Perşembe, Haziran 10, 2021

CENGİZ DEMİR’DEN ALİ UYGUR’A

Cengiz Demir, ne yazık ki artık hayatta değil lakin fizik olarak yok ismi ve anıları hep yaşayacak kendisini tanıyanlar ve sevenler var oldukça… Cengiz Demir ve Ailesi ile, Adana’da 70’li yılların sonlarında tanıştık, Cengiz ile de ömrünün sonuna kadar da hep irtibat halinde kaldık. Adana’nın karanlık 70’li yıllarının aydınlık yüzlerinden biri idi, tüm ailesi gibi… Baba “Kara Halil” anne “Fatma Ana” bana bulunduğum gurbet elde şefkatli bir aile ocağı olmuşlardı… Hem de tam teşekküllü, tam sorumlu bir aile ocağı, bitmez tükenmez, sınırsız yeme içme ikramı başta her ailedeki tüm imkanlar… Hiç mi yorulmazdınız, hiç mi tükenmezdi mutfak stokları… Evet lügatlarında yorulmak yoktu, bıkmak yoktu ve mutfak stokları da sınırsız, bitmek tükenmez cinsindendi… Aç karnımızı sıklıkla doyurduğumuz bir ocaktı… Zaman acımasızdı önce “Kara Halil” babamız sonra da “Fatma Anamız” bizleri öksüz ve yetim bıraktılar. Ve sonra hayatın farklı gerçekleri karşısında çok fazla da farklı tutumlar geliştirememiş kardeşimiz Cengiz elim bir kaza sonrası yoğun ve uzun tedavinin kâr etmemesi yüzünden aramızdan ayrıldı… Ya haberimin geç olması ya da yurtdışında bulunuşum nedeniyle yetişemediğim bu kayıpların sonsuzluğa uğurlanmalarında bulunamamıştım. Yakınlarda yolumu Adana, Karaisalı, Döşekevi Köyü, Turunçlu Mahallesine, düşürdüm, yine kadim dostum Halil ile… Neneoğullarından Omar Ağa’nın oğlu Halil ile…

Mezkûr adrese belki de 40 yıldan fazla olmuştur ilk gidişim. Tipik bir Toros Dağları köyü idi, ancak Seyhan Nehrine tepeden tıpkı bir şahin bakışı atılıveren. Olabildiğince geniş bir Ova idi hatırladığım, çeşitli tarım ürünleri dikmeye uygun, şimdilerde ise tüm bu Ova Çatalan Barajı suları altında kalmış adeta bir deniz edası ile su bahse konu tepelere kadar dayanmış. Ova’nın sular altında kalmış olmasının değerlendirmesini, Neneoğullarından Omar Ağa (Ömer Ağa), bir hayli yorucu ve ağır çiftçilik faaliyetlerinden kurtuldukları için sevinç duyarak ve mutlulukla yapmakta, ohhh işimiz iyice azaldı tadında…  

Güzel ve genele mütenasip, yarınlar hayal ettiğimiz günlerde yollarımız kesişti, Cengiz Demir ve ailesi ile. Yalnız Ailesi ile mi tüm sülalesi ile… Bir aile ki; her bir ferdi, tek tek, tenlerinin esmerliklerine kazınmış yüz kıvrımları ile tepeden tırnağa insanlık kesmiş, göğüsleri insan sevgisi ile iner kalkar hale gelmiş, nefes alışlarının her biri insanlığın yüceliğini fısıldar olmuş, ayakları her adımda yere sağlam basmış, tüm bu halleri ile mutlu gelecek hayalleri kurmuş izlenimini hep vermişlerdir. Onları ve tüm sülalesini tanımanın her daim ulu kıvancıyla kendimi ayrıcalıklı hissettim ya da onlar bana bunu hissettirecek her şeyi yaptılar. Mezkûr toprakların yiğitlerinin bolluğu herkes tarafından kendi meşrebince takdim ve takdir edilebilir lakin tüm bunlara ilaveten benim dostluk ettiklerim, yaşadıkları her bir olaydan çıkardıkları ile hayatın bilgilerinden edindiklerinin harmanından her biri kendi çapında feylesof mertebesine ulaşmışlardır.

Cengiz Demir’in kabrini ziyaret ettik, çok sevdiği topraklarının bağrında idi artık ve bendeki izlenimi garip bir huzur ortamı içinde anne ve babası ile birlikte olduğu biçimindeydi. Oradan, akşamları kendine “kayrak taşları” ile taht yapıp “Çatalan baraj Gölünü” seyrettiği noktaya geldik. Ne kadar da anlamlı bir taht yapmış, kayrak taşı ile, oysaki oraya rahat bir koltuk götürüp yerleştirebilir idi lakin o kısa ömrünün tercihlerinin kendisine armağanı olmuş olan zahmetlerin, sıkıntıların, güçlüklerin ve zorlukların adeta bir temsil ve tezahürü olmuş bu yer. Bu “taht” akşamları oturup gökyüzünün sonsuzluğu altında Çatalan Baraj Gölünün sonlu maviliklerine bakarak bir türlü terk edemediği sigarasını içtiği bir huzur mekânı olmuş olmakla birlikte ahir ömrünün noktalandığı bir yer de olmuş… Bu duygularla baktığımız bu mekânın içimizi doldurduğu derin hüzünden sıyrılıyoruz oradan ayrılarak lakin buruk bir sıyrılma…

Aramızdan ayrılan Cengiz’in bir yoldaşı, 1980 Temmuz ayında Çukurova’nın sarı ve beter sıcağının insanı boğan ortamında, Mersin’de işkencede bir başka yiğit, kanun ve nizam dairesinde katlediliyor. Şimdilerde yıldızı bir memleketsever olarak parlatılmaya çalışılan önemli bir işkencecinin bu yiğidi işkencede katlettiği büyük ölçüde tanıklıklarla kanıtlanmış görünmektedir. Kimdir bu sözde memleketsever işkenceci, kim olacak anlı şanlı Hanefi Avcı’dır… Hani şimdilerde kitap yazarak iyi memur rolleri takınan muhterem. Öylesine vahşice katledilir ki Ali Uygur, katline namlı sağcılar bile şahit olmuş ve dayanamamış mahkemeler huzurunda da şahitlik etmişlerdir. Hani “kanıt yoksa suçta yoktur” yaklaşımı ile çaktırmadan bir gece yarısı kimsesizler mezarlığına gömülen ve firari diye kayıtlara not düşülen… İşte Ali Uygur’un isminin, o günlerde dünyaya gelen, şimdilerde 40’lı yaşlarını bitirmiş bir başka yiğitte yaşadığına da tanıklık ettim bu kez… Öldü Ali, doğdu Ali, dejavusu… Hülasa Ali Uygur yaşıyor… Ve yaşayacakta, bir ölür bin geliriz hasleti ile… 

Ali Uygur’un katledilişinin kahredici ruh hali içinde “Halaoğlu”nun çocuğunun doğduğunu öğrenir Cengiz Demir. “Evet bir erkek çocuk oldu” haberi gelince çocuğun adı “Ali Uygur” olsun der, Cengiz Demir… Bir tarafı ile halaoğlu diğer tarafı ile amca kızı tartışmasız ve büyük bir onurla kabul ederler teklifi. Artık yeni bir Ali Uygur vardır. Yeni çocukların ömürleri kısa olmasın, meşakkat dolu olmasın, mutlu olsunlar diye bir dilek tutalım.

Yazımın sonunda; Cengiz Demir’den Ali Uygur’a ve oradan tüm yiğitlere ithafen Mahsuni Şerif’in “yiğitler” parçasından bir bölüm…

Doğudan batıya bir ses yükselir

Yiğitler yiğitler bizim yiğitler

Gavur dağlarından Dadallar gelir

Yiğitler yiğitler bizim yiğitler

 

Yiğitler yiğitler bizim yiğitler

Onu bilir Binboğalar Ceritler

 


 

4 yorum:

Unknown dedi ki...

Umarım o günler bir daha yaşanmaz...

Mehmet Öğretmen dedi ki...

Emeğine yüreğine sağlık

Mehmet Öğretmen dedi ki...

Emeğine yüreğine sağlık

Unknown dedi ki...

Onlar ki ,aydınlığa erişmeye döşenen işaret fişekleri .