Bize, gerek ilkokul, gerek ortaokul döneminde tatbikatları ile rol model oluşturmuş muallimlerimiz olmakla birlikte ne yazık ki hala fazlaca iyi hatırlayamadığımız muallimlerimiz de mevcut idi. Bu zevatın bir kısmı kendi tedrisat ve talim terbiyeleri açısından öğretim hayatında “dayak cennetten çıkmadır” tercihi mucibince davranmış olup, bu halleri ile adeta davranış donması yaşamışlardır bizim hayallerimizde… Yani daha sonraki hayatımızda karşılaşıp, eski günlerin kötü tortularını unutmamız şarttır yaklaşımını kendimize şiar edinsek de maalesef başarılı olmadığımız da aşikârdır.
Mesela; lise devrinde yatılı okuyoruz. Okul ile yatakhaneler arası gün yüzü görmeden bağlantıların olduğu fizik mekânlar, günün trendleri, modaları, matah zannedilen davranışları kendine hastır… Bunlardan birisi de, erken yaşlarda tiryakisi haline gelinen sigara müptelalığı, nasıl bir etkilenme ve misal teşkili ise artık… Ben de çok erken yaşlarda sigara içmeye başladım, yatılı okurken gündüzlü arkadaşlarımın ikmali mucibince eksiksiz, tüttürmeler… Okul sonrası, akşam yemeği yenilir, sonrasında ders çalışma seansları olan “mütalaalar” gerçekleştirilir, nihayetinde dinlenme, temizlenme, arınma ve uyku faslı için yatakhanelere geçilirdi. Bu faslın en önemli bölümünü de sigara tiryakileri için de sigara tüttürmek oluştururdu. Katlarda yeterli olmayan tuvalet ve duş kabinleri bu faslın merkez üsleridir, büyüklüklere bağlı 2, 3 ya da 4 öğrenci birine toplanır, sigaralar tüttürülürdü… Katlarda, baskınlara karşı gözcülerde bulunurdu merdivenlerin katlara bağlantı kapılarında, ihtimal baskına gelenler derhal sigara tüttürme üslerine bildirilir, olası suçüstüler önlenirdi. Günlerden bir gün, nasıl olduysa artık, baskın ekibi gözcüleri ya gafil avlamışlar ya da atlatmışlar, kendileri açısından maksat hâsıl olmuş. Başta ben olmak üzere, birçok arkadaş sigara tüttürürken cürmümeşhut edilir. Baskın ekibinin başkanı, soyadını hatırlamadığım “Özkan” adında müdür muavini, 1.65 boyu ile talebeler arasında adeta terör estiriyor. Önüne geleni dövüyor, adeta pataklıyor, haklı haksız tefriki söz konusu bile değil. Hani, “haklı dayak” ne demekse, kim kime göre haklı, nasıl haklı olunuyorsa… Adam o boyu ile beni kolumdan tuttuğu gibi, yatakhanedeki dolabımın başına getirdi, dolap açıldı, sıkı bir aramadan sonra 1 paket “Bafra” sigarası bulundu… İşte bundan sonra sonrası, kızılca kıyamet. Adam ayak parmakları üzerinde yükselip, yükselip, Allah ne verdiyse kabilinden, kafa göz yapıştırıyor. “Feleğim şaştı” sonuçlu “eşek sudan gelene kadar” mükemmel bir dayak… Esasen 2 tokatlık canı olan birisi lakin “elimiz mecbur” okuldan tasdikname korkusu, ailemize rezil olma korkusu ile katlanıyoruz, bu zalime… Birkaç sene sonra, bir gün Çeşme Çarşıdan bir otomobil geçiyor, Kale yönüne, baktım bizim Özkan, derhal düştüm peşine, geldiler, şimdi seyir terası olan yer de park alanı, aha da oraya… Arabayı park ediyor, yaklaştım kapısına yakın, dışarı çıkar iken benim nefret dolu bakışımı görünce afalladı, başladı titremeye, eşi de diğer kapıdan çıktı, şaşkın gözlerle bakıyor bana… Ağzıma ne geliyor ise başladım söylemeye, yahu bir de ağzıma hiç de iyi şeyler gelmiyor ki sormayın, Allah’ın hikmeti işte… Birden “Çilek insanlar eskiden yaşadıklarını unutmalı” diyebildi bizim devri hükümranlığından eser kalmamış Özkan titreyerek… Eşi yalvar yakar olunca, ben de her şey bitti, sinirlerimin yelkenleri fora… Esasen kendisine bana yaşattıklarını yaşatmak vardı lakin eşinin yüzü suyu hürmetine vazgeçtim. Galiba biraz da tükürmüştüm yüzüne, tam hatırlamıyorum, tükürülme kesin de miktar hatırlanmıyor manasında… Sonradan öğrendiğime göre de “Babam Tito Yaşar” mezkûr zatı ziyaret ederek, benim o tarihteki söyleyemediğim tüm duygu ve düşüncelerimi makul ve mantıklı bir şeklide kendisine aktarmış… Aaa sonra ne mi oldu, ben mütalaalardan 5 dakika önce yatakhanelere gitme hakkı elde etmiş idim… Demek ki babam bayağı makul ve mantıklı izahatta bulunmuş, Özkan’a…
Bir de bizim Çeşme’de ortaokul döneminin eşek sudan gelinceye kadar “dayakçı” muallimleri vardı, “Kostarika” lakaplı Ahmet Uğur bey, “Çapik” lakaplı Zekeriya Örnek bey, bir de 1962 darbesine katıldığı iddiası ile Harp Okulundan atılmış, sonra İsmet İnönü’nün inayet, hidayet ve iradesi mucibince sözde muallimlik hakkı edinebilmiş Ali ihsan bey… Bu muhteremler de “dayak cennetten çıkma” umdesinin öğretimin mütemmim cüzü olduğu inancı ve kabulüyle, her önüne gelen talebeyi, mekân ve zaman tefriki yapmaksızın, talebenin çaresizliğini bilerek döverlerdi… Hele Ahmet Uğur’un hafta sonları ara sokaklar başta olmak üzere, Çeşme’nin tüm sokaklarını tek tek dolaşarak “futbol oynayan” çocukları tespit edip, hafta başı anons marifetiyle “İdareye” davet ettiği talebeleri, elindeki 1 mt’lik tahta cetveliyle, acımadan, dövmesi hiç unutulur, affedilir değildir. Cetvel ile dayak atılır, parmakların kırılırcasına ağırır lakin adamın kılı kıpırdamaz, adeta adam dövmekten zevk alır halleri vardı bu okul yöneticisinin… Ne de olsa bu zevatın, benim hala hiç beğenmediğim, ziyadesiyle kızdığım, “nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” darbı meseli mucibince öğrenebildikleri yegâne üslup budur…
Bir sürü öğrenci Ahmet Uğur ve benzerleri gibi “dayak cennetten çıkmadır” kültürünü şiar etmiş okul yöneticileri tarafından okulu bırakmak zorunda kalmış idi maalesef. İlaveten dayak neden cennetten çıksın ki, değil mi? Bize tarif edilen cennet başka bir yer, nasıl olur da orada dayak olur, cennette dayak varsa cehennemi düşünmek bile istemez âdemoğlu vallahi… Ya da bakılmış ki dayak kötü “behemehâl cennetten çıkarılmış” diye birileri de iddia ederse, ona da itiraz etmem şahsen. Bizim ortaokuldan okulu bırakıp, Ahmet Uğur’u dövmek üzere, üzerine giden kimseyi duymadım lakin öğrencilerin neredeyse tamamı kendisini hiç hayırla yâd etmediler ve etmiyorlar da…
İzmir’de ikamet ettiğim devirde tesadüfen aynı Muhtarlığın kayıtlısı olarak karşılaştık Muhtarın Dükkânında, o devirde kendisi “Bornova Anadolu Lisesinde” görevli imiş, görevini de sormadım açıkçası, biraz laf yarıştırdık, neticede kendisine asla “fikri hür, vicdanı hür nesil yetiştirme” şansının olamayacağını beyan ettim. Gerçi belki sonradan öğretmen formasyonunu tazeleyerek evrilmiş de olabilir, onu da bilemiyorum, olduysa bu görüşlerimden ötürü kendisini hoş görebilirim lakin okulu bırakmış hayatları başka yöne sırf bu sebeple kaymışların aynı duyguda olmayacaklarını biliyorum. Fazlaca da haksızlık yapmak istemiyorum…
Bir öğretmen nasıl olurda “çaresiz talebeleri dövmekten zevk alabilir” hiç anlayamadım ve halen de anlayamıyorum… “Eti senin kemiği benim” diye öğretmene teslim edilip, en ufak yaramazlıkta kafa göz yarıldıktan sonra “öğretmenin vurduğu yerde gül biter” tesellisi ile büyüyen çocukların da şiddeti meşrulaştırmaları galiba tam da bu sebepledir. Tabii ki devir “tek tip talebe” yetiştirme umdesinin nihai sonucu, talebenin mum gibi edilmesi olunca, tüm bu yaşananların sonucu hür birey yerine biat eden, hürriyet yerine itaat etme ihdası tezahür eder. Mektepte başlayan dayak, ailede zaten mevcut, askerde devam eder, hak ararken de eşek sudan gelene kadar dayak yersen, olur sana beşikten mezara kadar dayak…
Hülasa bu kadar ile iktifa edip, tüm fikir ve düşüncelerimi
de heba etmeyeyim… Gerçi bir de Nadi Bey vardı, bahse konu tüm zevata tek
başına muadildir, dillere destan… Neyse, Kifayeti takdim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder