Peterhoff Sarayı; anlatılan o ki, Fransız Versay
Sarayı etkisinde kalınarak, kimilerine göre “deli”, kimilerine göre de “büyük”
sıfatı ile maruf Petro tarafından, İsveç’e karşı kazanılan savaşı müteakip
Baltık kıyısında yaptırılmıştır. Saray, bana göre kendisinden ziyade bahçeleri,
bahçelerdeki gizli ya da açık fıskiyeleri, havuzları, sulama sistemi ile daha
etkileyici bir görünümde olup esasen de kapladığı geniş arazi ve peyzajı ile
son derece etkileyicidir. UNESCO Dünya Miras Listesinde de bulunan saray,
bahçeleri ve bahçelerdeki heykelleri ve çeşmeleri, küçük müze, köşk ve
kamelyaları özellikle de aşağı ve yukarı bahçelerin peyzajı ile muhteşem bana
göre… Esasen burası bir “yazlık saray” hedefi ile yapılmış, yaklaşık 45
dakikalık mesafede esas mekân babında esas saray bulunmaktadır, fazla saray göz
çıkarmaz netice itibariyle… Sarayın ön bahçesindeki kot farkı iyi
değerlendirilerek yerleştirilmiş “Samson Heykelinden” sonra denize kadar uzanan
kanal ile ön bahçe ikiye ayrılıp metaforik “Adem” ve “Havva” bölümleri
oluşturulmuş denildiğine göre. Fıskiye ve çeşmelerin suyunun atlaması,
zıplaması tamamen kendi cazibesi ile gerçekleşmekte olup anlatılana göre de su
ve su yapıları bilgisini bizzat kendisi konuşturmuş burada Çar Petro… Saray
için görkeme ve debdebeye yönelik saatlerce konuşmak mümkün, zenginin malı, biz
züğürtlerin çenesini yorması
kabilinden… Gel zaman git zaman Emperyalizmin
zalim kılıcı Almanya’nın faşist lideri Hitler’in ordularının saldırısı ile
kuşatılan Leningrad (Sankt Petersburg) yakılır yıkılırken Alman komutanlara da mezkûr
saray karargâhtır. Emperyal kılıç için herkesin malumu son gelirken arkasına
bakmadan kaçan Alman karargâhı tüm işgal ettikleri bölgelerde yaptıkları üzere
her yeri yakmaya ve yıkmaya başlarlar… Peterhoff Sarayı da nasibine düşen yerle
bir olmaktan kurtulamaz… Yıllarca yıkık dökük öylece kalır… Restorasyon için
Stalin’in talimatı istenir lakin o da vermez… “Zenginlerin kalıntılarını ihya
etmek bize düşmez” muhtemel saiki ile hareket ettiği tahmin edilen Stalin,
sonra ne olur bilinmez lakin insafa gelir restorasyon talebini onaylar… Şüphesi
Stalin’in doğup büyüdüğü evi de gören birisi olarak saraylara hangi gözle
bakıyor olabileceğini de kestirebiliyorum. Neyse, mezkûr talimat neticesinde bu
muhteşem ve debdebe dolu saray ve müştemilatları yeniden hayata döner…
Neden çoğunluktaki bazıları ekmek bulamaz iken
azınlık bazıları şatafat ve debdebe içerisinde yaşamak için böylesine görkemli
saraylar yaptırırlar kendilerine, anlamam zor… Haydi diyelim bir kral var olsun
bir sarayı lakin 45 dakikalık mesafe aralıklı neden 2 adet, değil mi? Konunun
alakalı tıp ve psikoloji uzmanları çok çeşitli ve değişik izahlarda
bulunuyorlar da, ben anlayamıyorum hala… Peki, bu sarayseverleri diyelim ki
anladık, sonradan ziyarete açılınca öbek öbek ayak takımlarının bu debdebeleri
seyre gelmelerine ben dâhil ne demeli, nasıl bir izah yolu tutturulmalı,
bilemedim… Zenginler ziyaret ediyor olamaz çünkü onların ziyaret usulleri çok
farklı müzeleri sarayları toptan kapatıyorlar, istedikleri kadar süre ve mekân
kullanarak geziyorlar… Genel ahali ile birlikte gezenler 10 aşağı, 15 yukarı (3
aşağı, 5 yukarı demeliydim lakin aralığı zam yaparak geniş tuttum ki geniş
ahaliyi kapsayayım) tekmili benzer durumda yani hiç sarayı olmamış ya da hiç
sarayda yaşamamışlar ne yazık ki rehberin ve arkadan gelenlerin izin verdiği
sürede gezerler…
Ruslar için "Çeşme Zaferi" Osmanlı
için ise "Çeşme Vakası" olarak tarihe geçen “Çeşme Deniz Savaşı” esasen tarihin en önemli kavşaklarından birisidir
de, 18. Asır aydınlanma çağı çerçevesinde bakılınca, Rönesans ve Reform
hareketleri, 1776 Amerikan Bağımsızlık Deklarasyonu, 1789 Fransız İhtilali
sonrasının Osmanlı’ya yansıyan sonuçları Balkanlardaki Millici hareketlerin
yavaştan başlaması olmuş olup, Osmanlı yönetim ve bürokrasisinin siyasi idrakinin
nerdeyse yok oluşunun ilk işaret fişeğidir aynı zamanda… Neyse, uzun uzun
tahlile gerek yok, işte bu savaş Rusların o gün bu gündür meşhur “sıcak sulara”
inme hayalinin gerçekleştiği ve halen devam etmesinin tezahürüdür. Esasen
Osmanlı içinde muhteşem bir ders niteliğindedir lakin kim alacak ki… Tarihi ve
turistik manada bugüne yansıması adına, Canım yurdumu yönetenler bundan istifade
edebiliyorlar mı, nerde… Yenilgilerin nihayetinde uzun devlet hayatında birer kazanç
olduğunu göremeyen muhterisler halının altına süpürme babında hiç konuşmazlar
hatta bırakın konuşmayı izlerini bile yok etmeyi maharet zannederler. Bekçi
filminin meşhur repliği “bir araya gelmeliyiz, atalarımızın kahramanlıklarından
bahsetmeliyiz” devam ediyor…
Çeşme Deniz Savaşının Rusları sevindirik ettiği
gibi abuk subuk bir yaklaşım göstererek, Sankt Petersburg’ta yapılan anıtların
izahını böyle yapmaktadır, bazıları. Kont Orlov’a kazanılan savaş neticesi “Çeşmenski” adı da verildi mezkûr unvanı
yanına… Bugünkü pozisyon almalara bakınca da küçük bir sevinç olmadığı
anlaşılıyor. Petersburg’ta sayısız eser var, bir küçük kilise, iki obelisk (dikilitaş)
başta olmak üzere, hatta bir de cami var deniliyor lakin ben bulamadım… Bir
dahaki sefere inşallah…
Peterhoff Sarayında; Çeşme Deniz Savaşı anısına
bir de galeri düzenlenmiş, mezkûr galeri ile birlikte sarayı da gezelim diye
düşündüm… Gezi deyince öyle elini kolunu salla, öde giriş ücretini gez
kabilinden değil… Bir defa ciddi bir giriş bileti kuyruğu, giriş kuyruğu, galoş
kuyruğu, çanta bırakma kuyruğu, sesli bilgilendirme temin kuyruğu, derken
oluşturulan küçük gruplara rehber tayini nihayetinde prosedür tamam. Başlanıyor
gezilmeye… Artık rehber nerede, ne kadar kalıyor ve izahatta bulunuyorsa o kadar
bilgilenme… Ben öyle şu salonda bu kadar kalırım, şu tabloya bu kadar bakarım,
şuranın fotoğrafını şöyle çekerim, böyle çekerim yok… Aaa belki benim gibi
ayaktakımı olma özelliği dışında özellikleriniz varsa bir ayrıcalık elde
edebilirsiniz, onu da benim bilme şansım yok...
“Çeşme Galerisi” tanıtım tabelasında yazan bilgiler ise
şöyledir. “Salon,
mimar Y.M.’nin tasarımına göre 1770’lerde dekore edilmiştir. Salonun dekorasyonu
Rusya’nın Türkiye’ye karşı kazandığı zaferin yüceltilmesine adanmıştır... Salonun
dekorasyonunun ana unsuru Rus Sarayının Alman Ressam Jacob Philipp Hackert’e
yaptırdığı 12 tablodur. Resimlerin konuları Baltık Filosunun Ege Denizi’ndeki
Takımadalar seferi ve Rusya’nın deniz zaferi olan Çeşme Muharebesi olaylarına
adanmıştır. 26 - 27 Haziran 1770 gecesi Kont Orlov komutasındaki Rus gemileri,
Türk filosunun en iyi filosunu mağlup etti”.
Resimleri yapan ressam, hiç yanan gemi görmediği ve tam da bu yüzden resimlerin
gerçeği yansıtmadığı düşüncesiyle, gerçekçi resim yapabilmesi adına Ressama bir
mizansen dâhilinde İtalya’da bir limanda Çariçe’nin talimatı ile bir gemi
havaya uçurulmak suretiyle yakılır ve gösterilir… Ressama bu kadar gerçekçi bir
model oluşturularak konuyu ne kadar ciddiye aldıklarını, önemsediklerini ve
dahi siyaseten nasıl bir hedefi yok ettiklerinin tasvirini
gerçekleştirmişlerdir, kendilerince. Tablolardan birinde eğer yanlış
anlamadıysam Çeşme Deniz Savaşından sağlam kurtulan ve el konulan bir Osmanlı
gemisi yedekte çekilir lakin artık Osmanlı bayrağı indirilmiş ve yerine Rus
Çarlık bayrağı çekili vaziyettedir.
Ayrıca bu “Türkiye” yazma sevdası da hiç bitmez
bu elin adamlarında, galiba kimse de itiraz etmez ya da etseler de kimse kulağına
takmaz bu itirazları, bilemedim gayri… Yunanistan’da da böyle gördüm, enteresan…
Bir kompleksim olduğundan yazmıyorum tüm bunları Osmanlı’nın hiç hoş
karşılanmayacak icraatlarını bilerek diyorum… Osmanlı devrini anlatırken neden
Türkiye adı tercih edilir, bu dikkat çekicidir. Mesela, Roma İmparatorluğunun
bir katliamı, bir saldırısı, bir yenilgisi, bugün İtalya hanesine mi yazılıyor,
bilemedim…
1 yorum:
Emeğine sağlık tarihsel bilgi vererek aydınlattın
Yorum Gönder