Şükrü eniştem, neşeli insan olmanın, olabilmenin insani tezahürüdür adeta… Kolayca bilineceği üzere neşeli olabilme hali hissi bir durum olmakla birlikte fiziki ve anatomik bir arka planda gerektirir ki hormonlar ve etkileşimleri buna münasip değil ise bu yansıma çok kolay olamaz… Kısa süreli olmak üzere bu tespiti tersine çevirebilecek muhteremler de vardır, “kan kusup kızılcık şerbeti içiyorum” kabilinden… Eniştem kızılcık şerbeti içmeyenlerden olup son derece güleç yüzlü, neşeli ve hoş sohbet olmuştur her daim… Neşenin de tıpkı nezle ve grip gibi bulaşıcı olduğunu Eniştemden gördüm ben, içindeki neşenin dışa taşmalarının başta ben olmak üzere etrafındaki herkese nasıl sirayet ettiğinin canlı şahidiyim. Neşeli hali ve şaka yapmadan, birilerine takılmadan duramamanın bana göre en nadide örneği ise, kendisi ile yolda bir yerlere giderken tarlada çalışanlara bazen açık camdan bazen de durarak “kolay gelsin” deyip hal hatır sorup sonra da “Karagöz geçti mi buralardan” deyip “hangi Karagöz” mukabil sorusuna da “Yaşar” der ve sonra hareket edince de çok gülerdik, nedense işte… Demek ki, ufacık hatta manasız şeylerden bile bir gülme malzemesi üretirdik…
Neşeli olmanın en müşahhas hali de birlikte izlediğimiz TV’deki müzik programları anındaki aktif davranışı olmuştur her daim, bana göre… Benim ıslık dışında epeyce de denememe rağmen bir türlü beceremediğim bir müzik enstrümanı çalma işini son derece mahir olarak “darbuka” ile becererek her daim göstermiştir bizlere. Mesela Tv’de hareketli bir türkü ya da bir şarkı mı çıktı, darbuka yok mu, çözüm var, benim sigara yakmada kullandığım kibrit kutusunu kaptığı gibi müthiş bir maharetle darbukaya çevirdiğini hayranlıkla izlerdim. Yahu bir kibrit kutusu da darbuka mı olur, evet, onun mahir el ve parmakları ile olurdu… Lakin temelde de bu neşeli ve hareketli, hani insanı kıpır kıpır yapan müziğe refakattir meram ve murat… Kızı, Suna; “Yaşamı severek, dert etmeden yaşamak böyle bir şey sanırım” diye tanımladı kendisini bir defasında…
Kendi evinde de akşam yemeklerini bilirim ve çok da birlikte akşam yemeği yediğimiz oldu, işte o akşam yemekleri de “Ramazanlar” hariç “rakısız” olmaz idi, hala büyük bir keyifle hatırlarım… Senenin 335 günü çok sınırlı ve dinlendirici, keyiflendirici kabilinden günlük yaklaşık 2 kadeh “yeni rakı” içilirdi… Günün yorgunluğunun atıldığının beyanı ile de vites behemehâl şakalı ve neşeli duruma evrilirdi otomatik ve kendiliğinden.
Macir (Muhacir) bir ailenin çocuğu olmak şüphesiz kolay değildi, binbir türlü meşakkatli durumdan sıyrıldı, gemisini uzun yıllar dalgalı denizlerde itina ile yüzdürdü, çok çalıştı, zor ve ağır şartlarda çalıştı lakin aynı zamanda gezdi, yedi, içti, eğlendi, keyif aldı, hepsini de vakur ve makul bir üslup ile yaptı… Girişimci ve araştırmacı ruhu ve becerisi onu farklı birkaç iş yapmaya sürükledi hepsinde çok başarılı oldu bana göre… Tarımsal üretimin ziyadesiyle önemsendiği dönemde oldukça büyük çapta sebze ve fidancılık yaparken, bir anda bir tarafıyla sağlık şartları gereği bir tarafı ile de günün epey hareketli sektörüne kırdı rotayı, orada da çok başarılı bir iş hayatı oldu…
Belki de bizim sülalede ilk kez otomobil sahibi olan Eniştem, hele de yanılmıyorsam 1975 yılında, dönemin önemli ve yerli otomobili sayılan esasen de montaj sanayiden öteye gitmeyen Anadol markasının çok çok sınırlı sayıda ürettiğini bildiğim “Böcek” modeli otomobil ile gelince muhteşem anlar yaşamış idik, sayesinde… Sonraları daha klasik ve güncel model araçlar kullanmaya da başladı şüphesiz…
Yayınladığım ve “Benim gözümden Çeşme” adlı kitabımı kendisine gönderince, değindiğim eski Çeşme ve Çeşmelileri soluksuz okuduğunu kızından dinlemiş ve kendi adıma çaktırmadan çok sevinmiş idim… Sonraki görüşmelerimizde kitabın konusunu oluşturan hatıraların bir kısmı üzerinden de sıkı muhabbetler etmiştik.
Evet,
kayıplar zor, hele de hatıraların çok ise kayıp çok daha zor lakin kaçınılmaz
olarak kapılarımızı çalıyor. Ölüm ayrılığı geride kalana zor, metanet
temennilerinin kalana bir faydası var mı, bilemiyorum… Bana bir faydasının
olmadığını biliyorum da, başkalarında nasıl olur bilemiyorum. İlaveten bilmek
başka bir şey yapabilmek bir başka şey… Bu vesile tüm kayıplarımızı saygı ve
minnet ile bir kez daha anıyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder