Cumartesi, Nisan 08, 2023

ÇEŞME’DE ORTAOKUL YILLARIMIZ

Çeşmelilerin hatıralarında çok önemli bir yer tutar, Çeşme Kelami ve Sıdıka Ertan Ortaokulu… Evrimi, gelişimi, öğretmenleri, kütüphanesi, spor salonu ve barakalardaki el işi atölyeleri ile hatırladıkça müthiş keyif aldığım ve nadiren de bazı yaşanmışlıklardan ötürü öfkelendiğim zamanlarım oluyor şüphesiz… Yokluklar ve yoksunluklar içinde bir fiziki çevre lakin olabildiğince öğrenmeye ve öğretmeye odaklanmış bir yönetim ve öğrenciler zaman zaman da eğitim ve öğretim anlayışı “dayak cennetten çıkmadır” anlayışına istinaden yaşanan abukluklar, tekmili birden lakin yine de toplamda güzel günler, en azından bugünlerden o günlere bakınca… “Dayak cennetten çıkmadır” fikriyatının önemli temsilcileri benim dönemim itibari ile şüphesiz, Kostarika lakaplı müdür muavini ve coğrafya öğretmeni Ahmet Uğur, Çapik lakaplı beden eğitimi öğretmeni Zekeriya Örnek, lakabını hatırlamadığım ordudan tasfiye matematik öğretmeni Ali İhsan (soyadını hatırlayamadım ama üzgün değilim) isimli öğretmenler idi. Mezkûr lakapların verilmesi ile ilgili herhangi bir dahlim zinhar yoktur mezkûr öğretmenler kendi çabaları ile edinmiş olmalılar. Bunlar için öğrenci dövmek için sebep aramaya ihtiyaç olmaz idi, yerli yersiz ve hepsinden önemlisi orantısız cezalandırma fikriyatı… Diğer öğretmenler de cezalandırma yöntemlerine başvururlardı lakin ders vermeye ve tekrarlanmamasına yönelik olmak üzere ve kontrollü ve de ölçülü ve orantılı… Örneğin Ahmet Uğur hafta sonları bisikletine biner sokak aralarında top oynayanları takip ve tespit eder ve pazartesi “yer misin yemez misin faslından” kendisi ile özdeşleşmiş tahta cetveli ile başta el parmakları kırılacak şekilde, mum endüstrisi, taaa “eşek sudan gelene kadar”… Bu üç öğretmenin öğretmenlik dışı davranışı yüzünden okuldan atılan ya da okuldan ayrılmak zorunda kalan onlarca öğrenci sayabilirim… Öğretme çabası gösteren diğer öğretmenlere olan tüm saygı ve sevgimizi mezkûr öğretmenlere de esirgemeden vermek isterdim lakin zor, vermek isteyenlere de zinhar itiraz etmem, takdir kendilerinin… Neyse bu abukluklar dışında hatırlayacağımız “çok güzel hareketlerde” gördük, şüphesiz ki çok şükür…

Geçenlerde Ovacık Köyümüzden (şimdiki statüsü Mahalle) değerli Öğretmen Ahmet Akgül ile hatıraları ve bir kısmını yazıya döktüğü kitabı üzerine, Yeni Çeşme Gazetemize yaptığı ziyaret esnasında muhabbet ederken zaman zaman gerilere mezkûr senelere “flashback” kabilinden gittim… Babamın Ortaokul için İzmir’e gittiğini dinlemiştim birkaç kez, ne zorluklar, ne yokluklar, ne çileler yaşanarak tahsile adanan hayatlar… Tabii ki, dönem itibari ile sadece merkezde 5 köylerde ise 3 yıllık ilkokul var, ortaokul ise yok ve ortaokula gitmek isteyen herkes İzmir’e gitmek zorunda…

Sıkıntının büyüklüğü karşısında “eğitime gönül vermiş eşraftan” Vafir Ertan oğulları Kelami, Muammer, Rıdvan ve Rıza Ertan önderliğinde, bugün Çeşme Sahilde bulunan “Kız Sanat Mektebi” yerinde bulunan iki katlı ahşap kâgir bina Milli Eğitim Bakanlığına bağışlanır. Yıllar içinde, birinci sınıf ihdası ile başlayan ortaokul diğer sınıflarında ikmal edilmesi ile döneme uygun teşekküllü hale gelir. Bağıştan ötürü de okulun adı “Ertan Ortaokulu” olarak kayıtlara geçer. Zaman içerisinde kurulan ve gelişen “Ortaokul Yaptırma Derneği“ tarafından daha uygun ve yeterli bir okul arayışı başlar. 

Bugün üzerinde lise binasının da bulunduğu arazi satın alma yolu ile edinilmiş olup Milli Eğitim Bakanlığının aynı dönemde temin ettiği 2 adet barakanın mezkûr araziye tesis edilmesi ile de 2 yıl sürecek öğretim süreci barakalarda sürdürülmüştür. Asıl binanın bilahare inşa edilmesini müteakip de barakalar atölye ve işlik olarak kullanılmaya devam etmiştir. Ana binanın tamamlanmasını müteakip 1965 yılından itibaren de Ortaokulumuz “Ertan Ortaokulu” adı ile işlevine uzun yıllar devam etmiştir.

Ortaokul döneminde sınıf arkadaşım maalesef şimdilerde aramızda olamayan Sadık Gören ile “Okul Spor Kolu Yönetiminde” bulunmamız hasebi ile spor salonu içindeki spor malzemeleri odasının anahtarı tek bizde bulunurdu. Gerçi sporun hiçbir dalında hiçbir başarısı daha da önemlisi ciddi hiç bir çabası da olmayan biri olarak niye orada idim şimdilerde hatırlamıyorum. Mezkûr odanın dili olsa da, kaykıla kaykıla rahat rahat nasıl sigara içtiğimizi anlatsa, düşünün sadece sizin tasarruf kullandığınız bir oda var okulun en korunaklı bölgesinde ve sigara içiyorsunuz. Mezkûr dönem okulların temsiliyete haiz sportif faaliyet yürütenlerin spor kıyafet ve malzemelerini temin ve tahsis ettiği bir dönemdir. Benim de herhangi bir faaliyetim olmamasına rağmen envanterde kayıtlı “converse” ayakkabıları azıcık da olsa giymek gibi bir keyfim vardı, nedendir bilmiyorum.

Spor salonunda hatırladığım yine bir mavi renkli yer minderi ve bir de atlama kasası vardı. Şüphesiz “sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” fikrinin tezahürüdür bu spor yapma aşkı ve spor aletleri tercihleri. Beden eğitimi dersi her daim kısa bir düz koşu ve minder üstünde 2 adet düz takla atarak başlar ve diğerleri ile devam ederdi. Minderde bir gün yılan çıktı, Ali Bahar arkadaşımız yılanı tuttu kuyruğundan salladı ve attı bizler kâh donmuş kâh korkmuş yüz ifadeleri ile bakakalmış idik.

Yine hatırladığım çok hararetli masa tenisi (Pinpon) maçlarının yapıldığıdır. Okulun sahip olduğu tek pinpon masasında öğlen aralarında sınıf arkadaşım Veliddin Yıldırım ile Haydar Cihangir öğretmenin karşılaşmalarını büyük bir hayranlıkla izlerdik. Veliddin o kısa boyuna rağmen müthiş çevikliği ve çabukluğu ile çok başarılı idi. Haydar Öğretmen ise klasik raket tutuşun dışında değişik raket tutuşu ile halen hatırımdadır.

Bir taraftan öğrencilere “sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” diye öğretmeye çalışacaksın diğer taraftan da top oynuyorlar diye döveceksin. Mesela Ahmet Uğur top oynayanlara karşı tam bir dayakçı iken belki de eşek sudan gelene kadar dövdüğü öğrenciler ile voleybol oynayacak, spor eğitimi öğretmeni olup hiçbir oyunda rol almayacaksın tıpkı Zekeriya Örnek gibi… O yıllarda Canım Yurdumda adı yeni yeni dillendirilen yeni bir spor dalı daha vardı, handball… Okulun hemen yanında, tüm Belediye Başkan adaylarının ama otopark ama pazaryeri ama çok katlı ve çok amaçlı yapı yapmak için göz diktiği, Çeşme’nin bir diğer karakter yapısı adeta gözbebeği olan “Şehir Stadı” bulunmaktadır. Spor Eğitim Öğretmeni Zekeriya Örnek mezkûr sahada hem de tam saha hatta aynı futbol kalelerini kullanmak suretiyle üstelik de voleybol topu ile bizlere “Handball” oynatmaya da çok çabalamıştı. Kendi bilmiyor lakin biliyormuş pozları ile kafasındaki kurallara göre şimdilerde detaylarını hatırlamadığım bir şekilde bir süre devam ettirildi. Lakin esas fecaat ise “futbol” düşmanlığı idi basketbol var, voleybol var, handball var, masa tenisi var lakin futbol zinhar yasak… Bugün bile hala bu yasakçı kafanın lehine olabilecek bir izahat bulmaya çalışıyorum lakin ve maalesef yok… Tek gerekçe kalıyor geriye o da olsa olsa yöntemi ile gelebildiğim; “şeytan oyunu futbol, Hz. İbrahim’in kafasını kesmek ve top olarak kullanmak suretiyle kefere takımının aktivitesidir”. Gerçi öğretmenlerin bize bu manada çaktırdığı herhangi bir şey de yok idi, ama…


1 yorum:

celikkiran dedi ki...

Hz. Ibraaaam deeeel. Yezidin askerlerinin Kerbelada Hüseyinin kafasini kesip top oynadigi rivayet edilirdi? Halbuki Futbolu biz Ingilterede 18. Yüzyilda ilk kez oynandigini sanirdik??? Halbuki Kerbelada ilk kez oynanmis??? Yani Ibraaaam ortada yok.