Cumartesi, Ocak 15, 2022

CELAL KARANLIK – GÜLHİSARLI TERZİLER

 “On dokuz yaşındayken liseyi dışarıdan bitirmişti. Üniversite sınavlarına girip jeoloji bölümünü kazandığında kendisi de hayretler içinde kalmıştı. Olabiliyordu, yapabiliyordu ve olabildikçe, yapabildikçe güveni artıyordu.

İlk reklam dergisini yirmi üç yaşında çıkarmıştı. Biraz koşturmak gerekiyordu ama kârlı bir işti. Bursa’nın, İzmit’in, Adapazarı’nın bütün ilçelerini avucunun içi gibi biliyordu. İki takım elbisesi ve dört kravatı vardı. Belediye başkanlarının, ticaret odası yöneticilerinin huzuruna çıktığında kendini halkın bir hizmetkarı olarak takdim ediyordu. “Buralarda neyle uğraştığınızı, nasıl uğraştığınızı kimse blmiyor” diyordu onlara. Hakikaten de kimse bilmiyordu. Onlara bir yol görücüsü, bir ışıldak, yaptıklarını ve yapmak istediklerini büyütecek bir ayna lazımdı. Böyle bir aynayı kimse reddetmiyordu.

1980 yılının başında üç reklam dergisinin sahibiydi. Ancak asıl altın çağını Kenan Evren’le birlikte yaşamaya başlamıştı. Yirmi beş yaşındaydı. Atatürk ve askerleri çok sevmeyi yeni öğreniyordu. Anladığı kadarıyla halk bu sevgiye açtı. Kadırga’da bir döküm atölyesiyle anlaşıp Atatürk büstleri üretmeye başladı. Daha işin başından, bunun br çeşit Atatürk üretmek anlamına geldiğini fark etmişti; herkes Atatürk istiyordu. Ticaret Odalarının temsilcileri, Hukuk büroları, Belediye meclislerinin salonları, esnaf odaları, polis karakolları, hatta zahireciler ve düğün salonları…

Ancak altın çağ uzun sürmedi. Bronz alaşımlı büstlerin birkaç yıllık baht açıklığı, liberal ellerin böyle şeyleri umursamayan sessiz reddiyle yavaşça sona erdi.

Celal Karanlık bu geçiş evresinde de çok fazla zorlanmadı. Üniversiteyi bitirememişti ama üniversite diploması dahil, sahte belgeler hazırlamak konusunda uzmanlaşmıştı. Ortağı olduğu birkaç hayalet şirket vardı. Jeoloji diplomasını, teknik direktörlük sertifikasını bond çantasından hiç eksik etmezdi.

İstanbul’dan ayrılıp Anadolu’nun küçük kasabalarında yaşamaya başladı. Belediyelerden kazandıklarıyla, sahte ya da gerçek şirketler kurup batırarak, reklam dergileri çıkararak, hobi olarak da kasabalarda futbol kulüpleri kurarak, sefil sayılmayacak bir hayat sürüyordu.”

Yukarıdaki muhteşem tanımların yapıldığı satırlar, önce müzisyen lakin sonradan büyük yazar olma yolunda hızlı adımlar atan Hüsnü Arkan’ın “Gülhisarlı Terziler” kitabından… Daha önce de aktardığım üzere; romana konu olan kasaba muhtemelen bir kuzey Ege kasabasıdır ve kasaba sıradandır, insanları sıradandır lakin büyük umutları, büyük hayalleri, büyük aşkları, büyük beklentileri, büyük planları olmasına engel bir durumda yoktur. Lakin her şey, büyük bir içtenlik, büyük bir sadelik, büyük bir samimiyet doludur.

