12 Eylül faşist darbesi mucibince, emperyalizme bağlılığın
katmerleştirilmesini takip eden dönemde; Canım Yurduma bir yönüyle yeni bir
nizam vermek diğer yanıyla da necip milletimizin kuvözdeki durumunu koruma
adına; yok Avrupa Birliğine girdik giriyoruz, yok toplum sivilleşiyor, ahaa
inanmazsanız bakın “MGK” (milli
güvenlik konseyi) bile sivilleşiyor, askeri bürokrasi egemenliğinden ve askeri
vesayetten de çok şükür kurtulduk, insan hakları gelişiyor, müesses nizam halk
adına evriliyor, artık 1. cumhuriyet sona erdi yaşasın 2. cumhuriyet teraneleri
arş-ı ala’ya ulaşıyordu, bu kendilerine 2. cumhuriyetçi adını veren
rüzgârgüllerine göre durum tespiti budur… Gerçek niyetin türbanla gizlenmiş hali
ise, ılımlı İslam ile motivasyon ve güdüleme konusunda dikensiz gül bahçesi
yaratmaktır. Peki, gerçekten işin aritmetik tarafı doğru mu yani bunların
dedikleri gibi, yeni ihdas edilen 2. cumhuriyet mi? Hadi biraz da biz fikir
jimnastiği yapalım bakalım mezkûr konu üzerine…
Türk Dil Kurumu (TDK) güncel Türkçe sözlüğünde; Milletin,
egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği
milletvekilleri aracılığıyla kullandığı yönetim biçimi, şeklinde tarifi verilen
“Cumhuriyet”; Aristo’da “Genelin menfaatini
gözeten halk idaresi”, Montesquieu’de ise “yasama, yürütme, yargı erklerinin
bulunduğu bu rejimde, bunların birbirlerine yönelik bağımsız tutumları ve karşılıklı
denetim esasına yönelik işleyişi olan ve başında seçimle gelmiş yöneticilerin
olması halidir” şeklinde tarif bulmaktadır. Feylesoflar cumhuriyetin mükemmel
şeklini; çok partinin katıldığı genel seçimlerle parlamento çoğunluğunu elde
etme ile iktidar sahibi olanların çıkardığı kanunlarla hiç bir özel bir gruba
imtiyaz tanımadan kurgulanan bir devlete tekabül eden bir rejimdir diye tarif ederlerse
de bunun ideal bir rejim olmadığını tüm ülkelerdeki pratikten anlamaktayız. Ancak
görülüyor ki ve oluşan genel kanı, oy vererek vekil tayini ile halk idaresi
oluşturulamayacağı yönünde olmuştur, hatta bu konuda dünya edebiyatının önemli
yazar ve siyasal eylemcisi Emma Goldman, seçimlerin yani sandığın özgürlüğün tek yaratıcısı ya da
aracısı olduğu savına karşı: “oy vermek
bir farklılık yaratsaydı, oy vermemize izin vermezlerdi” diyerek yaşanan
olumsuzluğa işaret etmektedir.
Canım yurdumun, Osmanlı’ya dayanan “hükümet-i cumhuriye” denemeleri bulunmaktadır, patinaj
mahiyetinde, söz olarak cumhur hep ön plana çıkmış ve çıkmaktadır da, cumhurun
kendisi bir türlü makûs talihini değiştirmeye muktedir olamamıştır. Bu
cumhuriyet denemeleri canım Yurdumda “açık
oy, gizli sayım” uygulamalarını bile görmüştür, ne yazık ki. Haaaa şimdi
yahu geçmişte bu abukluklar yapılıyordu diye dalga geçmek, örnek göstermek
yerine, bu güne kadar kullanmadığımız organımızı kullanıp azıcık tefekkür edersek,
şimdiki seçimlerin de çok farklı olmadığını anlayabiliriz. Yunanistan’ın aynı
kaynaktan temin edilen seçim sistemi programı ihalesini iptal ederek neden
tekrar eski yönteme döndüğüne bile bakmak yeter, bu seçim sisteminin
kullanılması neticesinde seçime katılım oranlarının % 110'lara vardığının ispatlanması
üzerine de, yok elektrikler kesildi bilgi işlem sistemi çöktü, yok bu sapmalar
genel temayülü değiştirmez gibi abukluklara yer verilmez, normal şartlar
altında, ama...
