Pazar, Haziran 20, 2021

16 EYLÜL İLKOKULU

Yeni Çeşme Gazetesinde “16 Eylül İlkokulu yıkılıyor” başlıklı bir haber görünce içimde bir şeylerin kırıldığını hissettim. Pandemi koşullarından ötürü artık sokaklarda zaruri ihtiyaçlar dışında bulunmayınca, görmemişim, haberi görünce derhal okula gittim. Evet, yıkım başlamış… Geçen yıl Ekim ayında Seferihisar merkezli deprem nedeni ile “riskli bina” tespit ve tayini ile yıkımına karar verilmiş. Evet, bir tarih yok oluyor lakin çocuklarımızın da riskli bir binada bulunmalarının önüne geçiliyor. Diğer taraftan “güçlendirme” yapılarak sorun aşılabilir mi idi, şüphesiz konu öyle de çözülebilirdi. Karar verici elindeki bilgilere göre ya da önündeki etkilere göre bir karar üretmiş, doğru desek ne olur yanlış desek ne olur, durum bu… Haberin devamında restorasyonu bitirilen “tarihi hamamın” önüne küçük de olsa bir meydan bırakabilmek adına yeni bir bina yapılmayıp boş bırakılacağı yazıyor. Boş bırakılacak bu alanın “Tarihi Hamamın” değerini katlayacağı aşikâr olup esasen de isabetli bir karar olduğu kanaatindeyim.

Ben; “16 Eylül İlkokulu” inşaatı süresince Namık Kemal İlkokuluna gittim. Okul inşaatı tamamlandığında dönem itibari ile Çeşme’nin en afili binalarından biri olmuş idi, hatırladığım. Mesela; bizlerin gördüğü ilk mozaik kaplama olup çekiçlenmiş hali ile de ciddi manada albenisi olmuş idi. 60’lı yılların yanılmıyorsam da 1966 yılının sonu inşaat tamamlanmış Okul öğretime açılmış idi. İkinci yarı yıl için artık bu okula geliyorduk. Bana en cazip gelen odası ise en üst katta, müdür odası yanındaki “Harita Odası” idi. Vay be, okul yeni lakin yeni imkânların da olması muhteşem idi. Bu güzelim “Harita Odasında” sonradan yaşadığım ve hala unutamadığım bir dayak yeme sahnesi var… Kâmil Hoca; Annemin Köyünden, köyden komşumuz, Müdür Muavini idi. Şimdi ne olduğunu hatırlamadığım bir nedenle, muhtemelen de bizim sınıfın yaptığı bir yaramazlık üzerine sınıfın tüm erkek çocuklarını Harita Odasına aldılar. Kimler yok ki, Pejo Recep, Çekirge İbrahim, Gazeteci Mahmut, Pçi Mehmet baş rollerde olmak üzere sıralandık o güzelim haritaların önünde… Kâmil Hoca; Anneme de öğretmenlik yapmış birisi ve sert, ters, asla gülmez, asla dinlemez, sürekli kaşlar çatık, öğretmenden ziyade askeri disiplin ile yoğrulmuş görüntüsü veren biri… Lakin köylümüz, annemin öğretmeni olmasına rağmen aradaki birkaç yaş farkına binaen annemin de “Abi” diye hürmet ettiği, Babamın Arkadaşı, Dayımın Arkadaşı lakin tüm bu yakınlıklar Kamil Hocadan, “cennetten çıkarılan hizmetten” muaf olmasına yetmeyeceği sarihtir, bilenler bilir… Sınıfın birkaç çalışkan çocuğundan biri olmam hasebi ile Kamil Hoca’nın servisinden azade tutulduğumu hatırlıyorum lakin ismi geçen arkadaşlarım azade kalamadıkları gibi ademoğlunun her salvoyu silleden sonra uçabileceğini ispat etmişlerdir. Neyse, bu konu uzun, yer kısa…  

Okulun bahçesi şimdiki gibi etrafı duvarlarla çevrili değil zemini de beton değil, daha doğal ve insani idi… Okulun bahçesi, her türlü korumasızlığı altında özellikle hafta sonları biz çocukların bu baptan tam teşekküllü oyun alanı idi… Futbol, Uzun Eşek, Kaptan Çukuru başta olmak üzere bildiğimiz her oyun ya da bulunan insan sayısına göre faaliyet… Futbol konusunda ciddi manada sorun yaşıyorduk… Özellikle Ortaokula gittiğimiz dönemde hafta sonu burada futbol oynar iken yakalanır isek, zaptiye ve hafiye vazifesi ile donatılmış Ahmet Uğur’a, yandı gülüm keten helva… Pazartesi sabahı ilk iş ve ilk anons; “filan, filan adlı öğrenciler İdareye”… Manası, siz oynanması yasaklanmasına rağmen futbol oynar iken sobelendiniz, eee o kadar “hoşluğun” finali de hoş olacak değil ya, şüphesiz azıcıkkk “nahoş” olacaktır. Elindeki 1 mt’lik tahta cetveli ile açılan avuçlarımıza kılıçlamasına, sanki evde alınmamış ya da tamamlanmamış zevklerin ikmali dairesinde, kuvvet denemesi ile cetvel dayanıklılığı testinde imişcesine, vur ha vur… “Dayak cennetten çıkmadır” şiarı uyarınca öğretim sistemi kuran kafanın tezahürü olan bu öğretmenler az mı idi, nerde, maşallah Allah verdikçe vermiş babında idi… Sevgi, saygı ve hoşgörü sahibi öğretmenlerimizin sayısı ne yazık ki az idi. Gerçi biz öğrenciler de, aile ve eğitim sisteminin bizi formatladığı biçimde, suç ve ceza ikilemi içinde değerlendirme yapmaya mahkûm edilmiş durumdaydık ve tam da bu yüzden itirazımız dayağın kendisine değil de “orantısız” olmasına yönelik idi, dayak orantılı olsa rıza göstermenin öğretim gereği olduğunu bilmek insanı rahatlatırmış gibi… Ne yazık ki bugün matah bir şeymiş edası ile yeniden tahkim edilmeye çalışıldığı üzere biz suçluyuz onlar da bizi cezalandırıyor abukluğu ve sarmalı içindeki sistem bizleri kuşatmış idi. Neyse ve çok şükür ki; sonradan çağdaş eğitim ve öğretim müjdecisi devrimci öğretmelerimiz geldi de; “dayağın cennetten çıkma”dığını ve insana ait olmadığını öğrendik hep beraber.

Haberden anladığım kadarı ile mezkûr okulun arazisi boş bırakılıp, restorasyonu tamamlanmış Tarihi Hamamın mücavirini, dolayısı ile de kendisini değerli kılmak ya da öne çıkarmak gibi murad oluşmuş… Gerçi Tarihi Hamamın henüz “tarihi” olmadığı dönemde de orada bir okul bulunmakta imiş lakin şimdiki gibi çok katlı değil, tek katlı bir bina imiş ve şehircilik açısından mütemmim cüz gibi uyum içinde imişler. Alınan karar için muvafık olup musakdıkım, sonuç itibari ile… Hayırlara vesile olsun…

Sonu her daim Ahmet Uğur hocanın tecziyesi ile sonuçlansa da asla sonlandırılmayan futbol oynama arzumuz vardı. Mahallemizin yetiştirdiği önemli futbolcuların bir kısmı ile tüm yetersizliğime rağmen yeterli insan sayısı olmaması hasebiyle kurulan takımlarda birlikte o küçük alanda da top koşturmuş olmanın keyfi hala aklımdadır. Çok güzel günlerdi… Takım kurarak oyun oynayamayacak sayıda isek, derhal ceplerde taşıdığımız ve çiklet ya da çikolata içinden çıkan futbolcu resimlerinin cami duvarının belli bir yüksekliğinden serbest bırakılarak bir öncekinin duvara dayayıp serbest bırakarak yere düşmüş fotoğrafına temas ettirebilme olasılığına dayalı futbolcu resmini kazanma kurallı oyun devreye girerdi. Tüm bu oyunlar halen sahayı süsleyen palmiye ağaçları gölgesinde oynanırdı… Hele biz çocukların “bebbe” dediği, gerçekte palmiye üzümü diye bilinen saçma büyüklüğündeki küçük siyah meyveleri toplayıp, kamışlardan kestiğimiz kaval benzeri aletleri, dudaklar arasına alarak bebbeleri püskürtme yöntemiyle, karşıdaki kişiyi rakip tayini ile hedefleyen, harpçilik oyunları da unutulmazlar arasındadır. Heyyy gidi günler heyyyy…  






 

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Benim de İlkokulumdu Ruhi abi.

Unknown dedi ki...

Beppe ile çok şişledik birbirimizi