Cumartesi, Ocak 29, 2022

EFELER İSYANI KUVAYI MİLLİYE DİRENİŞİ

 

Yazar, gazeteci büyüğümüz Yaşar Aksoy’un “Efeler İsyanı” kitabını konu etmeye devam ediyoruz… Kitap başlı başına bir şaheser, bir hayli bilinmediğini düşündüğüm ya da zannettiğim anılarla dolu… Bir önceki yazımda belirttiğim üzere, kitabın ilk bölümünde, Üsteğmen Zekai Kaur’un hatıratının kendi elinden çıkmış hali ile dokunulmadan tekmili birden yayınlanıyor. Diğer bölümlerde ise gerek yazarın kendisinin gerekse de münhasıran “efe” ve “zeybek” kültürü üzerine konunun uzmanları tarafından aktarılan değerlendirmeler bulunmaktadır. Yaşar Aksoy; diğer kitaplarında da olduğu üzere burada da, bilimsel tutarlılığına ve derinliğine ve de inanırlığına benim de katıldığım esasen de bizim mahalleden uzmanların görüş ve düşüncelerini öne çıkarmaktadır.

“Kuvayı Milliye’nin gözbebeği “Efe”, özellikle Batı Anadolu’da ağabey, mert adam, yiğit anlamına kullanılan bir Türk tanımıdır. Köy yiğidi, namus ve ahlak kabadayısı ve de zeybek toplulukları başkanına verilen isim olarak da anlaşılır. Bu deyim halk arasında eski çağlara uzanır, öteden beri “ağabey” anlamında kullanılmıştır. Osmanlıların son zamanlarında, devlet otoritesine karşı kendilerini dağların hâkimi ilan eden çete başları için de “efe” kelimesi kullanıldı. Ekserisi kanun kaçaklarından meydana gelip, namus davaları, otoriteye karşı özgürlük veya polisiye sebeplerle dağlara çıkan zeybekler, aralarında yiğitlik, mertlik, cesaret göstereni başkan seçerek, ona “efe” derler ve tabi olurlardı.” değerlendirmesine ilaveten, Yaşar Aksoy büyüğümüzün, “Kurt bunalırsa köye iner, kul bunalırsa dağa çıkar” atasözünü de münasip bir üslupla tarifin içine yerleştiren emekli öğretmen Ethem Oruç referanslı aktarımından; “Efe olmak zordur. Efelik zor iştir oğul, haksızlığa, zulme, baskıya bir isyan. Onurlu bir dik duruş, bir başkaldırı destanıdır efelik. Kendine özgü, deftere, kitaba yazılmamış yasaları var. Yazılmasa da okunur. Efelik, fırtına kuşuna benzer. Herkesin kaçıştığı, saklanıp korktuğu, fırtınalı ortamda sakin, ağırbaşlı, kararlı, ölçülü ve dimdik durabilmektir. Efenin sözleri damıtılmış, parlak, çelik mermi gibidir. Bir kez çıktı mı ağızdan geri dönüşü olmaz. Zalime karşı acımasız, mazluma karşı şefkatli, kadına, kıza, çocuğa, yaşlıya kol kanat germektir efelik. Özcesi efelik, erkek, kadın işi değil, yürek işidir. Mangal gibi yüreğin olacak, kaya gibi duracaksın. Düşmanlarına korku, dostlarına güven vereceksin. Efelik zor iştir yiğidim, önce ahlaklı, mert…” kısaca ama koçaklama ve güzelleme tadında bir efelik tanımı yapılmaktadır.

Efelerin sözünün menzili ile menkul olduğunu belirtir Erol Toy da… Silahının menzili ile sözünün menzili kıyaslaması yapar. Müthiş bir değerlendirmedir bana göre… Anadolu’daki istiklal harbinin tüm katılımcıları, tüm savaşçıları gibi, efeleri de gerilla savaşı önderi gibi görüp değerlendirme yapan Erol Toy; “Türk Gerilla Tarihi” kitabında “Bir kez de kitle, kesin düşman olarak durumunu saptadı, savaşa adımını attı mı, gerisi kendiliğinden gelir artık. Karşısındaki gücü yenip, tüketinceye kadar sürdürür kavgayı. Yenip tüketinceye, çünkü kitleyi bağımsızlığından yoksun etmek isteyenler, daima azınlıktadırlar. Ve çoğunluk, savaşı sürdürdüğü sürece, azınlığı tüketecektir. Tüketme olanağı aynı oranda bile olsa, azınlık bittikten sonra da vardır çoğunluk. Ve şurası da kesindir ki, hiçbir zaman kendi topraklarını savunanlarla, o toprakları elde etmek isteyenler vurucu güç olarak aynı olanaklara sahip değillerdir. Ve yurtlarını koruyanlar, kendi topraklarında yenilmezler.” İstiklal harbinin haklılığını ve kaçınılmaz sonucunu bu satırlarla tespit etmektedir.

