Pazar, Ekim 06, 2013

ALAÇATI


Birkaç yıl öncesi Ankara’da bir turizm şirketinin bayram programlarından birisine katılmak maksadı ile ilgili büroya başvurmuş, görevli ile konuşmakta iken, bir anda yan taraftaki kişinin sesinin yükselmesi üzerine dikkatimi o konuşmaya çevirmiştim. Müracaat eden muhteremin konuşmalarından, telefon ile Barselona turuna kayıt yaptırmış olduğunu ancak ödeme ve diğer prosedürler açısından da geç kalınması nedeniyle turun dolduğunu ve kendi müracaatlarının otomatikman iptal olduğunu anladım ve bu yüzden daha özenli bir şekilde kulak verdim hemen yanımda gerçekleşen ve artık herkesin ilgisini çeken diyaloga ve içerisinde Alaçatı sözü geçince de daha fazla dinler hale geldim. Muhterem, Barselona turuna katılmalarının iptal olması nedeniyle eşine ve de özellikle çocuklarına karşı çok mahcup bir duruma düştüğünü ve çok üzüldüğünü ısrarla beyan ediyor, bir telafi şansının olması için ısrarcı oluyordu ama ne yazık ki artık böyle bir şansı kalmamıştı ve buna kani olunca da, birden “madem Barselona’ya gönderemiyorsunuz bizi, o zaman mutlaka Alaçatı’ya göndereceksiniz, bak o da olmaz demeyin” gibi diretmeye başlamıştı, bilahare görevlinin sessiz konuşmasından diyaloğun nasıl bir gelişim gösterdiğini tam duyamamış ve sonucunun nasıl olduğunu tam anlayamamıştım, zaten sonucun ne olduğunun da bir önemi yok yazımız açısından…

Çok enteresan değil mi? Barselona ve Alaçatı… Adam madem Barselona olmuyor, o zaman Alaçatı olsun diye ısrar ediyor… Bu yaklaşım ve kıyaslama anlam ve sonuç olarak çok küçük gibi görünse bile, aslında müthiş bir durumdur, ayrıca her ikisini de bilen birisi olarak açıkça söyleyeyim ki, kıyası bile kabil olmaz, Barselona nere, Alaçatı nere… Ancak burada, adamın bilgisinin ne olduğunun, doğru söyleyip söylemediğinin, kıyaslamayı yapabilecek kadar konunun ilgilisi ve bilgilisi olmasının bir önemi olmadığı da aşikâr olup sonuçtan da bakılınca yaratılan turist ve destinasyon motivasyonunun gücü anlaşılmaktadır. Benim kişisel turizm anlayışıma uygunluğu açısından o kadar çok eleştirim, eksik ve yanlış tespitim olabilir ki saymakla bitmez ama dünyanın merkezi benim ayaklarımın dibi olmadığına göre genel geçer kabuller açısından konuyu değerlendirmekte kaçınılmazdır. Sonuç itibari ile Alaçatı turizmi, hâkim turizm anlayışı ve kültürü açısından, şüphesiz ki görece olarak “eğri gemi ile doğru sefer” yapılabileceğinin de nakısta olsa bir ispatıdır.

Alaçatı’lı arkadaşlarım; özellikle 70 yılların 2. yarısında turizmden yeterince pay alamadığından yakınarak, Çeşme’de ev pansiyonculuğunun gelişmesine karşın Alaçatı’nın evlerinin genellikle kültürel ve mali sorunlara dayalı olarak yenilenemediğinden, eski kaldığından, sokakların genişletilemediğinden yakınırlardı, o yıllarda tek Turizm aktivitesi Altın Yunus Otelinde bulunan yabancı turistlere haftada 1 gece düzenlenen Türk gecesi gibi bir adı olan ve Alaçatı merkezde bulunan kahvehanenin bahçesindeki eğlence idi, hele sunulan şaraplar ne kadar kötü idi hala o kötü tadı anımsar gibiyim, bu şartlar altında Çeşme’nin görece farkla imrenilir olduğunu her hallerinden belli ederlerdi. Bugün Çeşme turizminin lokomotifi durumuna gelmiş olan Alaçatı; buram buram tarih kokan, Arnavut kaldırımlı yollarında tarihleri 150 yıla dayanan evler arasında yürüyerek adeta o günlere yolculuk yapmak isteyenlerin ve herkes tarafından kabul gördüğü “Dünya sörf merkezi” olması yanında, “ot festivali”, “uçurtma günleri”, “Jazz rüzgârı müzik buluşmaları”, “balık yakalama turnuvası”, “bağımsız filmler festivali” gibi bir hayli başarılı organizasyonların tanığı olmak isteyenlerin uğrak yeridir.

Şimdilerde umuyorum ki geçmişte yakınma sahibi olanlar bu gelişmeler karşısında “iyi ki böyle olmuş, Alaçatı da Çeşme gibi dönüşmemiş” diyorlardır.

Bu yazının; Çeşme ve Alaçatı dışında, yayınlandığı internet gazetesi ve bloglarım üstünden de okuyucu kitlesine ulaştığı varsayımı ile kısaca da olsa Alaçatı’nın bilebildiğim ya da herkesin bildiği kadarıyla ve de önemine binaen kısaca tarihine de bakmakta yarar vardır.

8 Kasım 1864 tarihli Padişah Abdülhamit’in irade-i seniyesi mucibince Osmanlı idari yapısında yeni oluşan vilayet sistemine göre, Aydın vilayeti, İzmir sancağı, Çeşme kazasının 2 nahiyesinden biridir Alaçatı. “1. uluslar arası Çeşme tarih ve kültürü sempozyumunda” XIX. Yüzyılın sonunda Çeşme kazası başlıklı bir bildiri sunan Prof. Dr. Necmi Ülker “Alaçatının genel nüfusu 5.870 erkek, 5558 i kadın olmak üzere 11.428 dir. Nahiye nüfusu 4911 erkek ve 4779 u kadın olmak üzere 9.690dır. 2421 hanesi olan nahiyenin bir camisi olup, belediyenin geliri 50.000 guruştur. Nahiye merkezinde gece aydınlatması için 50 adet fener bulunmaktadır.” bilgisini ilgili salnamelere dayanarak aktarmakta ve ne kadar önemli bir nüfusun bulunduğunu ve belediyesinin hizmet seviyesine dikkat çekmektedir. Mevcut kayıtlara göre belediye teşkilatının 1873 yılında kurulduğu anlaşılan Alaçatı; son yüzyılda değişik nüfus hareketlerine sahne olmuştur, bu hareketleri ilgili salnamelerden, ciddi kabul edilebilecek çelişkilerine rağmen takip ettiğinizde, birkaç tarihi gelişmenin büyük etkileri görünmekte olup en önemlileri, Osmanlı’nın Balkan Savaşlarındaki yenilgilerinin ardından özellikle Arnavut, Boşnak ve Pomak nüfusunun akımı, 1919 Yunan işgali sırasında mevcutların tepki olarak Anadolu’nun içlerine doğru çekilmesi neticesi artan Ortodoks nüfus ve nihayetinde “Büyük Mübadele” ile Ortodoksların tamamen bu toprakları terk etmesi, Anadolu’ya çekilenlerin geri dönmesine ilaveten mübadeleye dâhil Selanik ve Karaferya tarafından gelen göçler oluşturmaktadır.

Osmanlı paşalarından Hacı Memiş Ağa Cezayir dönüşü çıkan fırtına nedeniyle sığındığı Alaçatı limanında, kendisine ulaşan büyük hastalıkların kaynağı olan derenin ıslahı taleplerine verdiği olumlu cevaba müteakiben planlanan kanalın inşası için adalardan getirilen Rumların 1850 – 1890 yılları arasında, mezkûr salnamede de izi görülen miktarda yeni ev yapımına girişilmiş ve tarihi 150 yıla dayanan bu evlerin büyük ölçüde bugün de korunduğu gözlenmektedir. Antik çağdaki adının Agrilia olduğu bilinen Alaçatı’nın bugün kimileri yukarıda bahsedilen yoğun imar faaliyetinin sonucu bol miktarda ve aynı tip evlerin çatılarının kırmızılığına, kimileri de Türk boylarından Alacaat aşiretinin buraya yerleşmesine istinaden bu adın verilmiş olabileceğini söylemektedirler.

Gençliğimizin ve şimdi de bugünkü gençliğin futbolda yaşanan polarizasyondan hareketle, yaratılmaya çalışılan gerginliğe rağmen ve bu gerginlik üstünden hareketle bugün de başka konulara da sirayet etmesi umulan, beklenilen sıkıntılardan hızlı bir şekilde uzaklaşmalıdır insanlar, bu gerginliğin ortak değerlerin yaratacağı kuvvete bir engel oluşturduğunun farkına varmalıdır. Bana göre, dünyanın en önemli derbisi olduğunu düşündüğüm, Çeşme-Alaçatı futbol takımlarının maçlarının sadece bir futbol maçı olduğu ve tüm yaşananların Ülke ve dünya düzeyindeki benzerlerinin kötü bir kopyası olma halinden kurtarılması gereğinin kavranması kaçınılmazdır. Bunun dışında her şeyin bir arada ve bir alanda olduğu bilinci ile aslolan kardeşliğin, senliğin benliğin olmadığı ortamda ayrıca bu senlik ve benlik polarizasyonunun sadece muktedirlere ve bu senlik benlikten beslenenlere güç verdiğini unutmadan, Çeşme ve Alaçatı’nın mütemmim cüz oluşturdukları gerçeğinden hareketle, ister bir belediye ister ayrı 2 belediye yönetimde olsun, gerçi kanunen tek belediye ile yola devam edileceği aşikardır ve bu nedenle ister Çeşme kökenli ister Alaçatı kökenli belediye başkanları olsun, yazının başında bahsettiğim “yaratılan turist ve destinasyon motivasyonunun” artarak devamı açısından; istikameti, beklentileri, çıkarları ve huzurları birlikten geçecektir.

Hiç yorum yok: