Cumartesi, Şubat 12, 2022

ECZACI ENDER GÖNÜLLÜ

Mahallemizin “jön” görünümlü abilerinden idi, Ender Abimiz. “Beyaz Saçlı” diye anılan Nahide Hanımın büyük oğlu, belki de Albay babanın etkisi ile baba mesleği askerlik tercih edilmiş lakin henüz harp okulu öğrencisi iken Talat Aydemir darbe girişimine katıldıkları gerekçesi ile tüm dönem öğrencilerinin askeri okul ve dolayısı ile askerlik ile ilişkileri kesilerek hitama uğramış… Lakin dönemin yöneticileri başta da dönemin etkili Başbakanı İsmet İnönü olmak üzere, “bunlar öğrencidir komutanları ne demiş ise onu yapmışlardır” mütalaası ile sadece okul ile ilişkilerinin kesilmesi sureti ile cezalandırılmışlar ve diğer tüm sosyal, siyasal ve akademik hakları baki kalmıştır. Hani şimdilerde bir kesimin düşmanlık ve küfür hedefi olmuş İsmet İnönü, asla ve kat’a bırakın yedi sülalesini cezalandırmayı kendisini bile cezalandırır iken tüm ahval ve şeraitin göz önünde bulundurulması gereği ve lüzumu dahilinde bir değerlendirme ile “emir komuta” işleyişinin tezahürü bu gelişme karşısında üstün bir celâlet gösterir, hayatı mezkûr zevata zindan edecek uygulamalardan kaçınır. İşte bu gelişmeler neticesinde kendilerine tanınan hak mucibince Ender Abimiz Eczacı olur. Gerçi sonradan girdiği siyasi faaliyetler neticesinde, başta dericilik gibi başkaca ticari faaliyetlerde dener lakin hiçbirisindeki başarı “eczacılıktaki” başarısını aşamaz hatta egale dahi edemez. Artık ne yazık ki aramızda olmayan bu güzel komşumuz halen tanıdıkları ve hemşehrileri arasında “Eczacı Ender” diye anılmaya devam etmektedir.

Ender Abimiz, şimdilerde artık yerinde yeller esen o güzellikler içinde deniz kenarındaki 2 katlı bahçeli bir evde hayatının önemli bir bölümünü geçirmiş idi. O güzel ev artık ne yazık ki yok, tüm o güzel Çeşme’nin diğer güzellikleri benzeri tarihe havale edildi hem de ne yazık ki sözlü tarihe. Şimdi anlatmaya ya da anlatabilmeye muktedir olmayı çok istediğim bir “Çeşme Limanı” söz konusudur, her şeyi ile ve her şeye rağmen… Merhum Ali Subay’ın o güzelim evi ile başlayan, halamın kızı Şükran Ablaların şimdilerde “english home” olan evi ile nihayetlenen liman ve adeta onun altın kolyesi durumundaki dizilmiş evler… Ne kadar dövünsek yeridir ve azdır, limanın doldurulmasına, bir rant kapısı haline getirilmesine, o muhteşem asude duruşun terkine sessiz kaldığımız için… Evet şimdi bir başka Çeşme Limanıdır söz konusu olan, sakın yanlış anlaşılmasın, derdim, şimdi çok kötü, o zaman çok güzel idi gibi sıradan ve sığ bir tartışmaya girmek değil, zinhar. Şehir böylesine radikal değişir iken, anılar yok olmuyor sadece şehir de kısırlaşıyor hatta iğdiş ediliyor. Neyse konumuz bu değil, konumuza çark ediyorum hemen... 

Ender Abimiz, Çeşme’nin ilk mütekamil eczanesinin sahibidir, önceki ecza dolapları kabilinden organize olanları bir kenara bırakır isek… Şimdiki Belediye Binasının, tam da, Başkan Yardımcısı odasına denk gelen bölümü, dışarıdan açılan bir kapı ile onun eczanesine girilir idi, bilenlerin hemen hatırlayacağı bir fotoğraf ilave ediyorum. Eczanesi ile Kasabamıza çok ciddi hizmetler sunmuştur, şüphesiz ki bedeli mukabilidir tüm bu hizmetler lakin o günün şartlarını bilenler çok daha iyi bileceklerdir ki, nasıl önemli bir hizmettir, öyle kolayca kimsenin küçümseyemeyeceği biçimde. Ender Abimiz adeta kendisi ile özdeşleşen sonradan edindiği beyaz Murat 124 otomobili ile 70’li yıllarda bir hayli önde olmayı becermiştir.  

Gelelim tekrar yetiştiği eve Ender Abimizin, cephe aldığı yol tarafında bulunan, mezarlık önünde daima “Şaban Paşa suyu” akan bir çeşmesi ve deposu ki bizlerin “Akar” diye adlandırdığımızı hatırladığım, akan suyun ise denize bağlantılı küçücük bir dere marifeti ile deşarj edildiği, evin deniz ile arasında bir “çayır” alan bulunur idi ki burada o günün şartlarında ilkel ama amacına matuf mütekamil bir voleybol sahası, ki biz burada futbol da oynar idik. Mezkûr alanda zaman zaman gölgesinde oturup uzun uzun muhabbetler yaptığımız, dönemi uygun ise meyvesini yediğimiz gövdesi bir hayli kalın ve güzel bir beyaz dut ağacı vardı. Bu sahada ilaveten ve gününe göre kendisi sıradan olsa bile sahip olma fikri ile son derece gelişmiş olan bir “barfiks barı” vardı. Hemen önü deniz olan bu alandan istediğimiz zaman hemen denize girer saatlerce, yüzer, oynar ve muhabbet ederdik. Ayrıca, Ender Abinin kardeşi Ateş Abimiz ise, girişleri şişe ya da kırık cam ile ücretlendirilen, hava ağacı yaprakları ile çatısı örtülmüş bir çocuk sineması sahibi idi, toplanan şişeler ya da camlar sonradan Ali Hoca’ya satılır idi, hay Allah, ne günler… Evet, Ender Abimizin, sırası ile Ateş, Aslan, Sema ve Gönül adlarında dört kardeşi daha vardı.

Ender Abimizin eşi ise, Meşhur Şerif Hoca ve Melahat Hocanın kızı Yaşar Ablamız idi. Bu iki güzel insanın, evlerinin teraslarından birbirlerine ışık ile mesaj göndermelerinin anılarımız içinde olduğu bir kenara, bu iki evin birbirlerini görebilecek bir konumda olması idi önemli olan, evet Çeşme Limanı, 60’lı ve 79’li yıllarda böyle idi… Tabii ki; 2 aile de Çeşme’nin önemli ve asri iki ailesi idi, evliliklerini sadece bu tarafı ile anımsıyorum, ne yazık ki başka, duyum ve izlenim yok. Ender Abimiz, 70’li yılların ikinci yarısında, adeta yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen Sıhhiyeci İbrahim ile her türlü sosyal ve turistik faaliyet içinde bulunmayı hayatlarının diğer bölümüne göre hayli öne almış bir görüntü vermekte idiler. Çeşme artık bir yanı ile Altın yunus Otelinin devreye girmesi diğer yanı ile de memleket genelinde turistik faaliyetlerin öneminin artması ile yerli ve yabancı turistlerinde göz bebeği olmuş idi. İşte bu göz bebekliğinin göz önüne çıkardığı meşhur faaliyetlerin tılsımı Ender Abimizi de çekim alanı içine dahil etmiş idi. Böylesi bir akşamın dörtlü Altın Yunus’lu çekici Lobby Bar muhabbetinin, Yaşar Ablaya bir muzip ya da muhbir tarafından aktarılması neticesi mezkûr mekânda çıkan şamatanın unutulması mümkün değildir gayri. 

Ender Abimiz, bu dengeli ve oldukça güzel yaşamının içine, ne ve nasıl oldu ise, 12 Eylül darbesi neticesinde oluşan suni ve geçici sükûnetin politik cazibesinin yeni yüzler arayışı ve davetinin cazibesine kapılır, galiba biraz da eski kurtların gazı ile dönemin ABD destekli Turgut Özal önderliğindeki ANAVATAN Partisine katılır ve Belediye Başkan adayı olur. Bana uzunca süre kırgın olmasına sebep bir de olay yaşanır aramızda, benim bulunduğum bir kahvehanede bir akşam propaganda çalışması için geldiğinde, uzun uzun “köprü satışları” hikayesini anlatırken söz isteyip, kendisine “duyun-u umumiyeyi” bilip bilmediğini sormuştum, bilmediği beyanına müstenit oluşan yarı komedi ortamın, kaybettiği seçimin sebebi tayini ile bana küser. Gerçi birkaç ay sonra bu küskünlükten yine kendisi bıkar ya da usanır, yolda yürürken arabası ile yanımda durur ve beni davet eder, artık bu küskünlüğü uzatmanın manası yok der, ben de kendisine “Abi ben sana küsmedim ki, sen kendin küstün, kendin barışıyorsun” diye cevap vermiştim. Ama o gece ben kendisine politik kurtların hem kendisinin hem de F. Tütüncüoğlu’nun sonunu nasıl hazırladıklarını uzun uzun anlattığımda hak vermiş idi.

Bu yazı münasebeti ile adı geçen tüm büyüklerimizi ve komşularımızı bu vesile ile bir kez daha saygı ile yad ediyorum.

Hiç yorum yok: