Birkaç yıl öncesi Ankara’da bir turizm şirketinin bayram
programlarından birisine katılmak maksadı ile ilgili büroya başvurmuş, görevli
ile konuşmakta iken, bir anda yan taraftaki kişinin sesinin yükselmesi üzerine
dikkatimi o konuşmaya çevirmiştim. Müracaat eden muhteremin konuşmalarından,
telefon ile Barselona turuna kayıt yaptırmış olduğunu ancak ödeme ve diğer
prosedürler açısından da geç kalınması nedeniyle turun dolduğunu ve kendi
müracaatlarının otomatikman iptal olduğunu anladım ve bu yüzden daha özenli bir
şekilde kulak verdim hemen yanımda gerçekleşen ve artık herkesin ilgisini çeken
diyaloga ve içerisinde Alaçatı sözü geçince de daha fazla dinler hale geldim. Muhterem,
Barselona turuna katılmalarının iptal olması nedeniyle eşine ve de özellikle
çocuklarına karşı çok mahcup bir duruma düştüğünü ve çok üzüldüğünü ısrarla
beyan ediyor, bir telafi şansının olması için ısrarcı oluyordu ama ne yazık ki
artık böyle bir şansı kalmamıştı ve buna kani olunca da, birden “madem Barselona’ya gönderemiyorsunuz bizi,
o zaman mutlaka Alaçatı’ya göndereceksiniz, bak o da olmaz demeyin” gibi
diretmeye başlamıştı, bilahare görevlinin sessiz konuşmasından diyaloğun nasıl
bir gelişim gösterdiğini tam duyamamış ve sonucunun nasıl olduğunu tam anlayamamıştım,
zaten sonucun ne olduğunun da bir önemi yok yazımız açısından…
Çok enteresan değil mi? Barselona ve Alaçatı… Adam madem Barselona
olmuyor, o zaman Alaçatı olsun diye ısrar ediyor… Bu yaklaşım ve kıyaslama
anlam ve sonuç olarak çok küçük gibi görünse bile, aslında müthiş bir durumdur,
ayrıca her ikisini de bilen birisi olarak açıkça söyleyeyim ki, kıyası bile
kabil olmaz, Barselona nere, Alaçatı nere… Ancak burada, adamın bilgisinin ne
olduğunun, doğru söyleyip söylemediğinin, kıyaslamayı yapabilecek kadar konunun
ilgilisi ve bilgilisi olmasının bir önemi olmadığı da aşikâr olup sonuçtan da
bakılınca yaratılan turist ve destinasyon motivasyonunun gücü
anlaşılmaktadır. Benim kişisel turizm anlayışıma uygunluğu açısından o kadar
çok eleştirim, eksik ve yanlış tespitim olabilir ki saymakla bitmez ama
dünyanın merkezi benim ayaklarımın dibi olmadığına göre genel geçer kabuller
açısından konuyu değerlendirmekte kaçınılmazdır. Sonuç itibari ile Alaçatı
turizmi, hâkim turizm anlayışı ve kültürü açısından, şüphesiz ki görece olarak
“eğri gemi ile doğru sefer” yapılabileceğinin de nakısta olsa bir ispatıdır.
Alaçatı’lı arkadaşlarım; özellikle 70 yılların 2. yarısında
turizmden yeterince pay alamadığından yakınarak, Çeşme’de ev pansiyonculuğunun
gelişmesine karşın Alaçatı’nın evlerinin genellikle kültürel ve mali sorunlara
dayalı olarak yenilenemediğinden, eski kaldığından, sokakların
genişletilemediğinden yakınırlardı, o yıllarda tek Turizm aktivitesi Altın
Yunus Otelinde bulunan yabancı turistlere haftada 1 gece düzenlenen Türk gecesi
gibi bir adı olan ve Alaçatı merkezde bulunan kahvehanenin bahçesindeki eğlence
idi, hele sunulan şaraplar ne kadar kötü idi hala o kötü tadı anımsar gibiyim, bu
şartlar altında Çeşme’nin görece farkla imrenilir olduğunu her hallerinden
belli ederlerdi. Bugün Çeşme turizminin lokomotifi durumuna gelmiş olan
Alaçatı; buram buram tarih kokan, Arnavut kaldırımlı yollarında tarihleri 150
yıla dayanan evler arasında yürüyerek adeta o günlere yolculuk yapmak
isteyenlerin ve herkes tarafından kabul gördüğü “Dünya sörf merkezi” olması
yanında, “ot festivali”, “uçurtma günleri”, “Jazz rüzgârı müzik buluşmaları”,
“balık yakalama turnuvası”, “bağımsız filmler festivali” gibi bir hayli
başarılı organizasyonların tanığı olmak isteyenlerin uğrak yeridir.
Şimdilerde umuyorum ki geçmişte yakınma sahibi olanlar bu
gelişmeler karşısında “iyi ki böyle olmuş, Alaçatı da Çeşme gibi dönüşmemiş”
diyorlardır.
Bu yazının; Çeşme ve Alaçatı dışında, yayınlandığı internet
gazetesi ve bloglarım üstünden de okuyucu kitlesine ulaştığı varsayımı ile
kısaca da olsa Alaçatı’nın bilebildiğim ya da herkesin bildiği kadarıyla ve de
önemine binaen kısaca tarihine de bakmakta yarar vardır.
8 Kasım 1864 tarihli Padişah Abdülhamit’in irade-i seniyesi
mucibince Osmanlı idari yapısında yeni oluşan vilayet sistemine göre, Aydın
vilayeti, İzmir sancağı, Çeşme kazasının 2 nahiyesinden biridir Alaçatı. “1.
uluslar arası Çeşme tarih ve kültürü sempozyumunda” XIX. Yüzyılın sonunda Çeşme
kazası başlıklı bir bildiri sunan Prof. Dr. Necmi Ülker “Alaçatının genel
nüfusu 5.870 erkek, 5558 i kadın olmak üzere 11.428 dir. Nahiye nüfusu 4911
erkek ve 4779 u kadın olmak üzere 9.690dır. 2421 hanesi olan nahiyenin bir
camisi olup, belediyenin geliri 50.000 guruştur. Nahiye merkezinde gece
aydınlatması için 50 adet fener bulunmaktadır.” bilgisini ilgili salnamelere
dayanarak aktarmakta ve ne kadar önemli bir nüfusun bulunduğunu ve
belediyesinin hizmet seviyesine dikkat çekmektedir. Mevcut kayıtlara göre
belediye teşkilatının 1873 yılında kurulduğu anlaşılan Alaçatı; son yüzyılda
değişik nüfus hareketlerine sahne olmuştur, bu hareketleri ilgili salnamelerden,
ciddi kabul edilebilecek çelişkilerine rağmen takip ettiğinizde, birkaç tarihi gelişmenin
büyük etkileri görünmekte olup en önemlileri, Osmanlı’nın Balkan Savaşlarındaki
yenilgilerinin ardından özellikle Arnavut, Boşnak ve Pomak nüfusunun akımı,
1919 Yunan işgali sırasında mevcutların tepki olarak Anadolu’nun içlerine doğru
çekilmesi neticesi artan Ortodoks nüfus ve nihayetinde “Büyük Mübadele” ile
Ortodoksların tamamen bu toprakları terk etmesi, Anadolu’ya çekilenlerin geri
dönmesine ilaveten mübadeleye dâhil Selanik ve Karaferya tarafından gelen
göçler oluşturmaktadır.
Osmanlı paşalarından Hacı Memiş Ağa Cezayir dönüşü çıkan
fırtına nedeniyle sığındığı Alaçatı limanında, kendisine ulaşan büyük
hastalıkların kaynağı olan derenin ıslahı taleplerine verdiği olumlu cevaba
müteakiben planlanan kanalın inşası için adalardan getirilen Rumların 1850 –
1890 yılları arasında, mezkûr salnamede de izi görülen miktarda yeni ev
yapımına girişilmiş ve tarihi 150 yıla dayanan bu evlerin büyük ölçüde bugün de
korunduğu gözlenmektedir. Antik çağdaki adının Agrilia olduğu bilinen Alaçatı’nın
bugün kimileri yukarıda bahsedilen yoğun imar faaliyetinin sonucu bol miktarda
ve aynı tip evlerin çatılarının kırmızılığına, kimileri de Türk boylarından
Alacaat aşiretinin buraya yerleşmesine istinaden bu adın verilmiş olabileceğini
söylemektedirler.
Gençliğimizin ve şimdi de bugünkü gençliğin futbolda yaşanan
polarizasyondan hareketle, yaratılmaya çalışılan gerginliğe rağmen ve bu
gerginlik üstünden hareketle bugün de başka konulara da sirayet etmesi umulan,
beklenilen sıkıntılardan hızlı bir şekilde uzaklaşmalıdır insanlar, bu
gerginliğin ortak değerlerin yaratacağı kuvvete bir engel oluşturduğunun
farkına varmalıdır. Bana göre, dünyanın en önemli derbisi olduğunu düşündüğüm,
Çeşme-Alaçatı futbol takımlarının maçlarının sadece bir futbol maçı olduğu ve
tüm yaşananların Ülke ve dünya düzeyindeki benzerlerinin kötü bir kopyası olma
halinden kurtarılması gereğinin kavranması kaçınılmazdır. Bunun dışında her
şeyin bir arada ve bir alanda olduğu bilinci ile aslolan kardeşliğin, senliğin
benliğin olmadığı ortamda ayrıca bu senlik ve benlik polarizasyonunun sadece muktedirlere
ve bu senlik benlikten beslenenlere güç verdiğini unutmadan, Çeşme ve Alaçatı’nın
mütemmim cüz oluşturdukları gerçeğinden hareketle, ister bir belediye ister
ayrı 2 belediye yönetimde olsun, gerçi kanunen tek belediye ile yola devam
edileceği aşikardır ve bu nedenle ister Çeşme kökenli ister Alaçatı kökenli
belediye başkanları olsun, yazının başında bahsettiğim “yaratılan turist ve destinasyon motivasyonunun”
artarak devamı açısından; istikameti, beklentileri, çıkarları ve huzurları
birlikten geçecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder