Cumartesi, Kasım 19, 2022

MUHTEŞEM BİR ANI TÜRKİYE AVUSTURYA MÜSABAKASI

Avusturya’da yaşayan ve kendisini “Çeşme’yi kendine dert edinen Osmaniyeli” olarak tanımladığım MKÇ (Mustafa Kemal Çelikkıran) ile geçenlerde muhabbet ederken çok enteresan bir anı ortaya çıktı. Mustafa; eski bir futbolcu, eski bir teknik direktör, eski bir kulüp yöneticisi ve de yeni ve yaşlı ve de halen faal bir hakem olarak futbol konusunu konuşmayı çok seviyor açıkçası, ben de kendisi ile futbolu fazlaca seviyor olmam hasebiyle bu konu üstüne çok keyifli, bilgilendirici ve eğlendirici konuşmalar yapmayı çok seviyorum, dolayısı ile bazen daha sık olsa da genellikle haftalık konuşmalar yapıyoruz.

Son haftanın konusu yine futbol idi ve bir gün bir alt küme maçına “Siyah bir gözlük ve kolumda Siyah noktalı bant ile” çıkarak bir tarafı ile farkındalık diğer tarafı ile hakemlik adına derin bir ironi yaratmak istediğini söyleyerek başladık bu sefer. Bu arada Mustafa, Avusturya’da yaşadığı köyünde, adını Tuna’ya karışan bir nehirden alan ASK Ybbs’nin (Allgemeine Sport Klup) yönetim kurulu üyesi olup eski bir Bakan ve Federasyon Başkanının başkanlığında yönetim kurulunda bulunmaktadır. Derken, yöneticilik yaptığı kendi köyünün futbol kulübünün başkanı Karl Sekanina sıra aldı muhabbetin bir aşamasında. Eski Avusturya Futbol Federasyonu Başkanlığı yapmış bu muhteremin, Kulüp Başkanlığı, Ulaştırma Bakanlığı üzerine anılar aktardı. Bu anılardan bir tanesi var ki, muhteşem. Ne kadar doğru, ne kadar şamata ben bilemem gerçi çok eskilerde bu hikâyeyi dinlediğimi hatırlıyor gibiyim ya, şimdi de yeniden anlatanın aktaranı durumundayım. 

1978 yılında Arjantin’de düzenlenen Dünya Futbol Şampiyonası finallerine katılan Avusturya, finallere katılma hakkını İzmir’de Türkiye’yi 1-0 yenerek elde etmiş. Aynı Avusturya finallerde Almanya’yı da 3-2 yenerek tarihe Cordoba zaferi diye not düşmüştür. Ekim 1977 tarihinde İzmir Atatürk Stadında oynanan maç eğer kazanılsa Canım Yurdum Dünya kupası finallerine gidecek lakin tam tersi oluyor ne yazık ki yeniliyor ve finallere katılma şansını da, taa 2002 yılına kadar erteliyor. Maçın oynandığı İzmir Atatürk Stadı, Akdeniz Olimpiyatları için yapıldığından aynı zamanda Olimpiyat Stadı, bulunduğu bölge itibari ise de Halkapınar Tesisleri olarak adlandırılmakta olup, dönemin bazı önemli yöneticileri tarafından “uğurlu stad” değerlendirilmesi nedeni ile milli maçlar için genellikle tercih edilen stad idi. Milli Takımımız da, önemli isimlerin yönettiği ve oynadığı bir takımdır aynı zamanda.           Milli Takımımız, Eser Özaltındere, Fatih Terim, Erol Togay, Erdogan Arıca, Turgay Semercioğlu, Volkan Yayım, Engin Verel, Sedat Özden, Mustafa Denizli, Ali Kemal Denizci, Cemil Turan ilk onbiri ile sahaya çıkıyor sonrasında da Gökmen Özdenak ve İsa Ertürk değişim ile oyuna dâhil oluyor, takımın teknik direktör ise Metin Türel. Ey bre gençliğimizin deyim yerinde ise tam anlamı ile “deve dişi” gibi oyuncuları ve yöneticileri ey… Peki; Avusturya daha aşağı mı? Şüphesiz değil. Kaleci Koncilia, Stoper Pezzey, Orta sahada Jara, Prohaska, forvet Krankl dönemin önemli oyuncuları. Bilenler bilir, büyük golcü Hans Krankl’ın Rapid Wien ve Barcelona takımlarındaki başarıları tartışılmaz. Mezkûr maçın tek golünü atan Prohaska ise Mustafa’nın kendisi ile muhabbetinden aktardığı ifadesi ile “hatta gol olsun diye vurmadım, vurmuş olmak içindi, bu yüzden burun vurdum diyordu. Oda gitmiş gol olmuş”. İşte böyle bir gol ile eleniyor Milli Takımımız. Yine Mustafa’nın aktardığına göre, Prohaska’nın lakabı “Schnecken” imiş yani “Salyangoz”, şimdi olabildiğince “kel” olan muhterem dönem itibari ile kıvrım kıvrım saçlarına istinaden benzediği salyangoz kabuğu gibi yani…

Bu maçın asıl hatırlanası tam bir trajikomik tarafı da vardır, belki de mezkûr dönemin bayağı bayağı “amatörce” yürütülen işlerinin bir göstergesidir de bu. Maç için Avusturya’dan yola çıkılıyor, maç için gerekli malzemeleri listeleyen, hazırlayan muhteremler kadere bakın ki “maç formalarını almayı” unutuyorlar. Dönem şimdiki çılgın hız dönemi değil tabii ki, hemen “atlayın bir uçağa formaları getirin” denilemiyor tabii ki… Hızlı düşünüp hızlı sonuç alan abiler hemen devreye giriyor, hem Türkiye, hem Avusturya formalarının “kırmızı beyaz” olması nedeniyle, Türkiye Milli Takımının antrenman formalarının, Avusturya Milli Takımının maç forması olarak kullanılmasına karar veriyorlar. Formaları getirmeyi unutan malzemeci kadrosu sabaha kadar, Türkiye Milli Takımının antrenman formalarının ay yıldızlarını itina ile teker teker söküyorlar, hazırlıyorlar. Ertesi gün, Avusturyalılar bu formaları maç forması olarak kullanıyorlar. İşin en enteresanı kazanan tarafın Dünya Kupası Finallerine gideceğinin tayininin yapılacağı bu maçın her iki takımın da aynı takıma ait formalarla maça çıkıyor olmasıdır. Maçın kazananının tescili Avusturya lehine yapılırken kazanan forma ise Türkiye formasıdır maalesef antrenman forması tabii ki. Enteresan bir tesadüf ve olay… Prohaska şamata gibi görünen bu hatıratı Mustafa ile bir muhabbetinde teyit etmiş bulunduğundan yazılmasında bir mahsur bulunmamaktadır gayri.  

Görüldüğü üzere, milli maçlar için “uğurlu geldiği” üfürüğü ile tercih edilen stadında uğurlu olmadığı bu maç ile ortaya çıkmış oluyor idi lakin kimse daha önce bu kapsamda edilen kelamları hatırlamak istemiyordu. Diğer taraftan, dönemin ve hatta bugünlere kadar uzanan sürecin dominant karakterlerinden sayılan Fatih Terim, Mustafa Denizli gibi oyuncuların sahada yer alması, bilenler için enteresan anılardır. Bir diğer enteresan hatıra ise, Metin Türel tarafından kısa bir süre önce de Fatih Terim’in kamptan kaçarak gece hayatına akmalarının karşılığı “kadro dışı bırakılmasının” bu maçta nihayetlenmesidir. O dönemin futbolcuları da, büyük bölümünün sigara, kumar, gece hayatı tercihlerini yapıyor olmalarından ötürü her yenilgi sonrası basının müstesna yer ayırdığı insanlardır. Dönemin önce Galatasaray sonra Fenerbahçe solbeki olarak epey sükse yapmış futbolcusu Erdoğan Arıca, mezkûr müsabaka için anılarında şöyle bahsetmektedir; “bir tek o Avusturya maçı işte... İzmir’de yensek, gidiyorduk. Çok önemli maç olduğu için onbeş gün kamp yaptık. O onbeş gün kamp da iyice germiş bizi, şimdi anlıyorum onu. O dünya Kupasına gitme olasılığına da şöyle inandırdılar bizi: Efes Otelindeydik, dünya küresini getirdiler, Arjantin’i gösterdiler, "işte buraya gideceğiz" dediler"... Artık öğrenmişler idi, haritada hedef ülkeyi bulunca gidilemeyeceğini, futbolun geçer gereklerinin yapılması gerektiğini… 

Son olarak ise, Mustafa Kemal Çelikkıran’ın, birlikte yöneticilik yaptığı Federasyon Eski Başkanı, eski Ulaştırma Bakanı, eski Sendika başkanı Karl Sekanina ile ilgili bir başka anısı daha var, biraz da muziplik içeren bir yaş günü kutlaması, bu anıya da bir başka defa da değinmek üzere…

  

Hiç yorum yok: