Can
Bey nasılsınız”
“Oo,
merhaba! Neredensiniz?”
“Marmaris’ten”
“Kimlerdensiniz?”
“bne
sizi Basmane’den Marmaris’e götüren şoförüm”
Kalkar
sarılır babama…
“Seni
eve götüreceğim, bizde kalacaksın”
“Kalamam,
ben askerim. İnmem için özel izne gerek var” der. Neyse, Can Bey, Burgazada’da
iner… Derken iki kişi çağırır askeri…
“Palet,
gel buraya”
“Ne
var”
Hüviyetlerini
çıkarırlar.
“Biz
siyasi polisleriz. Nereden tanıyorsun bu adamı.”
Anlatır
babam.
“Ama
bu adam siyasi… Biz bunun peşindeyiz, bununla niye samimi oluyorsun? İlgilenme
sen bu adamla”
Neden sonra öğrenir ki babam, o Can Bey, Türkiye’nin ilk Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in komünist oğlu Can Yücel’dir. Bundan sonra Can Yücel’i gazetelerden takip edecektir.
Tafsilat
için haydi kitabı okumaya… Teşekkürler, Duygu Özsüphandağ Yayman…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder