Cuma, Ekim 25, 2024

YAŞADIĞIMI İTİRAF EDİYORUM

 

Şilili meşhur yazar, şair, diplomat, devlet adamı ve siyasetçi Pablo Neruda’nın “siyasal mücadeleler, hatıralar, geziler ve portreler” başlıkları ile hazırlanmış kitabını okuyorum, bir kısmı yeni öğrendiğim müthiş bilgiler, tespitler ve dilekler aktarıyor… Hani, Eduardo Galeano’nun “Latin Amerika’nın kesik damarları” adlı kitabından hatırladığımız yaygın bilinmeyen çok çeşitli yaşanmışlıklar öğrenmiş idik, burada da ilaveler var… Şair, Şilili lakin gerek şair ve yazar olarak PEN Kulübü ile gerekse de Şilili bir konsolos ve büyükelçi olarak çok farklı coğrafyalardaki gezileri, gözlemleri, tespitleri ve yaşadıkları üzerine nerdeyse tüm dünyayı görmüş olarak akılda kalanlarını aktarmış mezkûr kitapta… Çok büyük bir keyifle ve not alarak okuduğum bir kitap oldu… Avrupa’da Nazizm ve faşizmin terör estirdiği yıllarda bulunduğu İspanya’daki Hitler erkete ve beslemesi Franco’nun icraatları ziyadesiyle bilindiğinden ve diğer yazarlar tarafından da yeterince tekrarlanmış olması hasebiyle burada yeniden değinmeye gerek görmüyorum… Şili, Peru, Arjantin, Meksika başta olmak üzere tüm Latin Amerika ülkelerinde yaşanan ve siyasal tercihlerin kaçınılmaz diktatörlüklerinin zapt-u raptlarının kanlı sonuçları üstüne sayfalar dolusu hatıralar var… Şili’deki meşhur Bakır ve Güherçile Madenlerinin ülke kaderini tayini ve sonuçlarının halkın yoksullaşması, ilişkilerin yolsuzluğa gark olması haricinde yazılacak bir şeylerin kalmadığının itirafları… Bu yaşanmışlıklar üstüne ziyadesiyle yazan, çizen ve konuşan uzmanlar var o sebeple edebiyat tarafında, gözlem tarafında kalarak ilerleyelim istiyorum…

Öncelikle Şair “Ricardo Eliezer Neftalí Reyes Basoalto’nun” Pablo Neruda adına evrilmesini kendisinden okuyalım; “on dört yaşında iken babam, biraz da kuşkuyla benim edebiyat çalışmalarımı izliyordu. Dergilerde yayınlanan ilk şiirlerimi gizlemek için kendime bir takma ad bulmalıydım. Bu yeni soyadı tamamen değişik olmalıydı. Derginin birinde bu Çek adına rastladım ve balad ve romanslar kaleme almış, bütün halkın taptığı ve Prag’ın Mala Strana Semtin’de adına bir heykel diktikleri çok büyük bir edebiyatçının adı olduğunu bilmeden kendime seçtim. Aradan çok yıllar geçip de Prag’a geldiğimde, bu kimsenin sakallı heykelinin ayakları dibine bir çiçek demeti bıraktım”… Neden insanlar kendi adlarıyla yazamıyor, çizemiyor ve konuşamıyor… Enteresandır, özellikle demokratlık ve hürriyet jargonu durmaksızın tekrarlanan ülkelerde bu ihtiyaç hep ve daha ön plandadır… Buna rağmen bu üfürükoloji nida ve propagandası müdavimlerinin en cevval ve cabbarları bu ülkelerdedir, maşallah…

“Malakolog Neruda” başlıklı bölümde ise “malakalog” kelimesinin ilk defa, “Yunanca’dan geldiği ve yumuşakçaları inceleyen bilimle ilgilenen kimse” manasında kullanıldığını gördüm… Bu tespiti ise bir yaşanmışlıkla anlatıyor, ünlü Şair “Bundan yıllar önce bir Şili günlük gazetesinde çok iyi dostum ünlü Profesör Julian Huxley, Santiago’ya geldiğinde beni sorduğu yazılıyor.

“Şair Neruda’yı soruyorsunuz değil mi?” demişti gazeteciler ona. “Hayır. Ben Neruda adında bir şair tanımıyorum. Malakolog Neruda’yla konuşmak istiyorum.”  Evet, gazeteden aktarılan bu haberin bana öğrettiği de bu oluyor… Belki başka bir yerde sorulmuş olsa idi, Rusça’da süt denilmesinden ötürü, onunla ilişkili olabileceğini düşünürdüm.

Latin Amerika’nın büyük Ozanı Neruda; kitap boyunca “şiiri” çok çeşitli vesile ve vakalara dayanarak muhteşem tariflemektedir. “Fakat kim öldürebilir ki şiiri! Şiir, kedi gibi yedi canlıdır. İşkence ederler, sokaklarda sürüklerler, üstüne tükürürler, alay ederler, etrafını dört duvarla çevirirler, sürgüne yollarlar, fakat o bütün bunları yaşar, sonunda tertemiz bir yüzle ve gülümseyerek yeniden ortaya çıkar”. Bir başka yerde ise; Canım Yurdumun büyük ozanı Nazım Hikmet’ten aktararak, “Şiirin gelecek olduğuna inanıyorum” ve “şiir, insan ruhundan devamlı bir şeyler talep eder” şeklindeki tarife katıldığını aktarır.

Pablo Neruda, nasıl bir dünya ve hayat arzuladığını da şöyle aktarır, “Ben insanların insan olduğu, kimsenin kimseyi suçlamadığı bir dünyada yaşamak istiyorum. Herkesin her tanrı evine, her basımevine, girmesini istiyorum. Hiç kimsenin yolda durdurulup sudan sebeplerle tutuklanmasını istemiyorum. Herkes istediği yere gülümseyerek girsin ve yine gülümseyerek, orasını terk etsin… Ben bütün insanların konuşmasını, okumasını ve dinlemesini istiyorum. Ben bu dünyada ne savaşı, ne zorbalığı kabul ederim. Benim yolum insanlar arasındaki kardeşliğe gitmektedir.”

“Bitiriş sözü” bölümünü kaleme alan Curt Meyer – Clason şöyle tanıtıyor Neruda’yı; şair; “vatanıma ellerim, kulaklarım ve ayaklarımla temas etmeden yaşayamam” diye yazar ve İspanya İç Savaşında öğrendiği bir şeyi de şöyle aktarır, “Şiir yazmak bir barış eylemidir. Şair, barıştan doğar. Ekmeğin undan yapılması gibi.” Diğer bir yerde ise; “Yapayalnızlığını arkada bırakır bırakmaz, şiir yazarak mücadele bayrağını açar. Yirmi yaşında bir üniversiteli olarak Santiago’da politikaya atılır, antifaşist dünya yazarlarıyla birlikte İspanyol İç Savaşı’nda Cumhuriyetçileri destekler, senatör olarak güherçile alanlarının maden işçilerini aydınlatır ve eğitir. Bundan mutlu olur.” Ayrıca; “İsteseydik, Neruda kendisine ve kendine benzeyen bizlere daha iyi şeyler öğretirdi. Şöyle ya da böyle, onun anılar kitabı, aklımıza parlaklık veren, genişleten ve dayanıklılığını arttıran sert bir şarap içmek gibidir. Kitabı okumakla, çoktandır gereksindiğimiz bir şeyi de öğreniriz: biz Latin Amerikalıların, akla karşı o günahı, böylesi bir kabuğuna çekilişi yenmemiz gerektiğini. Neruda’nın kitabı,  insan isteğinin ne olduğunu ve neler başarabildiğini – Avrupalıların mekanik gücüyle ölçülemeyecek olanı- da öğretiyor.” Curt Meyer – Clason Neruda’nın önem verdiği şeyler ve kitap üstüne de şöyle yazmaktadır. “Neruda için geçerli olan hayattır. Konuya ve malzemeye göre kimi zaman ısırıcı, kimi zaman şiirli kimi zaman da görkemli olan ses tonu hep doğrudan doğruyadır, bir dinleyiciye bir şeyler anlatıyor gibi. Kitabı bir haber verme, bir hesaplaşma, bir günlük lirik bir atılım, dostlara sesleniş, geçmişe ve yarınlara bir ant içmedir. Bir sürü somut şeydir. Neruda, beş duyunun doğrularından oluşmuştur.”

Evet, sonuçta, tüm gezdiği yerlerin güzel ve hatırlanır lezzetlerini, muhteşem manzaralarını turistik bir yaklaşımdan azade ele alırken çekilen fotoğrafı da esasen toplumsal karmaşık ve çapraşık ilişkiler, sosyal ve siyasal dinamikler, farklı kültürler ve karşılaşmaları ile karşılaştırmaları oluşturmaktadır. Bu kapsamda ve çok değerli ve müthiş hatıra zenginliği taşıyan bir eseri de okumuş olmanın hazzını ve keyfini yaşadım, bu sebeple de şiddetle öneriyorum…

Neruda’nın çok beğendiğim şiirlerinden biri ile sonlandıralım…

Yavaş yavaş ölürler

Seyahat etmeyenler.

Yavaş yavaş ölürler

Okumayanlar, müzik dinlemeyenler,

Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.

 

Yavaş yavaş ölürler

Alışkanlıklarına esir olanlar,

Her gün aynı yolları yürüyenler,

Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,

Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler,

Bir yabancı ile konuşmayanlar.


Yavaş yavaş ölürler

Heyecanlardan kaçınanlar,

Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı görmek istemekten kaçınanlar.

 

Yavaş yavaş ölürler

Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,

Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,

Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına çıkmamış olanlar

Hiç yorum yok: