İğdeler yanı, eski Çiftlik Köylülerin bileceği bir yer olup bugün artık hemen yanında inşa edilen ve kanaatimce Çiftlik Köy genel yapı anlayışına yükseklik açısından hiç de uygun olmayan birkaç binadan oluşan bir otelin adı ile anılmaktadır. Mezkûr dönemde biraz köyün dışında sayılan bu alan denizin tam da şiddetli batı rüzgârlarını adeta bir koçbaşı darbesi gibi cepheden alan bir yer olması hasebiyle başkaca ağacın kolaylıkla yetişemeyeceği bu yerde 3 adet asırlık iğde ağacı bulunmakta ve muhtemelen de yakınından geçen yolu korumak adına dikilmiş görüntüsündeydiler. Ağaçlardan bir tanesi muhtemelen dalga ve rüzgâr nedeniyle adeta sırt üstü uzanmış gibi tamamen yere yatmış vaziyette bir kalın ve güçlü gövdeye sahip idi ki bizler onun üstüne oturur ya da uzanır vaziyette arkadaşlarımızla muhabbetler ederdik. Bu muhabbetler sadece gündüzleri yapılırdı çünkü akşam karanlık basınca mezkûr mahalde “şeytanların” cirit attığına inandırılmış idik. Şimdi soyadını anımsamadığım “Topuz Mehmet” diye bir büyüğümüz vardı, çok muhtemel ki ani rüzgâr çıkışı ya da ani soğuk teması ile yüzünde yine çok muhtemel ki “Facial Paralysis” denilen bir çeşit yüz felci durumu ile bir olumsuzluk oluşmuş idi ve büyüklerimiz bunun “İğdeler Yanındaki” şeytanın çarpmasına delalet ettiği konusunda bizlere telkinde bulunur idiler. Sadece telkin ile kalınsa iyi inanmayanlara da “zındık” muamelesi yaparlardı. Bilineceği üzere ani soğuk teması ile yüzdeki mimik kaslarını kontrol eden sinir uçlarında oluşan hasara istinaden genellikle geçici bazen de maalesef kalıcı hareketsiz kalmalar ya da donmalar oluşur ki bazen de zaman içinde renk değişiklikleri ya da şişkin kalışlar oluşmaktadır. Bu durum sonradan öğrendiğimiz hali ile Topuz Mehmet büyüğümüzün yaşadığı talihsizliğin izahıdır esasen ve diğer taraftan da mezkûr alanın nasıl soğuk bir alan olduğunun da bilinmesi açısından teyididir. Lakin gel gör ki; dönemin karşı mahalle mukimlerinin hem sayıca fazla oluşu hem de etkili oluşu yaşanılanların izahına takla attırmaktadır. Aaa, eğer diyecekseniz ki onlar eskidendi, vallahi şimdiki durum daha da iyi olamamıştır ve görünen o ki olamayacaktır. Cahilin ferasetinin tercih edildiği günlerden geçilir iken daha iyisi beklenemez…
Okul dışı zamanlarımda, Ailenin faaliyetlerine katkı kapsamında bazen anneannemlerle ortak beslediğimiz küçükbaş hayvanların dolaştırılarak “otlatılmasında” başrol hep bana düşerdi. Dönem itibari ile hep söylediğim üzere insanlar “kendi yağı ile kavrulmayı” becerebilen hülasa kendine yeten ürün yetiştirilmesi ve üretimi yaparlardı. Yani her türlü gıda ihtiyacı kendi kaynaklarından temin edilir şüphesiz tamamı değil lakin tamamına yakını ya da daha doğru bir yaklaşımla yetiştirdiği ile yetinen bir haldir anlatmaya çalıştığım. Bu kapsamda her ailede olduğunun benzeri bizim ailemizde de birkaç keçi ve birkaç koyun mutlaka vardır ki her aile kendi süt, yoğurt ve peynir ihtiyacını karşılayabilsin. İlkbahardan itibaren sonbahara kadar bizim keçi ve koyunlar da yapılan tarımsal faaliyetlere istinaden ağırlıklı yaşanılan Çiftlik Köye getirilir ve Anneannemlerin sayıca her zaman bizimkilerin 4 ya da 5 katı sahip oldukları miktarda hayvan ile bir araya getirilir ve beslenirdi. Bu hayvanlar genellikle boş arazilerde serbestçe beslenmeye biz çocukların kontrolünde çıkarılır ve olabildiğince serbest otlanırlardı. Yani çobanlık bize düşerdi. Ama çobanlık o dönem de çok ciddi bir iş idi. Öyle dikkatsiz davranıp başkasının ürününe zarar verilmesi halinde sonuçları “eşek sudan gelene kadar” muamelesi ile nihayetlenebilirdi. O dönem şimdilerde aramızda olmayan Selim Ayran ve halen görüşüp muhabbet ettiğimiz Yaşar Şenkul en sık hayvan otlattığım arkadaşlarım idi yani çoban yarenler idik. Bu hayvan otlatmalar eğer “İğdeler Yanına” yakın alanlarda olursa ki sıklıkla olur idi işte dikkat ve kontrol bir kat daha fazlası ile artmış olurdu. Hemen “İğdeler Yanı” arkasında lakabı “Hovarda” olan Ali Sönmez büyüğümüze ait ve genellikle anason ve buğday dikili olan tarla bu otlatmalarda ilk ve öncelikli hedef olurdu ki şimdilerde yerinde kocaman bir otel bulunmaktadır. Hovarda Ali büyüğümüzün çocukları Hicri Sönmez ve Remzi Sönmez halen sık görüştüğüm arkadaşlarımdır. “İğdeler Yanı” akşam karanlığından itibaren şeytanların cirit attığı yer idi ya rivayete göre gel de hayvanları oraya götür. Ama imdada İslam’ın kolaylıkları yetişiyor ve oradan geçer iken koyunlara tutunarak geçersen sorun aşılıyor aman ha aman keçilere dokunmak zinhar olmaz. Koyun ne yapar denilmesin öteki dünyada da sırat köprüsünden geçişlerde insanoğlunun yegâne yardımcısı değil midir? Bu kolaylıkların kıymetinin bilinmesi en büyük erdemdir, inananlar açısından.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder