Adı
bile okumak için insana heyecan yükleyen, değerli büyüğümüz gazeteci, yazar ve
şair Yaşar Aksoy abimizin, “Barış yolunda emeklerimiz helal olsun” notu ile adıma
imzalayıp lütfedip hediye ettiği kıymetli kitabını okuyorum. “Abdi İpekçi
Dostluk ve Barış Ödülü” kurucusu Andreas Politakis’in hayatı, hayali ve realize
ettikleri ile başlanan günlük ve dizi yazılar, konferanslar ve araştırmalar
şeklinde farklı tarihlerde kaleme alınmış yazılar toplu geçidi… 80’li yılların
ortaları ile 90’lı yılların sonu arasındaki süreçte kaleme alınmış yazılar,
varsa yoksa “barışa atıf”, “savaşa lanet” merkezinde konular adeta ansiklopedik
tarzda bir araya getirilmiş. Kitabın kapak düzenlemesinde, büyük edebiyatçı
Yunanlı yazar Dido Sotiriyu’nun bir resminin de kullanılmış olması eseri daha
da anlamlı ve değerli kılıyor, benim için… Bu değerli yazarın “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” adını
taşıyan ve 80’li yılların başında okuduğum ve çok etkilendiğim mezkûr eser için
kitabın içinde müstesna atıflar ve değinmeler de bulunmaktadır. Kitabın 12
Eylül döneminde yasaklanmış olması ise özgürlükler tarihindeki yerini koca bir
kara leke olarak almıştır. Kitap esasen suyun iki yakasındaki halkların
kardeşliğine katkı sunacak düzeyde lakin sorgulayıcı ve tespit edici hepsinden
önemlisi tarihsel gerçeklere dokunucu bir tarzda kaleme alındığından olsa gerek
12 Eylül’ün gazabına uğramıştır. Osmanlı döneminde “Kırkıca” bilahare kısa bir
dönem “Çirkince” nihayetinde de “Şirince” adı ile maruf İzmir’in Selçuk
ilçesine bağlı köyün yerlilerinden Manoli Aksiyotin ve ailesi üzerinden hareketle
Anadolu’daki sosyolojik durum tespitini ve toplumsal dönüşümü lakin ve esasen
de Osmanlı’nın büyük ricatı ile başlayan, Cumhuriyetin 9 Eylül 1922 ile
nihayetlenen zaferini emperyalizmin süngüsü rolündeki Yunanistan’ın ise tarihlerine
“Küçük Asya Felaketi” olarak kayıt edilen hüsranı arasındaki yaklaşık 15-20
yıllık sürecin fulu bir röntgeni niteliğindedir.
“Smyrni
mana regete” başlıklı yazıda Yaşar Aksoy abimiz “Ve
Küçük Asya seferi 9 Eylül 1922’de Türk ordusunun İzmir’e girmesiyle sonuçlanır.
Bu iki tarih arasında işgal vardır, acı vardır, kan ve gözyaşı vardır. Bozgun
vardır, denize dökülmek vardır, önce birisi için işgal, öteki için “gurur”, ama
sonra, birisi için “bağımsızlık”, öteki için “felaket” vardır, “katliam” vardır
ve “yangın” vardır.”
“Sonra en acısı göçmenlik vardır, daha acısı sığınılan Yunanistan’da “ikinci sınıf çingene muamelesi” görerek acılar içinde bir kez daha kıvranmak vardır. “Anadolu bozgunun yaratıcıları, yani kral Konstantin’in hempaları Gounaris, Stratos, Propatakis, Baltazzis, Theotakis, Hacıanesti gibi savaş aygıtları, 28 Kasım 1922 günü Atina'da savaş divanı tarafından “vatana ihanet”ten ölüm cezasına çarptırılıp bu hükümler yağmur altında sabaha karşı icra edilirken, kimse bozgunun en büyük sillesini yiyen garip Anadolu göçmenlerine “kusura bakmayın” veya “affedin” demeyecektir” diye sürecin kısa, hüzünlü ve ağır sonuçları olan tespitini yapar.
Sonraları
Emperyal batının koçbaşı Faşist Almanya ve önderi Hitler’in ordularının Yunanistan’ı
işgali üzerine direnişe geçenleri ise; “önce
bu “Anadolu göçmenleri” ayaklanır. İtalyan faşistlerine ve Alman nazileri’ne
karşı dağlarda ve kentlerde çarpışan ELAS’ın ön saflarında hep Anadolu
göçmenlerinin çocukları vardır, sonra İç Savaş’ta solun ileri safında
çarpışırlar.
Onlar İzmirlidirler,
Ayvalıklı, Aydınlı, Manisalı, Muğlalı, Foçalı, Menemenli, Karamanlıdırlar…
Ölüm, sürgün, savaş ve direniş bu halkın alınyazısıdır sanki…
Belki bu yüzden “Rembetiko”lar
hüzün yüklüdür. Ağlar bu şarkılar, ağlar şarkıcılar, ağlar dinleyenler…
İmbat özlemiyle, bardacık ve
pilakiyle, kahvelerde ortaklaşa nargile içerek pişpirik oynamanın ve Türk
komşularla birlikte balık ağlarını çekmenin zevki yoktur artık… Ama özlemi
vardır, ince ince süzülen gözyaşlarında…
Artık Pire limanının
izbelerinde, Atina’nın Nea Smyrna semtinde, Yeni Foça’da, Yeni Menemen gibi
kasabalarda, Selanik’in varoşlarında Anadolu özlemiyle iç çekerek çocuklarını
yetiştireceklerdi. 1922 Eylül ayında aç, perişan dökülmüşlerdi binlerce yaralı
kuş gibi Pire limanına… Hiçbir zaman da “Anadolu bozgunu”nun gerçek hesabını
soramadılar Yunanlı egemenlerden… Çünkü hemen ardından, boynu bükük ekmek
kavgasına kapılacaklardı. Anadolu’da “Rum gavuru” diye horlanırlardı, burada
ise “Türkopol” (Türk tohumu) olarak itilip kakıldılar.
Acı bir filmdir, Manoliniler’in,
Didolar’ın öyküsü…
Emperyalizm halkları
birbirleriyle savaştırmış, işgalleri başlatmış, orduları kapıştırmış sonra
karşılarına geçip keyifle izlemiştir.
İzmir yanarken, denize atlayıp
batılı zengin ulusların gemilerine çıkmak isteyen İzmirli Rumların güverteye
uzanan bileklerinin İngiliz ve Fransız kılıçlarıyla kesildiği birçok hatıratta
yazılıdır.
O esnada İzmir yanmaktadır.
Ve eli, bileği kesilen bir
halkın kanlı dudaklarından şöyle bir inilti yükselir dumanla kaplı simsiyah
göğe:
“Smyrni mana regete” (İzmir yanıyor anam).
Yanan sadece İzmir midir? Sadece İzmir olsa geri getirmek çok zor olsa da telafi edilebilir lakin yanan komşuluk, dostluk, kardeşlik ve hemşehriliktir gayri asla ve kat’a geri gelmez, gelmeyecektir de… Sürekli olarak emperyalizmin suflesi, stratejisi ve planları dâhilinde ve dahi delaletiyle yerel iktidar tayinleri neticesinde bu nazik alan sürekli kaşınıp, sürekli ve kesintisiz kriz ya da savaş gerginliği yaşanacaktır, artık. Karşılıklı “bir gece ansızın gelebilirim” nidaları atılan Ege Denizi de artık bıkmış vaziyette bu teyakkuz, bu tevettür, bu tevekkül vaziyetinden lakin sonuç şimdiye kadar değişmemiştir.
Yaşar
Aksoy abimiz; Ege Denizinin bir barış denizi olabilmesi adına her daim çaba
göstermiş ve göstermeye de devam eden birisi olarak, emperyalizmin sürekli
canlı ve sıcak tutmaya çalıştığı savaş gerginliği karşısında “tüm bu çağdışı düşünenleri aza indirip,
iki güzel halkı, birbirinden şüphelenmeden ve ürkmeden gerçek barışa götürmek
zorundayız” diyerek Dido Sotiriyu’nun, Theodorakis’in,
Faranduru’nin, Livaneli’nin, Ekrem Akurgal’ın izinden gidilmesi gerektiğini
kitap boyunca vurgulayarak kendi ifadesi ile barış duvarına bir tuğla da
kendisi koymaya çalışmıştır ve tam da bu yüzden kitabına “Kato Polemos!.. Kahrolsun Savaş” adını vermiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder