Cumartesi, Mart 20, 2021

ABD BASTIRINCA TUTUKLU BIRAKMA

ABD bastırınca behemehâl serbest bırakılarak ABD’ye gönderilen bir kişi daha var, Muzaffer Sherif… Muzaffer Sherif diyorum Canım Yurdumun vatandaşı iken Muzaffer Şerif Başoğlu idi lakin anlatacağım serencam ve badirelerden sonra Muzaffer Sherif’e dönüşüyor… Hani şimdilerde birileri dalga dubara geçme faslı ile “fırça gelince papaz gitti” diyor ya, ahada bunun bir başka örneği de budur. Esasen ve ne yazık ki tarihimizde bu kabil subukluklar hiç de azımsanmayacak şekilde defâatle tezahür ve tekerrür etmiştir. Ve, muktedir olup da bundan muaf ve vareste olabilmiş neredeyse yok gibidir. Gelelim, mezkûr sergüzeşte…

Sosyal psikoloji’nin, tüm dünyaca da kabul edilmiş biçimi ile deyim yerinde ise, babasıdır, Muzaffer Şerif Başoğlu. 1906-1988 yılları arasında yaşamış olup “Ankara Üniversitesi Psikoloji Bölümünün” kurucusudur... Varlıklı bir ailenin oğlu olarak Ödemiş’te dünyaya gelen M. Ş. Başoğlu, İzmir Amerikan Koleji mezunu olup İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümünü bitirir, bilahare Harward’da yüksek lisans yaptıktan sonra Türkiye’ye dönüp üniversitede çalışmak arzusundadır. Ancak Almanya’da konunun kendisinden daha yetkin hocaları ile çalışmak üzere bir süre geçirir. Dönem “Nazizm’in” yükseldiği, esasen de kapitalizmin dünya çapında yaşadığı büyük ekonomik kriz sonrası faşizmin kaotik ve fraktal uygulamaları sahneye konulmaktadır. Hoca, önceleri klinik psikoloji ağırlıklı bir çalışma tutturmuşsa da yaşanılan olumsuzlukların yansımalarına binaen sosyal süreçler üzerine yönelmiştir. Bilahare de doktora yapmak üzere tekrar Amerika’ya döner. Hülasa konu ile alakalı Dünya’ca en yetkin insanlardan biri olma yolunda koşar adımlarla ilerler. Lakin kendisini yetiştiren memleketine hizmet aşkı da her geçen gün artar ve nihayetinde gelir ve Ankara Üniversitesinde çalışmaya başlar, Dünyanın içine girdiği ırkçı sarmala karşı direnir lakin artık dönem öyle hiç de muarızlara göz açtırılan dönem değildir, esasen de kendisi için kazan kaynamaya başlamıştır. Canım Yurdumun yönetiminde tek parti CHP var ve CHP içinde de ırkçılığa yakın duranlar etkin ve hakimdirler,  

Canım Yurdumda, devletin çelik çekirdeğinin tariflediği ve beklediği duruşu göstermeyenlerin kolayca “komünist” olarak yaftalandığı dönemdir, çünkü Alman Faşizmi, fırtınalar estiriyordu önüne gelene aslında da kendisini iktidara getirenlerin planı doğrultusunda, emperyal güçlerin kendi aralarındaki çelişkileri temelli saldırıyordu amma ve lakin nihai hedef sosyalizmin başkenti SSCB idi. Şimdi böylesi bir halde Türkiye’nin zaten bir önceki büyük savaştan da ortağı olan Almanya’ya sempati duyması CHP içindeki antifaşistleri bile suskun hale getirmiştir. Evet, kazan kaynıyor dedik ya, hakikaten de öyle… Hoca, bir taraftan Üniversitede derslere giriyor, bir taraftan da Halkevi’nde seminerler veriyor, “Adımlar” ve “Yurt ve Dünya” gibi dergilerde yazılar yazıyor. Bilahare de bu yazılarının tamamını “Değişen Dünya” adı ile kitaplaştırıyor yazıların hemen hemen hepsinde ırkçılık tespiti ve analizi yapıyor ve de karşı duruşlar sergiliyor. 1944’te başını Nihal Atsız’ın çektiği bir grubun yine faşizme yakın duran Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na yazdığı, üniversitelerdeki devrimci, yurtsever ve sosyalist hocaların ihbar edildiği mektup ile başlayan bir tutuklama fırtınası yaşanır. Tutuklanma piyangosunun vurduğu bir isim de Muzaffer Şerif Başoğlu’dur. Yargılamalar hukuk bir yana beka bir yana halüsinasyonları ile donanmış askeri mahkemede olur ve beklenen de gerçekleşir, 27 yıl hapis ve “Adımlar Dergisine kapatma… Reisicumhur İsmet İnönü, Başbakan Şükrü Saraçoğlu… Lakin başta Harward’daki arkadaşları olmak üzere Amerika’daki tüm bilim insanları ayağa kalkar, tepkiler karşısında Amerika Dışişleri Bakanlığı fazlaca dayanamaz ve  Türkiye’ye karşı tavır takınır lakin dönem itibari ile Türkiye Amerika’dan fazla umarı hatta korkusu da yoktur, başta krom olmak üzere Almanya ile yapılan değerli cevher satışı yeterli güvencedir mütalaası ile burnunun dikine gider. Derken, Canım Yurdumun ummadığı ve beklemediği gelişmeler yaşanır büyük savaşta ve Almanya’nın tekeri kırılır ve kaçınılmaz ricat başlar ve politik rüzgarlar başka taraftan esmeğe başlar. Ve, bingo, canım yurdumun değerli yöneticileri behemehal Almanya’ya savaş ilan ederler. Bunun, iç bünyeye yansımaları olacaktır şüphesiz, hemen hukuk reformları gündeme gelecek ve muhteremlerin ayağı suya değecektir. Neyse bu değerlendirmeleri konunun uzmanlarına bırakalım, biz Hoca’nın durumuna bakalım. 27 sene mapusluk ile cezalandırılan hoca tutuklandıktan 40 gün sonra serbest bırakılır. Devran dönmüştür gayri, şimdi de “meşhur ihbar mektubu yazıcıları” yargılanacaktır. Vallahi o da bir başka komedi ama bunu da uzmanlara bırakalım.

Hoca, serbest kalır kalmaz, hatta evine gidip eşyalarını bile alma lüzumu ya da gereği görmez, Ankara’ya inen bir Amerikan Askeri Uçağına sessizce ve alelacele bindirilir, uçağın rotası doğru Amerika’dır. Sen nelere kadirsin be Amerika… Daha o zaman devlet adamları kendilerine “şu fakir” sıfatını uygun görmemiş olduğundan, zinhar kullanılmamıştır bu ifade, bu ifade ünlü Türk büyüğü Kenan Evren zamanında icat edilmiştir, sonraki zamanlarda… Hani Güzelbahçe’deki evini satarken çıkan söylentilere binaen; “bu fakir reisicumhur ev satarsa” diye başlayan ve torpil, iltimas ve suiistimal dedikodularına cevap verirken, kelamları ile süslemiştir…

Hoca artık Amerika’dadır, kendisini davet eden üniversiteler arasında tercih yapmak durumunda kalır. Lakin artık SSCB’yi yok etmek üzere tezgahlanan oyun ters tepmiştir ve “eşeğini dövemeyen semerini döver” kelamı mucibince içeriye döner. Amerika’da Mccarthy’cilik diye bir “ihbar, işsizleştirme ve tutuklama” müessesi ihdas edilir, bu bir bakıma kendisini tekrar klinik psikoloji alanında verimli olmaya zorlar. Bu arada Türkiye pasaportunu kaybeder, tekrar almak istemez, ABD vatandaşlığına da geçmez, bu nedenle de ABD dışına da çıkamaz, vs vs.

Neymiş, bir söz ile 27 yıl hapis cezası kaldırılırmış, 40 günde serbest bırakılırmış, eve bile uğramadan uçağa binerek ABD’nin yolunu tutarmış… Neymiş, bilinenlerin ilkine bundan tam 80 sene önce bu memleket tanıklık etmiştir… İşte bugüne gülersen adama geçmişte yapılanları hatırlatırlar… Peki, ABD’nin bir tepkisine, 27 sene haksız hapis cezasına çarptırılan bir kişiyi, kim serbest bırakmış… Mahkeme tabii ki… İktidar da kim varmış… CHP… İktidarın birinci yöneticisi kimmiş İsmet İnönü… İkinci yöneticisi kimmiş… Fenerbahçe Spor Kulübünü ihya ve âbâd eden Şükrü Saraçoğlu…

Muzaffer Şerif Başoğlu’nun küsmesini, küskün kalmasını anlıyorum, tabii ki… Hoca bir daha Türkiye’ye gelmiyor. Hani keşke, “gavura kızıp oruç bozulmaz” sözü burada gerçekleşmemiş olsa idi… Dünyanın en önemli sosyal psikoloğunu yetiştiriyorsunuz ama sahip çıkamıyorsunuz…

Ben hocanın hikayesini, kendisi ABD’de Üniversite’de ders verirken yüksek lisans için orada bulunan ve kendisi ile görüşmek isteyip görüşemeyen bir öğrencisinin anılarından yaklaşık 40 yıl önce okumuştum ilk defa… Kendisinin Muzaffer Şerif Başoğlu’ndan, Muzaffer Sherif’e nasıl dönüştüğünün hazin hikayesini günün getirdiklerinin önemine binaen şimdi hatırladım ve yazdım… 

Hiç yorum yok: