Pazartesi, Ocak 23, 2012

ÇEŞME HİKÂYELERİ-3 KEREM ANA

Ne yazmıştım birkaç ay önceki bir yazımda; “Çeşme’nin mugalâtaya yatkın ve kıraathaneye alışkın inanılmaz şeker, muzip, abartılı bir insan ortalaması vardır. Bilindiği üzere söylenenin anlamını karıştırmak, dinleyici, izleyici veya okuyucuyu yanıltmak, şaşırtmak ve şüphelendirmek hatta zorda bırakmak için ifade edişte veya söyleyişte çok anlamlı bir kelime kullanmaya ve bu kelimenin farklı anlamlarını destekleyen bir veya birkaç kavramı aynı ifade içinde zikretmeye mugalâta denir. Mugalâta Çeşmelinin hayatının ayrılmaz bir parçasıdır, hele de bunun birde herkesin birbirini çok iyi tanıdığı abartmanın her türüne ve her boyutuna hatta deyim yerinde ise eşek şakalarına rağmen birbirlerine alınganlık göstermeden katlandıkları şakaların kıraathane ortamlarında tanığı olun kesinlikle şakak kemiklerinize ve ensenize ağrılar girinceye kadar gülersiniz.” demiş ve “Enişte” adında bir hikâye anlatmış ve fırsat buldukça ve yazıya aktarabildiğim ölçüde benzerlerini size anlatmağa devam edeceğim demiştim, bu yaşanmışlıklara ait.

İşte bu örneklerden biri daha bu yazının konusunu oluşturacak ve bu sefer aile içerisinde yaşanan bir olayın nasıl yönlendirildiğini ve yukarıdaki tarife nasıl uygun hale getirildiğini ve tarifin ne kadar hayatın içinden geldiğini göreceksiniz.

Çeşme’nin yerlilerinden Armağan Küçükkara’nın oğlu Mustafa’nın askere gidiş hazırlıkları yapılmaktadır, aile kendi içindeki hazırlıkları yapar iken müstakbel askerin arkadaşları ile veda törenleri yapılmaktadır. Kolaylıkla anlaşılabileceği üzere yaklaşık 1 ay önceden başlayan kutlama ya da veda törenleri genellikle müstakbel asker gençlerin yeme-içme, eğlenme safahatından ibarettir.

Müstakbel askerlerin veda törenleri yöresel farklılıklar gösterse de, her bölge de görülen kutlamaların bir kısmı da tamamen birbirine benzemektedir. Askere uğurlamalar bilindiği üzere; ilk yoklamadan itibaren başlayan, fizik ve akıl durumlarının ilgili doktorlar tarafından uygunluk kontrolünü müteakip, yavaş yavaş kendini asker hissettiren bir süreçtir, eğitim birliğinin tespiti ile de artık asker ruh haline bürünülmüştür.

Askerlik yapmayanların taa Osmanlıdan bu yana toplumsal itibarı olmaması inancı ve gençlerin adam yerine konulmaması gibi nedenlerle yapılacak kutsanmış vatan görevi için, öncelikle tüm köyde ya da kasaba da ya da mahallede uğurlamalar için hazırlıklar yapılır, büyükler ve akrabalar tarafından verilecek yolluklar; para ya da benzerleri kendilerine helallik almak için uğrayan müstakbel askerlere verilecektir. Askere gidecek adaylar 25-30 gün önceden akraba ziyaretlerine başlarlar, akrabaları, helallik için kendilerini ziyarete gelen gençlere çeşitli yemekler, yiyecekler ikram ederler ve hazırladıkları yollukları verirler.

Bölgeden bölgeye değişen ve silah tutacak ellerin kınalanması, boyunlara al tülbent bağlanması, başın üstünden tuz ve un çevrilmesi, adayın arkasından su dökülmesine, tabak, şişe ve testi kırılmasına kadar çeşitli adet ve davranışlara rastlanılır. Sıra askere gidecek adayları uğurlamaya, göndermeye, daha doğrusu ayrılığa gelince de, davul zurna eşliğinde yöresel oyunlar oynanır ve uğurlayanların arabaları ile düzenledikleri konvoylar eşliğinde kullanılacak ulaşım aracına kadar neşe içinde götürülür el sallamalar, oyunlar, halaylar, sevinç ve ayrılık gözyaşları ile hüzünlü bir ayrılık yaşanır. Artık bir yanıyla da gidip te gelmemek, gelip te görmemek hüznü de ilave olmuştur ruhlara.
Bu uzun girişten sonra, gelelim baştaki tarife uygun, Armağan Abimizin oğlu Mustafa’nın uğurlanmasına, ama bu uğurlama öncesi konunun iskeletini oluşturacak olan abimizin annesi Kerem anayı kısaca tanımakta fayda var. Kendisi dünyamızın yoksulluğun paylaşıldığı günlerinin, insanların var olma çalışmalarının tüm ağırlığını hissettikleri dönemin bir insanıdır ve tüm bunlara rağmen evde ve tarlada çalışmanın tüm ağırlığını başarı ile gerçekleştirmiştir. Ancak Çeşme’linin meraklı her kadını gibi merakı ve dedikodu takip etme isteği yüzünden başından geçen bir dolu olayın bir kısmı da komik gelişmelere sahne olmuştur.  Dünyanın içinden geçtiği yoksulluk sürecinden Kerem Anaya kalan miraslardan bir kısmı kendisinin zaman zaman nekes ya da cimri olarak anılmasına neden olmaktadır.

Şimdi geldi Torun Mustafa’yı askere uğurlamaya, Kerem Ana düşünür taşınır ve helallik istemeye gelen torunun arkasından mutlaka kendi adetleri olduğundan testi kırması gerekmektedir ya, bu konuda da para harcamak gibi niyeti de yoktur, ne yapsın ne etsin diye düşünürken evlerine yakın bir mezarlıktan testilerden alıp kırmayı planlar ve mezarlığı biraz geçince oturan kızına gitmeyi ve dönerken de çökecek karanlıktan da yararlanarak mezarlıktan testi alıp dönmeye karar verir. Karanlıktan yararlanarak aldığı testileri eve getiriyor ama evin içine sokmaktansa avlulu evinin sokak kapısı tarafına saklıyor, testilerin saklandığı yeri annesini birgün sonra sabah kahvaltısına davet etmek amacıyla eve gelen Armağan abimiz tarafından görülmesi üzerine, kız kardeşi ile yapılan kısa bir mütalaa neticesinde konu anlaşılır ve sahnelenecek hikâye kurgulanır, hemen İzmir’deki diğer kız kardeşe konu telefonla detaylı anlatılır, yine kurgulanan oyun gereği İzmir’deki kızkardeş sabaha karşı telefon edecek ve yıllar önce vefat eden babasını rüyasında gördüğünü ve annenin testileri anlatmasını sağlayacak şekilde rüyayı anlatarak paylaşacaktır, annesi ile.

Telefonun edileceği saatte Armağan abimizde; annenin kız kardeşi ile yapacağı telefon görüşmesinde söyleyeceği sözleri ilk ağızdan dinlemek ve bilahare de kullanmak üzere annenin evinin penceresinin altında yerini alacaktır. Nihayet beklenen telefon sabaha karşı saat 4 civarında gelir, kızkardeş;

-         Anneciğim kusura bakma seni bu saatte rahatsız ediyorum ama sabahı bekleyebilecek durumda değilim vallahi,

-         Kızım lafı mı olur, hayırdır

-         Anne rüyamda babacığımı gördüm, kan ter içerisinde de uyanarak hemen sana anlatmak istedim,

-         Hayırlara vesile olur inşallah kızımmmm

-         Valla anne babam sana doğru bağırıyor, “Kerem elindekileri bırak, bırak elindekileri” diye,

Anne bir gün önce akşamüstü mezarlıktan aldığı testileri hatırlar ve birden heyecanlanır ve telaşa kapılır, birden korku ve heyecan karışımı bir his ile,

-         Ahhh kızım ahh, sorma demek ki babana malum oldu,

-         Hayırdır anne ne malum olmuş olabilir babacığıma,

-         Ahh ahh kızım sorma, gördün mü başımıza gelenleri şimdi,

-         Hayırdır anne ne oldu ne geldi başına Allahaşkına,

-         Kızımmmm biliyorsun, Armağan’ın Mustafa askere gidiyor, bana helalleşmeye gelecek, eee adettendir testi kırmam gerekiyor ya, işte bende o testileri, para harcamayayım diye mezarlıktan aldım idi, gördün mü babacığına malum oldu geldi senin rüyana girdi de bana iletmek üzere “kerem bırak o elindekileri” dedi.

Tabii bu telefon görüşmesini pencerenin altında, annenin kulaklarının da az işitmesinden ötürü bağıra bağıra konuşmasından tüm detayları ve tonlarıyla dinleyen Armağan abimiz zevkten dört köşe eve gider, artık sabahın olmasını bekler.

Sabah erkenden daha önce kararlaştırıldığı üzere sabah kahvaltısı yapmak üzere anneyi davet etmeye gider, Armağan abimiz, annesinin koluna girmiş kendi evine doğru giderken de, anneden hararetli ve heyecanlı bir şekilde tüm yaşananları, sanki haberi yokmuşcasına ve hayretle dinler ama gülmemek için de kendini zor tutar.

Eve varılmıştır ve kahvaltı başlar ama tekrar anneye sorulur sanki büyük ve hayret edilecek bir konuymuş gibi, anne tekrar anlatır, ama artık makaralar koyverilmiştir, herkes kahkaha atmaktadır.

Anne anlamıştır nasıl bir ketenpereye geldiğini ve;

-         Kalk git şurdan, yıkıl git şurdan diye vurmaktadır, yumruğu ile Armağan abimizin omzuna, bağırarak.






1 yorum:

Lem-Tanga dedi ki...

Keyifli bir oyun oynanmış.İnsan hep aynı.Sevgiyle yapılmış şaka içinde herşeyi barındırıyor.
Sevgiler