“Yıl1959. İstanbul’un nüfusu hızla artmış,
göçlerle birlikte 1,5 milyona ulaşmış vaziyette. Yaz aylarında artan sıcaklık, susuzluk,
çöplerin sokağa atılması nedeniyle şehir sineklerin istilası altında. Ahırların
ve mandıraların şehrin içinde yer alması, şehir içi nakliyesinde at
arabalarının etkin olması, hatta bazı
yerlerde eşeklerin de taşımacılıkta kullanılması, çöplerde biriken öbek öbek
karpuz, kavun kabukları, buzdolaplarının henüz her evde, işyerinde olmaması,
karasineklerin sayısında ani ve yüksek artışı tetiklemiş (bir çift sineğin 40 günde
ortalama 40 bin sinek ürettiğini de hesaba katın) ve haliyle halk sineklerden
bezmiş durumda. Bir Cumhuriyet altınının ortalama 120 lira olduğu dönemde
çöpleri sokağa atma cezası 150 lira. Düşünün ki bu bile denenmiş, ama nafile. Evler,
işyerleri, kamu daireleri sineklerin
hücumuna uğramış, insanlar restoranlara gidemez olmuş. (Velev ki gittiniz,
yemek yiyeceksiniz, bir elinizde raket ötekinde kaşık, sinekleri yutmadan lokmayı
yutmaya çalışmanız gerekiyor) 160 işçi, 25 teknisyenden oluşan belediye ekibinin
bu sorunla baş edemeyeceğinin, ilaçlamaların da yeterli gelmeyeceğinin anlaşılması
üzerine, devlet erkânı başlamış alternatif çareler aramaya. Bulmuşlar kendi
nazarlarında. Kabaca bir hesap: “İstanbul’un nüfusu tahmini 1,5 milyon; kişi
başına ortalama 10 sinek avlansa, 15 milyon sinek eder. Bu iş de kökünden biter"
diye düşünmüş olsalar gerek, dönemin Demokrat Partili İstanbul Belediye Başkanı
Kemal Aygün başkanlığında alınan karar ve talimat, radyo, gazete ve öteki
yollarla halka duyurulmuş.
Mücadelede yararlılık gösterenlere
ödül maiyetinde valilikten teşekkür mektubu verileceği bildirilmiş. Özel,
telden yapılmış raketler, yapışkan kâğıtlar ve saireyle halk cenge hazırlanmış.
Aile bireylerinin elinde raket, evde, işyerinde hummalı bir mücadele. Ertesi
gün gazetelerde çarşaf çarşaf haberler.
“Sinek avı seferberliği sonrası
10 milyon sinek öldürüldü ...”
Ancak sinek nüfusunda belirgin
bir değişiklik olmaması kaçmamış gözlerden. Bunun üzerine “Her pazartesi yine saat 13’te
tekrarlanacağı" duyurulmuş.
Hatta işi ne denli ciddiye aldıkları anlaşılsın diye 8 kişiye para cezası kesilmiş, yaklaşık 300 kişi ve işyerine de ihtar ve uyarı cezası verilmiş. Sonuç olarak, katılım azalınca uygulamadan vazgeçilmiş, zaten havaların soğumasıyla sinekler de kente veda etmiş, ama sinek avlamak deyimi de o günlerden bugünlere kadar gelmiş.”
Okumaya devam ediyoruz. Yazar, araştırmacı, iş insanı, köşe yazarı, aktivist, önceliği kadın, çocuk ve girişimcilik olan hülasa çok yönlü bir insan Sema Soykan’ın “Öteki Şeylerin Tarihi” adlı kitabını okuyoruz. Bir dolu sözün, deyimin, atasözünün kökeni, tarihçesi ve evrilmeleri üzerine çok muhteşem kelamlar etmiş. Birçoğunu biliyordum lakin yukarıda verilen ara başlık üzerinden “sinek avlamanın” canım yurdumda gerçekleşen bir vakadan türediğini yeni öğrendim, duymuşsam da unutmuşum demek ki… Dediğim gibi muhteşem bir hikâye… Bu kadar abuk işler olmamıştır deyip teyit maksadıyla gazete arşivlerinden baktım, çok üzülmeme rağmen doğruluğu beni şaşırtmadı… Canım Yurdumu yöneten koca koca, deyim yerinde ise deve dişi gibi bu muhteremlerin böylesi bir akıbeti kestiremeden bu kabil tatbikatlara yönelmeleri artık günümüze ışık tutsun gayri… Diğer taraftan bu tatbikatın nafile ve beyhude olduğunun müşahede edilmesini müteakip mezkûr periyotta cereyan eden cezalandırmaların telafi edilip edilmediği merak konusudur… Kesilen cezalar geriye ödenmiş midir? Kesilen cezaların muhtemelen her birinin kanunlarda karşılığı vardır. Zaten kanun devleti olmak bunu gerektirir. Velev ki ceza kesmeye münasip bir kanun bulunmuyor, meclis toplanır behemehâl bir kanun yapıverilir. Efendim, kanunun geriye yönelik geçerliliği olur mu? diye sorulmaz bu kabil vaziyetlerde, nihayetinde bunlar devlet ve memleket işleri. Artık ne çıkarsa bahtına. Bu işten muaf tutulanlar olmuş mudur? Muafiyet oldu ise sıralama nasıl olmuştur acaba parti, siyasi temas ve yüksek iltimas, madeni haz, ten ile temas vs vs gibi faktörler devreye alınmış mıdır ki? Bilmiyoruz şüphesiz… Lakin akla geliyor…
Hülasa, okuduğumuz kitap, ezelden ebede akan zaman içinde belki de üstüne hiç düşünmediğimiz lakin refleksif ve sıkça kullandığımız bir dolu sözün, deyimin ve atasözünün ve dahi gelenek, görenek ve adetlerin nereden, nasıl, ne zaman ve hangi sebeple zuhuru ve hayatiyeti gayet başarılı ve açıklayıcı biçimde ele alındığının adeta bir arşividir. Sıkça kullandığımız lakin ne zaman ve nasıl kullanmaya başladığımız, zaman içerisindeki mana ve kullanım değişiklikleri üzerine bu kadar detaylı, öğretici ve akılda kalıcı bir kitabın neredeyse tekmili birden hazırlanışı önemli bir kıymet bence…
Gerçi inanıyorum, yahu bunları öğreniyorsun da ne oluyor diyenler vardır, varsa eğer, bak bunu düşünmemiştim, der, geçer giderim… Zaten öğrenmek istemeyenlere göre işler değildir bunlar… Merak ile yola çıkarak başına çok şey gelenlerden mi olmak istersiniz diye sorulursa da cevabım merak önemli lakin mezkûr sonuçları ırak olsun derim…
Nihayetinde
de bakıyoruz, bizi bizim finansmanımızla, bizim örf ve ananelerimizle, bizim
hayat konforumuzu arttırmak maksadı ile bizim arzuladığımız kurallar
muvacehesinde yönetsin diye klasik deyimdir ya atadığımız memurların
yaptıklarına, sukut-u hayal vallahi… Yüzyılın başında Çeşme’nin 1914 – 1918
yılları arasında kaymakamlığını da yapmış Hilmi Uran’ın “Hatıralarım” adlı
kitabında da Çeşme’de yaşanmış bir sivrisinek hikâyesi var, bir gün yeri
gelince aktarırım onu… Gerçi hikâyedeki mevzunun kahramanı sıradan bir vatandaş
lakin yine de değinmek öğretici ve eğlenceli olabilir. Zaman, mekân ve teknik
terakki dâhilinde imkân ve kabiliyetler göz önüne alınınca acaba tayin
ettiğimiz memurlar bizimle eğleniyorlar mı diye de sorasım geliyor… Umarım bu
“sinek avlama” hikâyesi bugünkü yerel yönetimlerimize misal teşkil etmez,
maazallah yanar gülüm keten helva…