“Ooof Lan ooof” başlıklı bölümde “Adanalı olmak demek” diye başlayan paragrafta; “10 kişiyle Toros Dağlarında Fransız Tümeni’ni esir almak demektir. Adanalı olmak demek; sana posta koyan, senden 20 cm uzun 30 kg ağır birini bir kafada kahvenin ortasına uzatmak demektir. Adanalı olmak demek; senden cılız ve çelimsiz olan sevgilinin abisinden, bile bile dayak yemek demektir… Adanalı olmak demek; 9 kişilik Özen, Topel, İtimat dolmuşuna binip bütün arkadaşlarının dolmuş parasını vermek demektir. Adanalı olmak demek; her türlü riski göze alıp Valiliğin bahçesinden sevgiliye vermek üzere gül çalmak demektir. Adanalı olmak demek; cebindeki bütün parayı Hastay’la Timurhana’a basıp Hipodram’dan mahalleye yayan dönmek demektir. Adanalı olmak demek; senden haraç isteyen iti kopuğu sandalyeyi kapıp önün sıra kovalamak demektir. Adanalı olmak demek; ülser olan birinin avuç avuç süs biberini bir çırpıda yemesi demektir. Adanalı olmak demek; evde pırasa piştiği zaman cebindeki son parayla karşı kaldırımdaki kebapçıdan dürüm yemek demektir. Ahhhh ulannn! Adanalı olmak demek; bir yazlık sinemada bir Yılmaz Güney filminin sonunda sesinin çıktığı kadar “of” çekmek demektir.” biçimi ile bir tarifi vardır, ziyadesiyle uzatılabilecek tarifi kısa keserek inanılmaz bir özet geçiyor…
Kitabın adı, esasen Roma İmparatorluğu döneminde inşa edilmiş ve Seyhan Nehrinin iki yakasını birbirine bağlayan tarihi “Taş Köprünün” şehre ve merkeze bağlantısını sağladığı bilinen ve kimi tarihçilere göre de mezkûr dönemde sütunlu bir cadde olarak belirtilen ve hamam, tiyatro, ibadethane-tapınak gibi kentsel mekânların bulunduğu ve şehir surları içinde kalan halk arasında önceleri “Doktorlar Caddesi” bugünlerde ise “Bankalar Caddesi” olarak bilinen resmi adı da eski bir Adana Valisinden mülhem “Abidinpaşa Caddesinden” esinlenmiştir. Esasen de mezkûr caddenin tarihi, kültürel ve ticari öneminden ve anlatımından ziyade “Yeni Adana Gazetesinin” bir yazarı olması hasebiyle de gazete idarehanesinin bulunmasından ötürü kitap adına dönüşmesidir.
Abidinpaşa Caddesi Seyhan Nehrini dik kesen bir konum oluştururken Taş Köprü üzerinden de karşıya ulaşır. Tepebağ, Kayalıbağ, Ulucami ve Karasoku Mahallerinin de sınırı gibi konumlanmış bir cadde durumunda olup bugün yine ticari ve idari merkez olma konumunu hala sürdürmektedir. Yaptığım okumalardan anladığım kadarı ile Cumhuriyetin ilk yıllarında caddenin sağlı sollu maksimum iki katlı binalardan müteşekkil olması ve genellikle merkezi konumu gereği doktorların muayenehane açması nedeniyle yukarıda da bahsettiğim biçimi ile “Doktorlar” bilahare de banka şubelerin tercihi ile de “Bankalar” caddesi olarak adlandırılması bile ticari ve ekonominin merkezi olmasının kısa bir tarifidir adeta… Dahası da “Küçük Amerika” olma hayallerinin patladığı ve parladığı 1950’li yılların ardından cadde hızlı bir biçimde ne yazık ki her kentin nasibini aldığı çok katlı ve birbirine bitişik binaların oluşturduğu adeta bir tünel görüntüsü vermesi de eldeki fotoğrafların kıyaslanması neticesinde biz kent korumacılığı hassasiyeti taşıyanları üzmektedir.
Cadde; bir ucunda “Taş Köprü”, meşhur “Kale Kapısı”, “Adana Çiftçiler Birliği” ve “Adana Şehir Surları kalıntısı” bulunur iken diğer ucunda 1980’den sonra düzenlenen, “Tarihi Küçük Saat Kulesinin”, “Kemeraltı Camii” ve “Tarihi Mestan Hamamının” bulunduğu “5 Ocak Meydanına”, arada ise kendisini dik kesen Cemal Gürsel Bulvarı yönünde “Bebekli Kilise Aziz Pavlos Katolik Kilisesi” ile bugün artık başka amaçlarla kullanılan “Ermeni Gregoryen Kilisesi” ve “Ermeni Terziyan Mektebi” ile adeta bir tarihi ve kültürel harmoni oluşturmaktadır. Son Adana ziyaretim sırasında estetik ve mimari değeri ziyadesiyle tartışılabilecek lakin kentsel anıt ve mekân olması asla tartışılamayacak olan “Tarihi Küçük Saat” kulesinin bendeki hatıralarına binaen fotoğrafını çekerken, bu konudaki hassasiyetime rağmen cidden fark etmediğim birkaç polis memuru muhtemelen de kontrol görevi yapmakta imiş hemen saatin altında, birisi inanılmaz bir hışım ile koşarak yanıma gelip bağırmaya başlayınca fark ettim. Polis avaz avaz hakaretamiz biçimde “ne fotoğrafımızı çekiyorsun” deyince anladım muhteremin kaygısını, “yok kardeşim senin fotoğrafını neden çekeyim, sen kimsin ki” falan deyince de muhterem vites arttırdı… Başta çektiğim fotoğrafı görmek istemesine karşın göstermeyeceğim dememe rağmen baktım ki işin “sonu merkez nihayetinde rezalet” gösterdim fotoğrafları sadece Saat Kulesinin fotoğraflarını görünce hem rahatladı hem de beni rahatlattı lakin son derece insani olan bir özrü bile dilemeden geçti tekrar yerine… Bu ne şiddet bu ne celal diyesi geliyor adamın lakin onlarında insani hisleri var şüphesiz, anlayabiliyorum…
Kitabın bir yerinde müthiş bir tespit var; “Adanalı asla ve asla herhangi bir şeyi herhangi bir şeyin içine koymaz, ancak ve ancak katar. Pazarcı, sattığı sebze ve meyveyi poşete, hamal, taşıdığı eşyayı evin odalarından birine, kahveci, çayı bardağa, garson, salata tabağını masaya katar mesela. Koymak sözcüğünü öyle uluorta kullanmak, her sözün sonu ekleyip sıradan bir fiil haline getirmek alışkanlıklar içinde değildir Adana’da. Adanalı bu sözcüğünü neredeyse tek yerde kullanır, küfürde. O zaman da “koymak” sözcüğü kullanmakla ilgili tüm hakkını sonuna kadar değerlendirmek istercesine, ağzının dolusu ve büyük bir keyifle…” İşte bu bile Adana ve Adanalı için detay bilgi sahibi olmamıza sebep olsa gerek…
Evet,
maalesef yazının sonuna geldim, kitaptan kendimce önemsediğim noktaları
aktarmaya diğer yazılarımda devam etmek üzere. Adananın yolları taştan mı,
Adananın arabacıları, Adanalı yazarlardan, ünlü yazarlardan Adana üstüne
görüşler, Adanalının küfür etmesi, Adananın sıcağı, Adana’da yüzme sporu vs vs
gibi çok çeşitli ve özgün hatırat detayı için kitabın kendisi şiddetle
önerilir…