Mezkûr muhterem Celal Karanlık’ın yolu, roman bu ya, Gülhisar’a düşer. Bond çanta içindeki, janjanlı sertifikalar, sahip olunan şirket evrakları, teknik direktörlük belgesi, jeoloji mühendisi diploması ve sahip olunan reklam dergilerinin sahte gücü ile edinilmiş boş ve kof bir özgüven ürünü bilmişlik, girişkenlik ya da girişimcilik ruhu ile mücehhez muhterem kasabada sahne alır. Esasen üniversiteyi bitirememiş, diplomasız mühendistir muhterem lakin üniversite diploması dahil, sahte belgeler hazırlama konusunda uzmanlaşmıştır, zaten ne fark eder ha sahte, ha gerçek, diploma diplomadır ama garibim Gülhisarlılar nereden bilebilecektir. Evvelemirde uğranılan yer, deprem neticesinde kaybedilen termal suların yüzü suyu hürmetine kurulmuş, şimdilerde ise geniş ailenin ve misafirlerinin konutu niteliğine dönüşmüş oteldir. Celal Karanlık, yukarıda sayılan meziyetlerinin yanında en değme “gurme”lere taş çıkaracak durumdadır. Sığındığı otelde, müşteriden ziyade misafir muamelesine tabi tutulmasının da verdiği cesaret ile yemek söylevlerinden tutunda otelcilik üstüne işletme ve teknik donanım önerileri ile adeta bir “mehdi” konuma terfi etmiştir. Odalara boy aynalarının yerleştirilmesinden, yaşlı ve romatizmalı müşterilerin camiye kadar yürümeleri yerine bir mescit yerinin tayinine, oradan Gülhisarda ilk olacak ve çatıya yerleştirilecek güneş panelleri ile otelin her odasında sıcak su bulunmasına kadar detaylı düşünceler arzı otel sahibi sülaleyi adeta büyülemekte idi. Kasabanın yerlilerinin büyük ama naif hayallerinin gerçekleşme zamanı gelmiştir gayri mehdinin zuhuru ile … Roman kahramanlarından Ayhan Demir bu büyülenmişlik halini, Pinokyo’yu vaatleriyle kandırmaya çalışan tilki ile kediye benzetiyor ve durumdan ziyadesiyle de rahatsızlık duyuyordu. Hani iyi bilinir ya; enayiler diyarının her söylenene inanan halkı, altınlarını toprağa dikip, sabah yetişen ağaçlardan altın meyveler toplanması hikayesi… Adam adeta, Aziz Nesin hikayelerinde fırlamış ve bir fırlama olarak da Gülhisar’da yerini almıştır. Misafir olunan sülaleye bilahare de damat adayı apoleti ile daha da koyulaştırdığı yalanlar öyle bir biçimde gerçeğin yerine geçmeğe başlamış idi ki; mezkûr sarmalın içine Belediye de çekilmiştir. Artık Belediyenin finanse ettiği jeolojik etütler ve çalışmalar, termal su arayışları ve isale hatları ile kasaba eskisinin katbekat üstünde bir turistik merkez haline gelecektir. Ama “lafla peynir gemisi yürümez” atalar sözü bu hikâyede de gerçekleşir. Kurulan tüm hayaller çöker, esasen mezkûr muhterem, kötü ve yalancı bir aşıktır, hayalperest bir yatırımcıdır, ya tutarsa kültünün önemli ama sık rastlanan bir numunesidir hülasa bir çöptür lakin bir vakadır ve ayakların baş olması bu hikâyede de uzun sürmez ve süremez. Fiziki saldırıya bile maruz kalır, kasabayı terk etmek mecburiyetindedir, artık yeni bir kasaba bulması gerektir.

Evet, hikayedir tüm bu anlatılanlar ama ya gerçek hayatımızdaki “dürülülüler” nasıl izah edilecektir. Bende küçük bir kasabada doğup yetişen biri olarak mezkûr muhteremlerden kâfi miktarda gördüm ve ne yazık ki görmeye de devam ediyorum. Maalesef “tatlı su kurnazları” bu toprakları çok seviyor esasen de toprakta mümbit olunca Allah ta verdikçe veriyor, sakınmaksızın, esirgemeksizin… Bu kabil kurnazlar mezkûr dönemlerde küçük kasabalarda sahne alırlar iken şimdi artık ulusal ve uluslararası arenalarda boy göstermektedirler. Hepsine şapka çıkarıyorum da esasen şapkamı onlara yol verip, onları parlatan ve onlar üstünden numaralar çevirenlere çıkarmam gerek…. Ahada çıkardım gitti… İlaveten Yüce Rabbimim bizleri, bu hızlı öğrenme, öğrenilenden hızlı faydalanabilme, yeni durumlara hızlı adaptasyon, yeni rolleri hızlı koklama ve kavrama kabiliyet ve hassasiyet ve de meziyetleri ile donatılmış mezkûr muhteremlerden esirgesin diyorum… İnsanın anlama, düşünme, algılama, akıl yürütme, yargılama ve çıkarsama gibi yeti ve yeteneklerinin tek tek ihsan edilmemesi niyazımızın yanına hiç değilse mezkur muhteremlere bir o kadar da ahlak ve etik nasip eylemesini dileğimdir.

Son söz olarak da; ne diyor Hüsnü Arkan; “Celal Bey’i kim tanımaz? Gülhisar küçük yer. Eskiler birbirlerini göre göre unutup tüketirler ama yeni gelenleri arşive kaldırmak biraz zaman alır.” Celal Karanlık tipi üzerinden gelen “azlar ama güçlüler” rüzgârı çok etkilidir canım yurdumda esasen…

 

Hiç yorum yok: