Çarşamba, Temmuz 31, 2024

LENİNGRAD KUŞATMASI

Leningrad'a daha önce de gelmiş idim lakin hep kısa sürelerde hedef noktalara uğra, dön tarzı, bu kez daha geniş kapsamlı ve bilerek ve dahi daha fazla anlayarak, dolaşıyorum... Moskova'dan önemli tren hatlarından biri sayılan "Moskova-Petersburg" hattındaki ekspres tren "Sapsan" ile geliyorsunuz, dışarıya adım attığınız yer "Ploşad Vostaniya" (ayaklanma meydanı) karşıda binanın üstünde kocaman "Kahraman Şehir Leningrad" yazısı karşılıyor bizi... Meydan ortasındaki görece geniş alan, yaklaşık 20 mt. yüksekliğinde dikdörtgen kesitli bir dikilitaş ile "yaşananlar asla unutulmayacaktır" faslından onurlandırılmış. Gerçi şehrin hemen her yerinde "unutursak kahrolalım" kabilinden anıt, levha ve eser bulunmaktadır. Şehir adı Petersburg olarak değiştirilmiş lakin Leningrad olarak anılmaya devam ediyor ve anladığım devam da edecek...

Almanların erketesi Finlandiya'nın da bulunduğunu asla ve kat'a unutulmaması gereken bir detaydır, Sovyet devrimi ve Lenin'in önderliğinde izlenen dostluk çaba ve politikaları unutulmuş, geleneksel düşmanlık depreşmiş, aradaki güzel ve olumlu ilişkileri unuttulmuş ve savaşa bodozlama girilmiştir. Finlandiya ordusunun bir koluda daha da kuzeyden eskiden kendilerine ait olduğu iddiası ile taaa Onega Gölüne kadar olan geniş bir alanı işgal etmiş olup, bunu "Petrozavodsk" üstüne bir yazımda detaylı değinmek üzere geçiyorum.

Hani tarihe, "Bad el harap ül-Basra" diye bir laf ile geçecek Moğolların Basra kuşatması ve istilasını ve dahi taş taş üstünde konmamış olmasını mumla aratacak günler yaşanır, Leningrad'ta... Yaklaşık 3 yıl süren bu vicdansız kuşatma sonunda geride 1.000.000 (yazı ile bir milyon) sivilin cenazeleri kalıyor, kimi saldırılardan, kimi kıtlık ve açlıktan, kimi salgın hastalıktan ölüyor lakin tablo vahim... İnsanların hayatta kalmak uğruna, ayakkabılarının köselelerini, atlarını, kedilerini, köpeklerini, fareleri yedikleri bilnir, hatta ölülerini bile...  

Almanlar öylesine kızgındırlar ki Ruslara o kadar kızgındırlar ki şehrin su kaynaklarını bile zehirleyecek kadar gözleri dönmüş, akılları dumura uğramış durumdadır. Gerçi savaşı kaybettikleri haberi Hitler'e verildiği zaman "teslim olalım, sivil halk ölüyor" diyen generale "onlar bizi seçerek kaderlerini tayin etmişlerdir" diyecek kadar zalim anlayışın başkaları için bu kararı vermesi şaşırtıcı sayılmaz. Efendim onlar Nazi imiş, faşist imiş de, vs vs... Bugünkü Almanya'nın pozisyonu ne... O gün de Almanların destekcisi ABD idi bugün de ABD...

Şehri geziyorum, Nevski Caddesi ve yan sokakları üstünden, yukarıda bahsettiğim levhalardan birinde çok duygulandım... Levhada anladığım kadarı ile aynen şöyle yazıyordu, "1941-1945 arasında şehir savunması için çalışmaların yürütüldüğü ve yedek güçlerin koordinasyonunun yapıldığı bina"... Birden aklıma meşhur "Leningrad kuşatması" belgesel filmi geldi, hani orada ünlü besteci Şostakoviç'in yine ünlü bestesi "Leningrad Senfonisi" olarak bilinen eseri Leningrad Radyosundan yayınlanır ya, hani direnişin ve cesaretin müziği olarak kentin daha da bir güçle direnişe devam etmesinin aracısıdır ya... İşte hemen kulaklığımı taktım, mezkur binanın yanından ayrılmadan kısacık da olsa dinledim mezkur cesaretin ve direnişin senfonisini... Gözlerimi kapadım şöyle bir daldım gittim... Günlerce sivil hedefleri bile havadan bombalayan bu güruhun zulmü karşısında direnişin azmini hayal ettim... Müthiş işler... Mezkur belgeselleri seyretmemiş olanlara, yaşananları gerçeğe en yakın olarak hatırlamaları adına seyretmelerini hassaten öneririm... 

Bilindiği üzere; Leningrad kuşatması için Almanların hızlı hareketi karşısında Sovyet yöneticiler, şehrin askeri olmayan kişi ve değerlerini tahliye etmeye başlarlar, mesela meşhur "Hermitage Müzesi" Ural Dağlarına taşınırken, bilim insanları ve sanatçıların da tahliyesine karar verilir. Bu tahliye kararına uymayan, kızıl orduya katılmak için büyük sanatçı Dmitri Şostakoviç da girişimde bulunuyor lakin sağlık sorunları nedeni ile bu talep red ediliyor. Yoğun bombardıman altında bulunan şehirde sürekli çıkan yangınları gözlemek için itfaiyeci olarak görev üstlenirse de bilahare başta siper kazma işleri olmak üzere milis teşkilatında yer alır. Bu zor günlerde "Leningrad Senfonisini" besteler ve kuşatmanın 1. yılında sonuç vereceğini hesap eden Hitler ve Kurmaylarının Leningrad'ın önemli Otelinde vereceği kutlama gününde de yayınlamaya karar verir. İşte o gün derme çatma bir orkestra organize edilerek eser seslendirilir ve en önemlisi de Leningrad Radyosundan ve şehir hoparlörlerinden yayınlanır. Direnişin Senfonisi olarak anılan mezkur senfonide insanlığın barbarlıkla mücadeleisini anlatacak ve kuşatma altındaki halka cesaret ve umut verecektir. Eser şöyle bir sunuş ile çalınmaya başlayacaktır; "Yoldaşlar! Şehrimizin kültürel tarihinde yer alacak büyük bir olay gerçekleşmek üzeredir. Birkaç dakika içinde, harikulade vatandaşımız Dmitri Şostakoviç’in ‘Yedinci Senfoni’sini duyacaksınız. Kendisi bu müthiş besteyi düşman Leningrad’a delicesine saldırdığı esnada yapmıştır… Faşist domuzların bütün Avrupa'yı bombaladığı ve Avrupa’nın da Leningrad'ın sonunun geldiğini düşündüğü esnada. Ama bu performans ruhumuzun, cesaretimizin ve savaşa hazır olduğumuzun şahididir. Dinleyiniz, yoldaşlar"

Evet, bu anlamlı eser eşliğinde direniş sembolü bu şehri duygu yüklü  halimle gezerken, demiryolu ile "Moskova İstasyonuna" gelen insanları ilk karşılayan "Kahraman Şehir Leningrad" ifadesi daha farklı bir anlam kazanıyor... Ve insan nasıl oluyor da unutuyor yaşananları ve yaşayanların hatıratını anlamak imkansız vallahi... Geçenlerde bir köye gezmeye gitmiş idim, köyün girişinde çok anlamlı bir bir tabela karşılıyor ziyaretçileri... Büyük Vatanseverlik Savaşında köylerinden hayatlarını kaybedenlerin yüce hatırasına ithafen levhada tek tek fotoğrafları bulunmakta olup, "vatanları için savaştılar, kimse unutulmadı, hiçbirşey unutulmadı" yazarak da minnet, saygı takdimi daimi kılınmış. Her daim bu yaşananları hatırlamak ve hatırlatmak adına Rusya'da herşeye rağmen ciddi manada takdir-i şayan bir davranış var...

Cuma, Temmuz 26, 2024

EYLÜL KARANLIĞINDAN

Değerli yazar Alime Mitap’ın “Eylül karanlığında” adlı kitabını okudum… Okudum demek adettendir esasen kocaman karanlık bir sürecin resimler üzerinden tarihe not düşmek adına anlatımıdır… Her bir resim manası bakımından son derece derin izlerin miras geçidi türünden… Kitap “12 Eylül’ün zulmü altında yaşamlarını yitirmiş olan; hayatta kalmış olsalar da bu kâbus nedeniyle yaşamları kararmış olan bütün devrimcilere ve cezaevi kapılarında yıllarca çile çeken ailelere armağan ediyorum” ithafı ile başlıyor.

Asırlık çınar, canım yurdumun yüz akı bilim insanı, yazar, çevirmen, hukukçu, sosyolog, siyaset ve iletişim bilimci Prof. Dr. Nermin Abadan Unat üçüncü baskıya yazdığı önsözünde; “Birçok ülke belli bir zaman kesitini, acı, haksızlıklar, işkence ve ölümlerle geçirmiştir. Alime Mitap ülkesinin geçmişine de damgasını vurmuş bir kesiti seçmiş; sanatını fırçası, kalemi ve gerçekçi bir hafıza ile toplumsal hafızaya nakşetmiştir. 

12 Eylül döneminde gerekçesiz nedenlerle yakalanmış çocuk, kadın, erkekleri tuvaline aktarmıştır. Yüzünün çizgilerini bile göremediğiniz bir erkekte bu en dokunaklı dünyasını görmeyi yeğlemiştir. İnsanın aklına bir zamanlar Fransa’da Dreyfuse davasında Zola’nın “J’accause” feryadı geliyor. Mitap da sessiz kalmadı.” şeklinde bir takdim yapıyor… 

“Tablolar” bölümünde “çiçekler yasak” notu ile takdim edilen tabloya düşülen not tam bir yürek burkan tespit; “Bu resmin esin kaynağı bizzat yaşadığım bir olaydı. Mamak’ta bir açık görüş öncesinde oğlum Ertan’a -ki o sırada 4 yaşındaydı- babasına vermek için bir demet papatya almıştım. Girişte subay “çiçekler yasak” dedi ve papatya demetini almak istedi. Oğlum bunu reddetti, ç,çekleri sımsıkı tuttu. Subay ısrar edince demetin içinden tek bir papatya çıkarıp ona verdi. Geri kalanları pantolonunun cebine koymasını sağladım. Böylece biraz ezilip hırpalanmış olsalar da Ertan papatyaları Nasuh’a götürebilmişti.” Yahu çiçek yasak inanılır gibi değil… Ama aynen yaşandı bunlar ve nice benzerleri… Bir defasında savcı ziyarete gelmişti koğuşlara bakmaya, hani görüyorsun adamın yüzünden, gözünden sana nasıl baktığını, iğrenircesine, çöpe bakarcasına bakar iken; bir arkadaşımızın “kitap alınmasına izin verilsin” talebine karşı yanardağ lavı püskürtürcesine bir öfke ile “Kenan Evren paşanın nutuklarını okuyun” deyişini hatırlıyorum… Efendinin umurunda mı ki; orada bulunanların çoğu, “mühendis, doktor, öğretim görevlisi, öğretmen”... Adam sana “katli vacip” inancı ile bakıyor… Mezkûr savcıları görünce insan insanlığından şüphe ediyordu… Tablo müthiş, benim resim bilgim bu resmin değerlendirilmesine kifayet etmez lakin bendeki izlenimi derin, unutulamaz acı ve ıstırap dolu hatıraların bir kez göz önüne gelmesine vesile oldu… Hani diyor ya büyük ozan; “Sana düşman, bana düşman, Düşünen insana düşman, Vatan ki bu insanların evidir, Sevgilim, onlar vatana düşman…” İşte bu muhteremlerin bugünkü tezahürü ise “ben cahilin ferasetine inanırım ve güvenirim” şeklindedir. Ne diyelim…

Yine “Tablolar” bölümünde; “gözleri bağlı adam” ile karanlığın ortasında gözler bağlanarak, bağlayanları gizleme, bağlananı daha da karanlığa itmenin resme aktarılma hali, “havalandırma” adı altında yepyeni ve yaygın ve dahi toplu saldırının tespiti, “Mamak’ta görüş” ile de görüş mü, aile boyu işkence mi, sorusuna cevap, “Desenler” bölümünde “acının derinliklerinde” resminde tel örgü, penceresiz cezaevi, görüşememenin acısı ya da görüş sırası beklemenin dayanılmaz işkencesinin bir ananın yüzünü kaplamış hali, “artakalanlar” resminde tam bir yürek burkulmasının en yalın vesilesi hali; kol saati, ayakkabı, giysiler ve gözlük, adeta “gördün de ne oldu, sonun böyle” tebarüzü veçhiyle, “haykırış” adlı desende ise işkenceci olabilmenin adeta abc’si olma halinin tebarüzü, “Yemek su yasak” ilave cezalandırmasının “Y.S.Y” rumuzu ile tekrar hatırlatılmasının müthiş özeti, “Hücrede ölüm” ile ölümün sıradanlaşmasının tebarüzü, “yeniden sorguya” deseni ile asla bitmeyen işkence süreci öne çıkarılmış… Hülasa bir zulüm döneminin, zalimlerinin daha da kararttığı ortam… Ve dahi, işkencecisinin bile milli ve yerli eğitimden geçirilememiş halini de beynelmilel düzeyde yaşananları okuyunca, öğrenince anlıyor, tüm ezilenlerle ve katledilenlerle birlikte kahrolma, yok olma sürecinin yaşıyoruz, işte bu dayanılmaz acılarla yaşamayı öğreniyoruz. 

Bu baskıya ilave edilen, gerek sergilerle gerekse de kitapla ve içindeki resim ve desenlerle ilgili yorumlar ve izlenimler bölümü daha da enteresan tespitlerle dolu, tam da gözler nemlenerek okunacak türden… Benim açımdan daha da öne çıkan ünlü yazar ve şair Gülten Akın’ın “Ankara Sergisi” üzerine kısa değerlendirmesi; “Bir dönemi ne güzel resimlemişsin. Bu gerekliydi de. Aşacağımızı iyi tanıyacağız. Onu resimle, şiirle, yazıyla saptayacağız. Cesaret bile gerekmeyecek artık. Bu ürettiklerimizle ortaklaşacağız. Bizi birleştirecek yeniden. Direncimizi arttıracak. Korkmuyoruz diyeceğiz. İlk insanın o koşullarda becerdiğini biz niye beceremeyelim. Üstelik bizim savaşımımız doğayla da değil. Bizim benzerimiz, yapısını iyi tanıdıklarımızla.”

Mezkûr sergiler basında da yer aldı, Ragıp Zarakolu; “12 Eylül cezaevleri ile ilgili ilk görsel sanatsal yapıt… Eylül karanlığında” başlığı ile yazdığı yazıda, “Sonra Onur Çarşısı’nda kitap verdiğimiz tanıdık bir kitapçıya uğradım. Ada’ydı galiba adı. Orası da karanlıktı. Zafer Çarşısı’nda kitaplarımızı alan Doğu Kitabevi’ne gittim, orası da karanlıktı. İnsanlara ne olduğunun bile sorulamadığı, her gün çevremizden bir insanın kaybolduğu soğuk ve karanlık günlerdi. Kızılay’da insan avı vardı. Tutuklananlar sivil polisler tarafından Kızılay’a çıkarılıyor. Kim onlara selam veriyorsa, apar topar gözaltına alınıyordu. Gözaltı süresi Evren Paşa tarafından, ırkçı Güney Afrika’da olduğu gibi 90 güne çıkarılmıştı. İnsanların başına ne geldiği bilinmiyordu. Öldürülüp, kimsesizler mezarlığında bir çukura mı atıldılar (Demokrat Gazetesindeki sürücümüz Ali gibi, komşuları tesadüfen gömüldüğü mezarlıkta görmeselerdi, haberimiz bile olmayacaktı), işkencelerde mi, zindandalar mıydı, bilinmiyordu. Aileler umutsuzca kovuldukları emniyet, sıkıyönetim, Mamak Askeri Cezaevi kapılarını aşındırıyorlardı.” Kitabın resimlerinin, desenlerinin konusunu oluşturan tam da böylesi bir ortamdı, o günleri ziyadesiyle yaşayan biri olarak eksiği olduğunu bile iddia edilebilir bulurum tüm bu tariflemelerin… 

İşte, o Eylül yaşandı ve ondan sonra gelen bütün aylar Eylül oldu. İçerik öyle valla, siz hala, yıl 12 ay ve adları şöyle farklı, böyle farklı deyip durun gayri, içerik aynı, yaşananlar aynı olduktan sonra…

Cumartesi, Temmuz 20, 2024

BÜYÜK ŞAİRİN ADINI TAŞIYAN KÜTÜPHANEDE

Bu defa Büyük Şairin adını taşıyan Kütüphanenin içindeyim... Kütüphanenin taşıdığı ad bakımından manası engin ve anlatılamaz benim açımdan... Geçen geldiğimde kapalı olduğu için Kütüphane içine girememiş son durumu gözlemleyememiş idim. Rusya'da bulunduğum dönemlerde ziyaret etmeye çalıştığım mekanlardan birisi de kütüphaneler olmuştur... Daha önce Moskova dışındaki bir kasabada ziyaret ettiğim bir kütüphanede Ömer Seyfettin'in bir hikaye kitabını görünce şaşırmış idim, çok enteresan Rusya'da bir kasaba kütüphanesi ve Ömer Seyfettin... Şimdi daha büyük ölçekli, kapsamı farklı ve şüphesiz ki manası ve atmosferi çok farklı bir kütüphanedeyim... Moskova için oldukça büyük sayılabilecek bir alanı yine "Moskova Belediyesine bağlı Nazım Hikmet Kültür Merkezi", Kütüphane yanında sanatsal ve sosyal faaliyetlerin yürütülebilmesine yönelik düzenlenmesi için "Moskova Nazım Hikmet Vakfına", işbirliği anlaşması çerçevesinde tahsis etmiştir. Son derece güzel ve hoş bu düzenleme çalışmaları, başta Türk-Rus İşadamları Birliği eski Başkanı ve Moskova Nazım Hikmet Vakfı Başkanı Ali Galip Savaşır önderliğinde Vakıf olmak üzere pek çok sanatçı ve destekçi tarafından gerçekleştiriliyor. Bitmemiş halini orada bulunan destekçi ve gönüllü faaliyet yürüten Ferhat Muslu arkadaşımız rehberliği ile gezdim, toplantı ve konferans salonu aynı zamanda sergi ve tanıtım salonu olarak gayet büyük bir alan, ayrı bir sohbet ve kıraat alanı ve Nazım Hikmet'in eşyalarından bir bölümünün sergilendiği ve dahi sergileneceği bir alan ve tabii ki yönetim odalarının bulunduğu bir alan lakin hepsinden önemlisi duvarları kapsayan çok güzel resim ve eşyalar... Emeği geçenlerin yüce çabaları karşısında duygulanmamak elde değil. Gönüllü bir şeyler başarmak, hele hele de bunları yurtdışında becermek ve başarmak, bu işlerin zorluklarını bilen birisi olarak, yapılanları büyük takdirle ve yüreğim kabarak izliyorum.

Daha önce planladığım, yayınlanmış kitabımı da Kütüphane envanterine kayıt edilmek üzere hediye etmek istiyorum... Lakin içimde de "kitap bağışı kabul etmiyoruz" tepkisi ile karşılaşma korkusu ve çaresizliği daha önce benzer şahitliklerimden ötürü maalesef vardı... Yeri gelmiş iken hemen yazayım, son hayalkırıklığımı bu konuda... Çeşme Belediyesinin geçmiş dönemde ünlü Gazeteci, Yazar Yaşar Aksoy adına isabetli bir girişim ile Alaçatı'da gerçekleştirdiği  "Yaşar Aksoy  Kitap Kafe" için kitap bağış isteğimizin reddi karşısında şaşırak, Yeni Çeşme Gazetesi Sahibi ve Yazar Aydın Korkmaz ile birbirimize bakarak, donup kaldığımızı da anımsayınca... Hani Belediye Başkanı babasının bahşettiği imkan ve kabiliyetler ile bunu yapmış olsa kapıyı kapatsa anlarım... Özel mülktür girilmez, diyeceğim. Lakin, imkanlar Belediye'nin sen aracı oluyorsun değil mi? Neyse, şimdi Moskova Nazım Hikmet Kütüphanesinde yaşadıklarım umarım ders olur, diyeceğim lakin olamayacağını da adım gibi biliyorum... Çeşme eski Belediye Başkanı, hem de iyi ilişkilerimizin olduğu biri, en azından nizalı değiliz, üstüne üstlük de bizim mahallennin çocuğu iddiası olan biri, kendi makamına götürüp randevumuza rağmen yerinde olmadığından, sekreterine bıraktığım kitabım için, üstelik de kitap Çeşmeliler ve Çeşme'nin değişik mekanları üstüne, arayıp nezaketen teşekkür etmesi bir kenara lütfedip bir sms ya da whatsapp mesajı ile bile teşekkür etmedi... Belediye Başkanı böyle iken, her biri adına tek tek imzalayıp takdim edilmek üzere Meclis Sekretaryasına, Dönemin Meclis Üyelerine takdim edilmek üzere bıraktığım kitaplar için herhangi bir meclis üyesinden bir teşekkür geldi mi, şüphesiz hayır, peki bu sürpriz oldu mu benim için, kocaman bir hayır... 

Peki; Moskova Nazım Hikmet Kütüphanesinde neler oldu... İnanılmaz iyi şeyler... Üstelik, kimse de dur bakalım, sen nasıl bir yazarsın, ne yazarsın, bizden misin, onlardan mısın, diye tefrik etmeksizin... İlgili memura ziyaret sebebimizin bu tarafını da söyleyince, gerçek manada bir sevinç ve heyecan gösterilerek derhal Müdüre Галина Вячеславовна Судьина Hanımefendiye (Galina Vyacheslavovna Sudina) haber verildi. 2010 senesinden beri Kütüphane Müdüresi olarak görev yaptığını öğrendiğim Hanımefendi son derece içten, samimi ve heyecanlı davranarak kitap hediye edilmesinden son derece mutlu olacağını beyan etti. Ferhat Muslu Arkadaşımızın tercümanlığı ile samimi bir diyaloğ yürüttük. İşte, yapılan görevin ruhuna münasip nezaket dolu davranış, görev tarifi ile şahsi tercih ve tasarrufların itina ile birbirine karıştırılmadan ifası, bu olsa gerek... Diğer taraftan bizim topraklarımızın yetiştirdiği bu çok çok önemli Şair'in gerçek manada sevildiği ve sayıldığı diğer topraklarda bu enternasyonal duruşunu bu kadar yakından hissedebilmek benim için artık ayrı bir hayati apolet olacaktır. Bu fırsatı bu kadar derin hissedebilmiş olmaktan ötürü kendimi çok şanslı kabul etmekteyim. 

Çok duygulandığım bu anlardan sonra Galina Hanımefendi lütfetti Kütüphane Hatıra Defterine "Çok değerli Nazım Hikmet'e atfen düzenlenen Kütüphane ve Kültür Merkezi ziyaretimizde, lütfedip kitabımı da kabul etmelerine çok fazla duygulanmış birisi olarak ayrılıyorum. Sevgi ve saygılarımla" notunu düştüm. Evet, bana gösterilen nezaket ve kitabıma da bu kütüphanede bulunarak değer katma fırsatını tanıyan başta Galina Hanımefendi olmak üzere herkese çok teşekkür ediyorum. Esasen de, şahsen tanışmamış olmakla birlikte kendisini basından ve tanıyanlarından izlediğim ve dinlediğim Ali Galip Savaşır, ki aynı zamanda hemşehrimizdir, başta Nazım Hikmet Vakfı olmak üzere tüm kültürel kurumların faaliyetlerinin baş destekçisi olması hasebiyle en büyük alkış ve teşekkürü hak etmektedir, bence...


Cuma, Temmuz 12, 2024

BÜYÜK ŞAİR'E ZİYARET

Ruslar genellikle dertleri, tasaları, kaygıları, sevinçleri, hayat beklentileri ile bir taraftan bize çok benzeyen diğer taraftan da hiç benzemeyen, otobüs beklerken tıpkı biz, tiyatroda ise tıpkı onlar gibi, yüksek sesle konuşurlar iken tıpkı biz, duyamayacağınız kadar sessiz iken tıpkı onlar, diye sınırsız örneklenebilecek kadar bize benzerlikler ve bizden ayrılıklar yansıtan bir ulus... Moskova bir başka, Petersburg bir başka, Kazan bir başka, lakin her biri görülecek hatta tekrar tekrar görülecek kadar güzel yerler bence, etrafa bakar iken bizim alışık olduğumuz detayları kaçırmıyoruz da alışık olmadığımız detaylar kaçıyor tam da bu yüzden tekrar gerekebiliyor... İlaveten mevsimler mutekamilen yaşandığı için de her birisinde bir ayrı güzellik yansımaktadır. Bazen de bu yoğun detaylar içinde bazı şeyler kaçıp gidiyor, bir bilgi bir yerde başka zikredilirken bir başka yerde bir başka zikredilebiliyor... Bazen bir yere gidiyorsunuz, ben burayı daha önce gördüm duygusunu yoğun bir şekilde hissedeken bir bakıyorsunuz ki bir küçücük detay var sizi bu tekrarlanmış duygusundan çıkarıveriyor... Sonuçta bu ülkede gezilecek, görülecek yerler hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor insana lakin ülkenin büyüklüğü ve çok milletlilik göz önüne alınınca böyle olmasının da son derece anlaşılabilir olduğunu görüyorsunuz...

Dünyaca ünlü nadir insanımızdan biri olan büyük usta Nazım Hikmet'i Moskova'ya her gelişimde, Novodeviçi'deki mezarında ziyaret ederim, uzun kalıyorsam da birkaç kez oluyor bu ziyeretler... Bu defa da her ne kadar ziyarete kapalı olduğunu bilsem de evini ziyaret edeyim dedim. Ve evin civarında gezdim... Moskova Metrosunun Yeşil hattındaki Sokol istasyonuna gelip, istasyon çıkışından Leningrad Bulvarından sağa ilerliyor hemen tekrar sağa dönüp daracık bağlantı yolundan son derece bakımlı ve büyük bir park içerisinden ilerleyip, Fidel Kastro Meydanını geçip hemen sola dönüp biraz ilerleyine sağdaki 2. blokta bir tanıtım levhası sizi karşılıyor... Tam karşısında da hatırı sayılır büyüklükte, bakımlı bir park var. Tabela aynen şöyle düzenlenmiş; "bu evde, 1952 yılından 1963 yılına kadar, Dünya Barış Ödülü sahibi Türkiyeli Devrimci Şair Nazım Hikmet yaşamış ve çalışmıştır"... Binalar tipik kooperatif tarzında dizayn edilmiş, kalitesi tartışılsa bile insana yakışırlığı tartışılmaz biçimde düzenlenmiştir. Bloklar bir adanın dış kenarına yerleştirilmiş, büyükçe bir parkı aratmayacak biçimde iç avlulu olarak düzenlenmiş olup her boşluk iklimin de desteklediği bir biçimde yemyeşildir. Genelde bölge, parklar, yollar son derece bakımlı görünmekte, binaların fasadına o binalarda yaşamış ülkeye yararı dokunmuş önemli kişilerin isimlerini yad etmek adına büyükçe metal plaketler yerleştirilerek görüntü daha şirin hale getirilmiş... Ahde vefa böyle tecelli etmiş...

Nazım Hikmet'in evine yaklaşık 400 mt uzaklıkta, "Nazım Hikmet Adına düzenlenmiş Kütüphane" bulunmaktadır. Kapısında yeni düzenlenmiş bir levhada "24 nolu Kütüphane" yazar iken halinden çok eski olduğu anlaşılan bir başka tabelada ise "59 nolu Kütüphane" yazmaktadır. 1952 yılında açılan bu kütüphane mezkur yıllarda "111 nolu Kütüphane" olarak anılmaktaymış. Anladığım kadarı ile Kütüphanenin temeli "Büyük Vatanseverlik Savaşı" sonrası atılmış mahallenin sakinlerinin biraraya gelerek kitap okumaları ve yine sakinlerin kitap bağışları ile atılmış oluyor. Nazım Hikmet'in evine çok yakın olması sebebiyle burada düzenlenen edebiyat günlerine katıldığından bahsediliyor. Kütüphane mahalle sakinlerini yazar ve sanatçılarla buluşturma mekanı olmasının yanında aynı zamanda her türlü sergi ve müzik faaliyetlerine de ev sahipliği yapmış olduğu ifade edilmektedir. Kütüphane esasen bir bölge/mahalle kütüphanesi iken 1973 yılında Kütüphane Yönetimi, Yazarlar Birliği Moskova Teşkilatı Yönetimi ve tabii ki okuyucular bir dilekçe vererek kütüphanenin adının başına "Nazım Hikmet" yazılmasını önerirler, nihayetinde 1981 yılında bu talep münasip bulunup, gereği yerine getirilir. Karar vericiler koca 8 yıl boyunca neyi araştırdılar ise, neyi düşündüler ise, ne kadar çok işleri vardı da ancak sıra geldi, gayri... Nazım Hikmet'in kitapları ile onu ve onun eserlerini anlatan eserlerin bulunduğu özel bir koleksiyon yanında sürekli güncellenen geniş bir kitap kolleksiyonu olarak bilinmektedir. Ayrıca; Kütüphanede 2018'den beri Yunus Emre Türk Kültür Merkezi ile birlikte Nazım Hikmet adına seminerler, sergiler, festivaller ve toplantılar tertip edilmekteymiş. 

Sokol Bölgesine, Nazım Hikmet Kütüphanesi ve evine son ziyaretim, yeşilin, serinliğin sıcak ile birlikte tam manası ile hakim bir dönemde olduğu için civardaki parkların ve düzenlemelerinin ne kadar değerli olduğunu bir kere daha anladım. Kütüphanenin kapısına sırtınızı döndüğünüzde hemen sağ tarafta CSKA Futbol Kulübünün futbol stadını görüyorsunuz ki bilindiği üzere mezkur kulüp "Kızıl Ordu" tarafından kurulmuş bir kulüptür. Esasen CSKA adı da, "Центральный спортивный клуб армии" (Centarlniy Sportivniy Klup Armiy) kelimelerinin baş harflerinden oluşmuştur. Bilindiği üzere CSKA adını taşıyan bir Bulgaristan futbol takımı bulunmaktadır. Dışarıdan görüldüğü kadarı ile büyük bir çok katlı iş merkezi inşaatı ile desteklenmiş büyükçe bir kompleks görüntüsü vermektedir, CSKA Arena... Arena burada da yerini almış maalesef... Demek ki bu işler tüm dünyayı bu boyutu ile etkilemiş durumda...

Sokol Metro İstasyonundan sonra daha önce değindiğim büyük ve düzenli park ki adını içinde bulunan 1. dünya savaşı kahramanları için yapılmış anıttan alarak, "1. Dünya Svaşı Kahramanları Parkı" ile adını içinde bulunan "Moskova Halk Milisleri Meydanından" alan aynı adlı Nazım Hikmet'in de evinin karşısına denk gelen güzel düzenlenmiş büyükçe bir park arasındaki Bulvarların kesiştiği alan çok eskilerde "Fidel Kastro Meydanı" diye düzenlenmiş iken Kastro'nun ölümünden sonra ilaveten bir de anıtı dikilerek yeniden düzenlenmiştir. 

Bölgenin/Mahallenin 2. Dünya savaşından sonra düzenlenmiş olmasını gözönüne alarak rahatlıkla denilebilir ki, günün şartlarının çok üstünde bir plan, cadde genişlikleri, parkların lokasyonları, binaların her yönden geniş ağaçlıklı alanlarla kaplanarak düzenlenmiş olması açısından... Zaten yollarda yürürken bina blok duvarlarına yerleştirilmiş olabildiğince büyük ve dikkat çekici metal levhalarda tanınmış, edebiyatçılar, sanatçılar, akademisyenler ve askerlerin buralarda yaşamış olduğunun beyanından da bölgenin önem verilen bir yer olduğu anlaşılmaktadır. 


Cumartesi, Temmuz 06, 2024

KAPALI HEMŞERİM YASSAK


 

Pozantı'yı geziyoruz, İbrahim Paşa Tabyalarından, Meşhur Varda Köprüsüne, Pozantı Şehitliği, Alman şehitliği ve Mezarlığı, Çakıt Çayı ve Vadisi, Şekerpınarı Membası, Şekerpınarı Köprüsü ya da Akköprü, Belemedik İstasyonu ve Meşhur Demiryolu Alman Şantiyesi, birkaç yayla ve dahi birkaç köy... Derya deniz, gez gez bitmiyor, geriye de belki en önemli taraf yaylalar kalıyor lakin o da bir başka bahara deyip geçiyoruz. Peki, konumu, tarihi ve başta otoyol olmak üzere sahip olunan çok güzel manzaraları ile maruf "Gülek Kalesini" hangi sebeple sayamıyorum. Pozantı Merkez'e otomobil ile 15 dakikalık bir mesafede olup son 3 km'si de stabilize bir yoldan varılabiliyor... Geldik Gülek Kasabasına, stabilize yolda ilerliyoruz hatta yolu yarıladık, Jandarma yolu trafiğe kapamış, durduk "derdimizi anlatıyoruz, çok uzak yoldan geldiğimizi vs vs." emir büyük yerden, Vali ziyarette imiş, bu sebeple Gülek Kalesi ziyarete kapalı... Kale kocaman bir alan, Vali'nin Korumaları var, rahatlıkla ayrı ayrı alanlarda dolaşabiliriz... Yok, "kapalı hemşerim yasak"... Çaresiz geriye gideceğiz, lakin müthiş de sinir yaptım, sen kalk taaa İzmir'den gel, Gülek Kalesini ziyarete niyetlen, Vali'nin geleceği tutsun ve ziyarete kapansın... Evet sonuçta geri vites, ben de jandarmaya dönüp, şaka yollu "bakın şimdi filan yere gidiyoruz, vali'ye söyleyin sakın gelmesin biz de onu içeriye almayacağız" dedim, karşılıklı gülüştük... Yahu bari, daha baştan yolu kesseniz de, bu kadar yolu haybeden gelmesek, değil mi? Yok, olur mu, sen kimsin de sana haber verilecek... Evet, ben bunu anlamam, asla da anlamayacağım, Vali geldi, kapalı, giremezsin, Bakan geldi, kapalı, giremezsin, Kaymakam geldi, kapalı, giremezsin... Gelmesin efendim, sen burayı mülkün asıl sahibi halka, sen ziyaret ediyorsun diye ne hakla kapatırsın, değil mi? Yahu, bunların her yerde ilan edilmiş, genellikle de haftanın ilk çalışma günü kapatıldığı biliniyor, hatta bu programı siz yapıyorsunuz, madem ki ayaktakımları ile birlikte buraları gezmek istemiyorsunuz, madem ki onlarla birlikte aynı zamanda aynı mekanda bulunmak istemiyorsunuz, ilan edilmiş kapalı günü tercih etsenize, değil mi? Zinhar olmaz... Canım ne zaman isterse, güneş yüzüme ne zaman vurursa, gelirim ya da giderim... Şüphesiz böyle bir gücünüz var ve onu kullanıyorsunuz lakin bunun asla ve kat'a doğru olduğunu düşünmeyin... Sadece gücünüze istinaden kullanıyorsunuz bu hakkı... Aynı şekilde, ana yolda gidiyorsunuz, "Dikkat kamyon çıkabilir"... Çıkmasın efendim... Neden çıkıyor, kontrollü çıksın, yok... Yahu siz ayı mısınız ki "dikkat ayı çıkabilir" benzeri bir levha ile korumaya alıyorsunuz kendinizi... Bunları anlayan varsa beri gelsin...

Türkmenistan'da çalıştığımız günlerde, döneminde önemli büyüklükte olan Mizan Oteldeki merkez ofisimiz, bir anda kim olduklarını sonradan anladığım bir sürü sivil tarafından basıldı, hepsi sivil polis idi ve hemen ofisi boşlatmamızı ve 2 gün boyunca da ofise gelmememizi istiyorlardı... Nedir, ne oluyorz, dediysek de "davay, davay" nidaları ile kışkışlandık... Sonradan Otel yönetiminden öğrendik ki, 2 gün sonra Terkmenbaşı'nın da katılacağı bir toplantı düzenlenecekmiş... Ve 2 gün boyunca tüm otel didik didk edilerek aranmış, nihayetinde de toplantı gerçekleşmiş... Yahu, tüm otel neden boşaltılır, neden kimse yetkililer dışında 2 gün boyunca otele giremez... Anlaşılır gibi değil... Mesela, Türkmenbaşı'nın geçişinden önce, geçeceği güzergahtaki otobüs durakları boşaltılır, yola bakan açık pencereler kapattırılır, vs vs... Geçme değil mi kardeşim, zaten zırhlı araç içinde son derece lüksün ile geçiyorsun, etrafa ve ahaliye de zulmün kalıyor... Çıkma evinden, evinden çalış, ya da bırak o vazifeyi...

Mesela, Suudi Arabistan'da ezan okundu ve sokakta yürüyorsunuz, yandı gülüm keten helva... Derhal atletik bir saldırı ile derdest edilip camiye getiriliyorsunuz, haydi namaza... Efendim namaz kılmamanın, kaçırmanın bir günahı varsa öteki dünyada verilecek tüm bu günahların hesabı, değil mi? Sana ne oluyor, Allah, nerede diyor ki, namaz kılın, kılmazsanız mutavvalar sizi zorla camiye namaza götürecek ? 

Moskova'da gayet güzel düzenlenmiş, son derece iyi peyzaja sahip bir parka gitmek üzere yola çıktık, hemen yanındaki Metro Durağından dışarı çıktık, bir telaş hemen yol ve geçiş kapatıldı, görevli anons ediyor, parka gitmek isteyenler yolun karşı tarafından geçip biraz ilerden parka gidebilirler, hoşnut değiliz lakin durum değişmiyor karşıya geçiyoruz, epey bir yürüyüşten sonra parkın kapısının karşısındaki alt geçite geliyoruz. Kapalı, yasak... Hayda, yahu oradan dediler ki buradan giriş yapabilirsiniz, kimin umurunda, emir verilmiş... Vazgeçtik... Döndük... Neden kapatıyorsunuz, bu sefer Vali mi?, Kaymakam mı?, Bakan mı? onu bile öğrenemedik çok şükür... Hani, öğrensen ne olacak demeyin, kimi hedef alacak sinirli halimiz, onu bilelim... Yanlış yere kızmayalım...

Şimdi bunu anlattığınız zaman mezkur yetkililere, özellikle de güvenlik uzmanlarına, "kardeşim her türlü saldırıya açık gezmenin manası yok" gibi kelamlar duyuyorsunuz... Ne yapalım terörizme karşı tedbirli olmalıyız... Başlarlar size, Sırp Prensinden, İsveç'li Olof Palme'ye kadar binlerce misal sıralamaya... Bende her zaman derim, yahu bu insanları kim terörize ediyor, hangi sebeple insan katline varan gözü kararmışlık ortamı yaratılıyor, kim yaratıyor, hangi sebeple yaratılıyor...

Kimseye sataşmadan, herkesin uluorta kullandığı bir disiplin üstünden misal vereyim... Fenerbahçe eski başkanlarından birisi vardı, kim, nerede ve kiminle maç yaparsa yapsın, oynayanları, seyredenleri, yönetenleri bırakıp bu değerli başkana basarlardı küfürü... O da derdi ki; "neden bu insanlar her yerde, her şartta bana küfrediyorlar"... Hiç bakmazdı kendisine, ağzından çıkanları kulağı duymazdı şüphesiz... Herkese, her şartta ve çekinmeksizin hakaret etmesini, küfretmesini, Fenerbahçe Başkanı olduğu için ruhsata bağlanmış kabul ederdi... Lakin iade-i küfür olunca da feryat figan... 

Neyse, biz konumuza dönelim, toparlayarak bitirelim, sevgili ve çok değerli yetkililer, yöneticiler, valiler, kaymakamlar, bakanlar, lütfen, korkuyorsanız gitmeyin, gidyorsanız da korkmayın... Lütfen sizin bu programsız, önceden bildirmeden ve korku dolu ziyaretleriniz bizim planlarımızı bozuyor, bilin ki bizim zamanımız sizinki kadar geniş değil, bilin ki bizim bütçemiz sizinki kadar sınırsız değil, kapısından döndürüldüğümüz yere gelene kadar harcadığımız zaman ve parayı helal etmeyiz öteki dünyada biliniz, lütfen...