Tarih akışı içinde gördük ki, gerilla savaşları ile başlayan milli kurtuluş ya da kuruluş savaşları, hemen düzenli ordu biçimine dönüşmektedir. Bu tarihin savaşçılara yükümlediği bir görev gibidir. Ayrı cephelerde, ayrı biçimde savaşanlar, bir geniş cephe meydana getirildikten sonra, kendiliğinden bir büyük ve düzenli ordunun insanları haline gelmektedirler.” diye belirtiyor Erol Toy mezkûr kitabında “ya istiklal ya ölüm” şiarı ile yola çıkanların evrimini. Efelerin en namlılarından, en kapsamlı ve kapsayıcı organizasyonuna hâkim Demirci Mehmet Efe’yi Albay Bekir Sami Bey, Yörük Ali Efe’yi de Üsteğmen Zekai Kaur, önceleri Osmanlı’ya karşı mücadele eden bu ekiplerin, Yunan işgaline karşı istiklal mücadelesine katılmalarına ön ayak olurlar ve evrilerek düzenli ordunun birer parçası olmalarına.

Zekai Kaur’un anılarında İtalyan işgal kuvvetleri ile olan ilişkiler konusunda da yer yer detaylı bilgiler yer almaktadır. Ama en enteresan bilgi ise; “İtalyanlar da bizim gibi Birinci Dünya Savaşından yeni çıkmış olduklarından yorgundular. Bundan başka İtalya’daki hükümet tamamen solcu ve aşırı sosyalistti. Rusya’daki komünizm henüz iki yaşında idi. Almanya ve İtalya’da komünizm özentili hareketler hızla belirmişti. Almanların Spartaküs komünizm ihtilaline benzer, İtalya’da da canlı kıpırdamalar vardı. Mussolini bile İtalyanların Anadolu’da bulundukları bu sıralarda bir İtalyan gazetesinin başyazarı idi ve daima emperyalizm aleyhine aşırı solcu yazıları ile tanınıyordu. Bütün bu eğilimlerin İtalyan subay ve özellikle askerlerine de sirayet ettiğini ve hatta bunlarla bazen konuşulduğu zaman “Bizim buralarda ne işimiz var?” diyerek içlerini açığa vurdukları görülüyordu.” şeklinde olup, İtalyan işgal bölgesindeki pozisyon almalarının tespitini de böyle yapmaktadır.

Bilindiği üzere; Türkiye’nin 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar İstiklal Harbinin sivil direnişçisidir, gerillasıdır yani. Sonradan gelinen nokta itibari ile tüm geçmişini tekzip eder bir hayat sürmesi muhteremin şahsi olarak talihsizliği midir yoksa güvenli liman arayış ve tercihi midir ya da aslına rücu mudur, bilemiyorum… Mezkûr kitapta, Galip Hoca ile diğer Çete reisi Adnan Beyin tanışmasına da tanıklık ediyoruz, Üsteğmen Zekai Kaur’un kaleminden… “Adnan Bey (Menderes) ve akrabası Ethem Bey (Menderes) Aydın’ın Çakırbeyli Çiftliği’ni merkez kabul ederek “Ayyıldız Çetesi” isimli küçük ancak etkin bir milis teşkilatı kurmuşlardı. Oveymir’den Yeniköy’e kadar uzanan Millî Mücadele hattının sol kanadını korurlardı. Onlara Çakırbeyli Gönüllüleri de denirdi. Tellidede savaşlarına kahramanca katıldılar. Yörük Ali Efe, Bağarası mevkiinde yanında bulunan Galip Hoca’ya, baştan sona bütün mücadelelerde Yunanlara kan kusturan Çakırbeyli Çiftliği sahibi Adnan Bey tarafından yönetilen “Ayyıldız Çetesi’ni” ziyaret edeceklerini benim yanımda söyleyince, Galip Hoca’da bir mahzur yoksa gelmek istediğini belirtir. Yörük Ali şöyle yanıt verdi: “Niye mahzur olsun hocam? Biz Aydın batağında adam arıyoruz. Faydan dokunur, okuryazar ilim sahibi adamın hali başkadır. Elimizden tutarsın. Böylece yola çıktık. Çakırbeyli’de Adnan Bey’e ulaştık. Heyecanlı ve atak Adnan Bey ile sakin, huzurlu ve çok temkinli Galip Hoca tanıştılar.” Bilindiği üzere bu 2 muhterem; genç Cumhuriyetin, biri “milli ekonomi politikası” oluşmasına ön ayak oldu, diğeri de yıllarca CHP müfettişi olarak cansiperane vazifeler üstlenerek hayatiyetine katkı sundu… Sonra, heyhat, milli diye diye gittiler en gayri milli temsiliyetine teslim oldular… Özellikle Adnan Menderes’in nasıl bitirim ve bıçkın bir müfettiş olduğunun takibinin yapıldığı A. Yavuz Ergun’un yazdığı “CHP’li Menderes” isimli kitap bize ciddi manada yol göstermektedir.

Daha da fazla yaşanmışlık mı, anı mı, okumak istiyorsunuz Batı Anadolu’nun yiğitleri efeler ve efe direnişi-hareketi ile ilgili, hemen kitabı edinin ve okuyun… Ne demek istediğimi, tam manasıyla kelimelere dökemediğim murat ve meramımı kendi gözünüzle görmenizi ve okumanız salık veririm. Hem de hemen…

İzmir'in kavakları.

Dökülür yaprakları,

Bize de derler Çakıcı, yar fidan boylum,

Yıkarız konaklan ...

 


1 yorum:

mehmet culum dedi ki...

Aklına sağlık Ruhicim.