Cuma, Ekim 04, 2024

PETERHOFF SARAYI VE MÜZENİN ÇEŞME BÖLÜMÜ

 

Peterhoff Sarayı; anlatılan o ki, Fransız Versay Sarayı etkisinde kalınarak, kimilerine göre “deli”, kimilerine göre de “büyük” sıfatı ile maruf Petro tarafından, İsveç’e karşı kazanılan savaşı müteakip Baltık kıyısında yaptırılmıştır. Saray, bana göre kendisinden ziyade bahçeleri, bahçelerdeki gizli ya da açık fıskiyeleri, havuzları, sulama sistemi ile daha etkileyici bir görünümde olup esasen de kapladığı geniş arazi ve peyzajı ile son derece etkileyicidir. UNESCO Dünya Miras Listesinde de bulunan saray, bahçeleri ve bahçelerdeki heykelleri ve çeşmeleri, küçük müze, köşk ve kamelyaları özellikle de aşağı ve yukarı bahçelerin peyzajı ile muhteşem bana göre… Esasen burası bir “yazlık saray” hedefi ile yapılmış, yaklaşık 45 dakikalık mesafede esas mekân babında esas saray bulunmaktadır, fazla saray göz çıkarmaz netice itibariyle… Sarayın ön bahçesindeki kot farkı iyi değerlendirilerek yerleştirilmiş “Samson Heykelinden” sonra denize kadar uzanan kanal ile ön bahçe ikiye ayrılıp metaforik “Adem” ve “Havva” bölümleri oluşturulmuş denildiğine göre. Fıskiye ve çeşmelerin suyunun atlaması, zıplaması tamamen kendi cazibesi ile gerçekleşmekte olup anlatılana göre de su ve su yapıları bilgisini bizzat kendisi konuşturmuş burada Çar Petro… Saray için görkeme ve debdebeye yönelik saatlerce konuşmak mümkün, zenginin malı, biz züğürtlerin çenesini yorması

kabilinden… Gel zaman git zaman Emperyalizmin zalim kılıcı Almanya’nın faşist lideri Hitler’in ordularının saldırısı ile kuşatılan Leningrad (Sankt Petersburg) yakılır yıkılırken Alman komutanlara da mezkûr saray karargâhtır. Emperyal kılıç için herkesin malumu son gelirken arkasına bakmadan kaçan Alman karargâhı tüm işgal ettikleri bölgelerde yaptıkları üzere her yeri yakmaya ve yıkmaya başlarlar… Peterhoff Sarayı da nasibine düşen yerle bir olmaktan kurtulamaz… Yıllarca yıkık dökük öylece kalır… Restorasyon için Stalin’in talimatı istenir lakin o da vermez… “Zenginlerin kalıntılarını ihya etmek bize düşmez” muhtemel saiki ile hareket ettiği tahmin edilen Stalin, sonra ne olur bilinmez lakin insafa gelir restorasyon talebini onaylar… Şüphesi Stalin’in doğup büyüdüğü evi de gören birisi olarak saraylara hangi gözle bakıyor olabileceğini de kestirebiliyorum. Neyse, mezkûr talimat neticesinde bu muhteşem ve debdebe dolu saray ve müştemilatları yeniden hayata döner…

Neden çoğunluktaki bazıları ekmek bulamaz iken azınlık bazıları şatafat ve debdebe içerisinde yaşamak için böylesine görkemli saraylar yaptırırlar kendilerine, anlamam zor… Haydi diyelim bir kral var olsun bir sarayı lakin 45 dakikalık mesafe aralıklı neden 2 adet, değil mi? Konunun alakalı tıp ve psikoloji uzmanları çok çeşitli ve değişik izahlarda bulunuyorlar da, ben anlayamıyorum hala… Peki, bu sarayseverleri diyelim ki anladık, sonradan ziyarete açılınca öbek öbek ayak takımlarının bu debdebeleri seyre gelmelerine ben dâhil ne demeli, nasıl bir izah yolu tutturulmalı, bilemedim… Zenginler ziyaret ediyor olamaz çünkü onların ziyaret usulleri çok farklı müzeleri sarayları toptan kapatıyorlar, istedikleri kadar süre ve mekân kullanarak geziyorlar… Genel ahali ile birlikte gezenler 10 aşağı, 15 yukarı (3 aşağı, 5 yukarı demeliydim lakin aralığı zam yaparak geniş tuttum ki geniş ahaliyi kapsayayım) tekmili benzer durumda yani hiç sarayı olmamış ya da hiç sarayda yaşamamışlar ne yazık ki rehberin ve arkadan gelenlerin izin verdiği sürede gezerler…


Ruslar için "Çeşme Zaferi" Osmanlı için ise "Çeşme Vakası" olarak tarihe geçen “Çeşme Deniz Savaşı” esasen tarihin en önemli kavşaklarından birisidir de, 18. Asır aydınlanma çağı çerçevesinde bakılınca, Rönesans ve Reform hareketleri, 1776 Amerikan Bağımsızlık Deklarasyonu, 1789 Fransız İhtilali sonrasının Osmanlı’ya yansıyan sonuçları Balkanlardaki Millici hareketlerin yavaştan başlaması olmuş olup, Osmanlı yönetim ve bürokrasisinin siyasi idrakinin nerdeyse yok oluşunun ilk işaret fişeğidir aynı zamanda… Neyse, uzun uzun tahlile gerek yok, işte bu savaş Rusların o gün bu gündür meşhur “sıcak sulara” inme hayalinin gerçekleştiği ve halen devam etmesinin tezahürüdür. Esasen Osmanlı içinde muhteşem bir ders niteliğindedir lakin kim alacak ki… Tarihi ve turistik manada bugüne yansıması adına, Canım yurdumu yönetenler bundan istifade edebiliyorlar mı, nerde… Yenilgilerin nihayetinde uzun devlet hayatında birer kazanç olduğunu göremeyen muhterisler halının altına süpürme babında hiç konuşmazlar hatta bırakın konuşmayı izlerini bile yok etmeyi maharet zannederler. Bekçi filminin meşhur repliği “bir araya gelmeliyiz, atalarımızın kahramanlıklarından bahsetmeliyiz” devam ediyor…

Çeşme Deniz Savaşının Rusları sevindirik ettiği gibi abuk subuk bir yaklaşım göstererek, Sankt Petersburg’ta yapılan anıtların izahını böyle yapmaktadır, bazıları. Kont Orlov’a kazanılan savaş neticesi “Çeşmenski” adı da verildi mezkûr unvanı yanına… Bugünkü pozisyon almalara bakınca da küçük bir sevinç olmadığı anlaşılıyor. Petersburg’ta sayısız eser var, bir küçük kilise, iki obelisk (dikilitaş) başta olmak üzere, hatta bir de cami var deniliyor lakin ben bulamadım… Bir dahaki sefere inşallah…

Peterhoff Sarayında; Çeşme Deniz Savaşı anısına bir de galeri düzenlenmiş, mezkûr galeri ile birlikte sarayı da gezelim diye düşündüm… Gezi deyince öyle elini kolunu salla, öde giriş ücretini gez kabilinden değil… Bir defa ciddi bir giriş bileti kuyruğu, giriş kuyruğu, galoş kuyruğu, çanta bırakma kuyruğu, sesli bilgilendirme temin kuyruğu, derken oluşturulan küçük gruplara rehber tayini nihayetinde prosedür tamam. Başlanıyor gezilmeye… Artık rehber nerede, ne kadar kalıyor ve izahatta bulunuyorsa o kadar bilgilenme… Ben öyle şu salonda bu kadar kalırım, şu tabloya bu kadar bakarım, şuranın fotoğrafını şöyle çekerim, böyle çekerim yok… Aaa belki benim gibi ayaktakımı olma özelliği dışında özellikleriniz varsa bir ayrıcalık elde edebilirsiniz, onu da benim bilme şansım yok...

“Çeşme Galerisi” tanıtım tabelasında yazan bilgiler ise şöyledir. “Salon, mimar Y.M.’nin tasarımına göre 1770’lerde dekore edilmiştir. Salonun dekorasyonu Rusya’nın Türkiye’ye karşı kazandığı zaferin yüceltilmesine adanmıştır... Salonun dekorasyonunun ana unsuru Rus Sarayının Alman Ressam Jacob Philipp Hackert’e yaptırdığı 12 tablodur. Resimlerin konuları Baltık Filosunun Ege Denizi’ndeki Takımadalar seferi ve Rusya’nın deniz zaferi olan Çeşme Muharebesi olaylarına adanmıştır. 26 - 27 Haziran 1770 gecesi Kont Orlov komutasındaki Rus gemileri, Türk filosunun en iyi filosunu mağlup etti”.

Resimleri yapan ressam, hiç yanan gemi görmediği ve tam da bu yüzden resimlerin gerçeği yansıtmadığı düşüncesiyle, gerçekçi resim yapabilmesi adına Ressama bir mizansen dâhilinde İtalya’da bir limanda Çariçe’nin talimatı ile bir gemi havaya uçurulmak suretiyle yakılır ve gösterilir… Ressama bu kadar gerçekçi bir model oluşturularak konuyu ne kadar ciddiye aldıklarını, önemsediklerini ve dahi siyaseten nasıl bir hedefi yok ettiklerinin tasvirini gerçekleştirmişlerdir, kendilerince. Tablolardan birinde eğer yanlış anlamadıysam Çeşme Deniz Savaşından sağlam kurtulan ve el konulan bir Osmanlı gemisi yedekte çekilir lakin artık Osmanlı bayrağı indirilmiş ve yerine Rus Çarlık bayrağı çekili vaziyettedir.

Ayrıca bu “Türkiye” yazma sevdası da hiç bitmez bu elin adamlarında, galiba kimse de itiraz etmez ya da etseler de kimse kulağına takmaz bu itirazları, bilemedim gayri… Yunanistan’da da böyle gördüm, enteresan… Bir kompleksim olduğundan yazmıyorum tüm bunları Osmanlı’nın hiç hoş karşılanmayacak icraatlarını bilerek diyorum… Osmanlı devrini anlatırken neden Türkiye adı tercih edilir, bu dikkat çekicidir. Mesela, Roma İmparatorluğunun bir katliamı, bir saldırısı, bir yenilgisi, bugün İtalya hanesine mi yazılıyor, bilemedim…  

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Emeğine sağlık tarihsel bilgi vererek aydınlattın