Eğer seçimler önem arz edecekse, cumhur’un bir oyunun bile
değerlendirildiği bir sistem oluşturulmak zorundadır, sen şimdi, barajları
savunacaksın ya da barajı kaldıralım ama yerine şunu getirelim diyerek daha
kötü ve geri bir uygulama önereceksin, partilerin ön seçim yapsalar bile
onlarda sistemin arkasına dolanarak üye kayıtlarını kendi oligarşilerince
kontrol altında tutup oluşturuluyorsa ve hala daha cumhurun parası ile cumhura
format atılıyorsa, seçim olsa ne olur olmasa ne olur, Allah aşkına… Kendi
yaptığın siyasal partiler ve seçim yasaları gibi ince detaylar üzerinden, her
türlü manipülasyondan nasip ve murat alarak, görece ahlaka ve adalete uygun
hale getirilmiş bir cumhuriyet ise bahse konu, yapılacak herhangi bir şeyin
kalmadığı noktada olduğumuz aşikârdır. Hele alavare-dalavere kabilinden
hokkabazlıklarla oy kullanmayanların oranı %25 lere çıkmış ise, zaten acıklı
halin pespayeliği sırıtmaktadır. Neyse olumsuzluklar üzerine daha binlerce
kalem eleştiri yapabiliriz ama gerek yok, arif olan anlar…
İnsanlık adına cumhuriyetin tekamülü, ancak ve ancak, tarihte
hatalı uygulamaların gün yüzüne çıkarılması ile tarihin tekerrür etmesinin
önüne geçilerek yapılabileceği bilinci ile mümkündür yoksa hataların yarattığı
başarıları muktedirleri güncel kılmak ve legalize etmek adına olamaz, ilaveten
bu kabil çalışmalar öyle kıymeti ve hikmeti kendinden menkul tarihçi postuna bürünmüş,
bildikleri yanıldıklarına yetmeyen, daha da kötüsü tahammüden doğruyu yanlışa,
yanlışı doğruya tahvil edenlerin kılavuzluğundan medet umularak olamaz…
Bugünlerde ortalıkta tarihçi diye takdimi yapılan bazı mühim zevat var ki
bunların başında Mustafa Armağan, Mehmet Çelik ve Murat Bardakçı gelmektedir,
bunların neyi doğru neyi eğri söyledikleri siyasal yelpazedeki konumlanmalarına
ve günlük çekim merkezlerine o kadar bağlıdır ki, inanayım derseniz maazallah
siyah olur beyaz, beyaz olur siyah…
Cumhuriyet’in ilk olarak 1776’da ABD de, 1789 da ise Fransa’da
ilan edildiği herkesin malumudur ve oralarda cumhurun temsiliyeti görece iyidir
ancak aynı cumhuriyet, yani seçimle belirli dönemler için hükümet etmeye gelme
yöntemi, İran, Türkmenistan ve Irak gibi ülkeler içinde geçerlidir. Az şey mi
buralarda da temsiliyet %90 ların üstündedir, örnek mi Kenan Evren, Saddam
Hüseyin, Muhammed Gurbanguly vb. dönemleri gibi… Hani bir de İngiltere de
krallık halen… Demek ki, cumhuriyetin, salt seçimlerle sınırlı tarifinden yola
çıkılarak yapılan kutsiyet çalışmaları bir işe yaramıyormuş, ne yapmak gerek
ilaveten, çoğunluğun yerine azınlığın haklarının, özgürlüğünün gerçekten ama
gerçekten güvence altında olabildiği ve her bireyin özgür iradesinin kendini
yönetme ve yönetim üstünde söz ve karar hakkının kurumsallaşmasının işe
yarayacağının kabulü ile mümkündür.
Cumhuriyet rejimini benimsemiş ülkeler, mezkûr rejimin
tatbikatında değişik uygulamalar yapmaktadırlar ve bu uygulamaların rehberi de
anayasalar olmakta olup Cumhuriyetlerin nasıl olacağının tarifini yapan
anayasalardır, öyleyse her anayasa bir yeni cumhuriyete tekabül eder yorumunu
yaparsak fazla da sallamış olmayız herhalde, peki bu kılavuz ile de bakar isek;
20 Ocak 1921 tarihinde kabul edilen 1. anayasa “Teşkilat-ı
esasiye kanunu” yani yeni kurulan devletin yeni anayasası, 20 Nisan 1924'te
yürürlüğe giren 2. anayasa 1924 Anayasası ile 1. anayasa olan Teşkilât-ı
Esasîye Kanunu yürürlükten kaldırmıştır, 9 Temmuz 1961'de kabul edilen 1961
Anayasası ile 3. anayasa kabul edilmiş, 1924 tarihli 2. Anayasa yürürlükten
kaldırmıştır, 12 Mart 1971 tarihinde cumhura hiç dayanmayan “partiler üstü” bir
hükümet ile 3. anayasa büyük ölçüde değişmiş ve 4. anayasa sayılacak bir anayasa
yürürlüğe girmiş, 12 Eylül 1980 de 4. anayasa ilga edilerek 1982 yılında 5.
anayasa kabul edilmiş, şimdilerde de ileri demokrasinin canım yurduma
getirilmesi adına 6. anayasa hazırlıkları yapılmaktadır. Hayırlı uğurlu olsun…
Deyin ki 6. değil 26. cumhuriyet (bu anlamda anayasa), her
birinde toplumun önemli bir kesimi buna tepki gösteriyor ise yani demokratik
olmadığı sürece bunlar üzerine edilecek her kelam berhavadır. Kavramlar
üstünden gidildiği ve sadece kavramın önem arz ettiği durumda; her kavramın
tekabül ettiği anlam; zaman, zemin ve teknik terakki ile malul olacağından,
kavramın anlamının genişletildiği ya da daraltıldığı zeminlere uygun yansımalar
yeni elitleri öne çıkarır, elitlerin tayin ettiği vekâletler hâsıl olur, elitin
muktedir olduğu yerde hoşnutluklara göre genişleme ve daralma öne çıkar, al
sana kısır döngü, vs. vs.
Cumhuriyet bayramınız
mübarek olsun…
3 yorum:
👍
Tşkler güzel olmuş
👍
Yorum Gönder