Ben kendi adıma, “şiir ve devrim” kavramlarının bu kadar iç içe, bu kadar birbirinin mütemmim cüzü olduğunu ilk Nazım Hikmet, Hasan Hüseyin, Ahmet Arif ve Enver Gökçe’de gördüm. Bilahare de şiirin enternasyonal boyutlarına eriştim lakin bizimkilerin tadı bir başka idi, hala da öyle… Esasen de “şiir ve devrim” yan yana gelince müthiş bir ambiyans yaratıyor, yan yana çok da şık duruyorlar açıkçası… Her ikisi de yalnızlıktan beslenerek çokluğu üretebiliyor…
Yazar;
“Latin Amerika devrimin ruhudur”
adını verdiği başlık altında Zapoteklerin, Azteklerin, Mayaların ve İnkaların
“egemenliğin sembolik kaldığı” görece eşitlikçi toplumlar oluşundan bahisle
gelinen noktada sömürgecilerin kahredici zapt-ı rapt politikalarının siyasal ve
sosyal hayata yansımasının “evcilleştirmeden” bilahare de “medenileştirmeye”
evrilen felaketlerin şiire ve edebiyata muvafık ve muarızlarının vaziyet
almasını tespit etmektedir. Bu bölümde Che’den şiirler aktarılarak, hayat,
mücadele ve devrim birlikteliklerine göz atılmaktadır. Şiirin, karşı duruşun,
baş kaldırının ve isyanın yükselen sesi oluşunun yerel boyutları ön plandadır.
Che’den Fidel Castro’ya oradan Zapata’ya, Sandino’ya, Jose Marti’ye uzanan
soluksuz mücadelenin duygusal seslenişi olmaktadır şiir… Hele de Uruguay’ın “saraysız
başkanı” Jose Mujika (Pepe) üstünden yaşanan zulüm, tedip ve tenkil
politikalarının devrimcileri hedef alışı esasen de isyanın yükselen sesi şiiri
teslim alma faaliyetleri karşısında şiirle edebiyatla direnişin şahlanışı söz
konusudur burada… Jose Mujika’nın hayatını anlatan kitap ve filmler esasen
direnişin, devrimin ve şiirin önemini tekrar tekrar gözümüze getirir oluyor, mezkûr
bölümde de. Tupamaroların liderlerinden Mauricio Rosencof’un;
“Senden, benden, gökyüzünden
Geçmişin gölgesinden ve gelecekten
Sevginin anlamını bilenden
Bana kelimeleri geri verin”
Şiiri üzerinden “en iyiyi düşleyerek, en iyiyi kurma eylemi olarak okuyabiliriz şiirden devrime doğru giden titreşimleri. Şiir devrime dair düş kurdurur.” tespit ve değerlendirmesi ile ilerliyor yazar… Yazar, şiir dili ile şiir gibi; “kendine yabancılaşan insanı ve bütün malları piyasa ürünü olarak gören ve onları ticarileştiren sistemin yok ettiği hayalleri yeniden insanla buluşturan “en uzun koşudur” devrim. Şiirde onun “en güzel yüz metresidir.” bir yaklaşımla zirve yapıyor, bence…
“Siyah güzeldir”
başlığı ile açılan bölüm ise tam tamına benim açımdan bir şaheser, kara kıtanın
kara kaderi adına… “Siyah
güzeldir, bir slogandan öteydi. Negritude fikri olarak gelişen hareket,
yabancılaşmaya, kimliksizliğe, asimilasyona karşı Avrupa’ya, Avrupa’nın
kolonyal medeniyetine, paradigmasında hiç değişmeyen ırkçılığa karşı bir
sanatsal direnişti.” Angola için her şey olan Devlet adamı, şair ve
tıp doktoru Agustino Neto, “Yıldız Yolu”
başlıklı uzun şiiri de bir şaheser açıkçası… Bir bölümü;
“Ve gökte
Sanki
Benziyor tamtama,
Çalıyor görünmeyen el,
Tüm çabukluğu ve açıklığıyla
Özgürlük ritimlerini,
Umtu ritimlerini, neşeli
gülücük ritimlerini,
Gerçek ritimlerini,
Ve aşk ritimleri”
“Vietnam kazanacak”
başlıklı bölümde büyük devrimci Ho Şi Minh (aydınlatan adam manasında mahlas)
şiiri;
“elimi, kolumu bağladılar ama
İşte kuş sesleri, cıvıl cıvıl,
Çiçekler işte burcu burcu,
Duymak ve koklamak ne güzel!”
Üzerinden “şiir sessizliğe bürünen, konuşmayan insanın dilidir. Derdini, aşkını anlatamayana yol gösterir” önermesini yapmaktadır, yazar… Ne güzel…
Marks’ın herkesçe malum yanı dışında daha önce de “Fraklı Komünist” kitabında izlerini sürdüğüm şiir düşkünlüğüne ve yazarlığına bu kitapta da ziyadesiyle denk geliyorum. Esasen ben şiirlerden ziyade burada yazarın şiir ve devrim temasını Devrimci önderler ile buluşturup devrimin ruhuna mütenasip coşkun çağlamasını öne çıkarmak istiyorum. Mesela; “düşü olmayan bir devrimin estetikle ilgisini sorgulamak bile abestir. Çünkü devrimin düşü geleceğin bugüne taşınması, bugünü yarın yapmasıdır. Devrim estetiğin özgürleşmiş halidir.” derken; düş, estetik, devrim ve kesintisizlik bağlarını ne kadar da güçlü kuruyor. Şiiri de tüm bunlar başta olmak üzere her şeyin toplamı olarak değerlendiriyor sanki…
Yazar;
“Şiiri bir özgürleşme eylemi
olarak, düşünenlerdenim. Özgürlüğün olduğu yerde şiirin sesi, örgüsü, dili ve
sahici akışı vardır.” yaklaşımını Ernesto Che Guevera’nın aşağıdaki
dizelerinde de dediği gibi, nerede, kiminle ve nasıl birlikte olunarak teminini
işaret etmektedir adeta…
“Dünyanın yoksul insanlarıyla,
Neyim varsa paylaşmak isterim,
Dağların cılız dereleri
Denizlerden daha mutlu eder beni.”
Gramsci’nin Marks tarifinden devam edelim; “herkes farkında olmasa da, bir parça Marksisttir. Marks, yoktan var ettiği için değil, kendi imgelerinden özgün bir tarih görüşü çıkardığı için değil; fakat parçalı, eksik, olgunlaşmamış şeyler onda olgunluğa, sisteme, farkındalığa kavuştuğu için büyüktü, eylemi doğurgandı.” . Hayatın özeti gibi bir şey bu işte…
Hani
kendini çok beğenmiş bazıları; kendine uymayan, kendinden olmayan, kendini
tasdik etmeyen her görüşe, her düşünceye, her yoruma, her ifadeye, her girişime
“tukaka” derler ya bu abukluğa cevap olması bakımından da Marks’ın “insana dair olan hiçbir şey bana yabancı
değildir” der ya, işte bu söz ile bitirelim, Âşık Veysel’in de “Yer damar damar, insan kısım kısım”
demesini unutmadan…
1 yorum:
Emeğine sağlık abi
Yorum Gönder