Cuma, Aralık 20, 2013

BİR 12 EYLÜL HİKÂYESİ


Türkiye; 1970’li yılların sonunda sıkıntılı bir süreçten geçmekte benzeri hemen hemen gelişmekte olan her ülkede (yarı sömürge-yeni sömürge) olduğu üzere, canım Yurdumda mevsim sonbahara evrilirken politik ve sosyal yaşam ise kutup kışına hazırlanmaktaydı, Amerikanın içimizdeki çocuklarının elleriyle… Çeşme ise çok etkilenmiş görünmese de ciddi ipuçları vardı yakında kopacak fırtınanın, ama önemli bir kesim bunun farkında değiller idi, ne yazık ki…

Çeşme’nin Belediye yönetiminde Saim Ertürk ile bulunan milliyetçi cenah, aslında gözlerinin önünde ülkenin nereye sürüklendiği görebilecek durumda idiler ama içinde bulundukları rüzgâr nedeniyle ellerinden de başka bir gelmemişti… Ancak, bir tarafı ile komşumuz Yunanistan ile genel politikalar gereği gerilen ilişkileri, Belediye yönetiminin turizme olan inançları nedeniyle yumuşatma adına komşumuzun bize çok yakın adası yönetimi ile ortak bazı faaliyetler planlamakta idiler, diğer tarafı ile… Turizmin gelişmesinin, 2 ülke arasındaki yumuşamanın olmazsa olmazı olduğuna inanan Belediye Başkanı Saim Ertürk, Çeşmespor ve Sakız adası futbol takımları arasında bir maç organize edilmesi için çok uğraşır ve sonunda başarır, tarih konusunda yanılmıyorsam 14 Eylül 1980 de maç Çeşme’de oynanacaktır. Tüm hazırlıklar buna uygun yapılmaktadır.

Tarih itibariyle; Canım yurdum kendi ordusunun yönetiminde bulunan uzaklardakilerin çocukları önderliğinde darbe yapmış, ülke genelinde yapılanların herkes tarafından iyi bilinmesi nedeniyle tekrarlamaya gerek yok, Çeşme cephesinde seçilmiş Belediye Başkanı derhal görevden alınarak gözaltına alınmış, dolayısı ile organize edilmiş olan futbol maçı ikinci bir emre kadar iptal edilmiş, ancak Sakız Adasından da kafile Çeşme’ye gelmiş bulunmaktadır. Futbolcular ve resmi kafile Ertan Otel’e yerleşmiş, ancak seyirci olarak kafilede bulunanlar da mezkûr otel dışında bir yerde kalmak için arayış içindeler, bu amaçla dolaşılırken Yunancayı oldukça iyi konuştuğu bilinen dostum Hüsnü Karaman ile kesişiyor yollar, konuşulacak ortak bir dil de olduğuna göre, muhabbet koyulaşıyor kısa sürede…

Hüsnü Karaman; an itibari ile canım yurdumdaki gelişmeleri anlatırken, o anda karşılığını “darbe” yerine “ihtilal” olarak çevirince ya da söyleyince, hemen atılan ve mesleği arkeolog olan misafir “ne ihtilali vre, tam tamına bir darbedir bu” diyor, diğer konuk ressam “evet bizim güzel yurdumuzda aynı şeyi yaşamıştı bir süre önce” deyip, kapitalizmin krizlerinde yaşanan zorlukların tüm faturalarının az gelişmiş ülkelere nasıl kesildiğinin kısa bir özetini yapmıştır. Canım yurdum; daha evvel yaşananların üstüne adeta vites yükselterek yaşanacak dramların henüz başında iken, hatta daha 12 Mart askeri faşist darbesinin üzerinden 10 yıl geçmişken, 12 Mart açık faşizminin ataleti hala yaşanırken üzerine 12 Eylül askeri faşist darbesinin yapılması neticesinde adeta dizlerinin üzerine çökertilmiştir. ABD’nin içimizdeki çocukları; içinden çıkanlar vasıtasıyla içinden çıkılan halka ağır bir terör saldırı ortamını yaratmış, bu sırada her zaman olmasa da barış oluşturmanın en iyi araçlarından biri spor diye tutturulmasına göz yumar mı, zinhar… Peki, turizm onlar için önemli mi, zinhar… Onlar için varsa yoksa “bu kış komünizm gelecek” fikrinin seslendirilmesine aracılık edenlerin okyanus ötesi ağababalarının emperyal düşünceleri ve beklentilerinin karşılanması…

Darbe konusunda tecrübe sahibi Sakızlı misafirler, ertesi sabah kalkıp kahvaltı sonrası futbol maçına gidecekleri biçimiyle programlanmış seyahatin, 12 Eylül darbesi ile altüst oluşu üzerine, Çeşme, Alaçatı ve Urla’yı hızlı bir şekilde gezelim planı üstüne, sabah erkenden kalkıp kiralanan araba ile yollara düşerler. Bir önceki gece, kendilerine bu seyahatten söz edilmediği için gönüllü rehberlik etmeyi içinden geçirmiş Hüsnü Karaman, erkenden pansiyona gitmeyip misafirlerin daha uzun ve iyi dinlenmelerini temin etmeyi de düşünmüştü. Ancak; artık yeteri kadar dinlenmişler düşüncesi ile misafirlerin kaldığı pansiyona gidince, çok hızlı bir tur için ayrıldıklarını öğrenir ve darbenin ardından neler yaşanabileceğini iyi tahmin ettiğinden de hemen o da arkalarından arkadaşı Yalçın Günen’in otomobili ile yola düşerler ve onlarla Urla’da karşılaşırlar ve herkes iyi ve her şey yolundadır. Artık Çeşme’ye doğru dönüş başlamış ve bir taraftan zamanın ilerlemesi diğer taraftan yoğun bir program izlenmesi nedeniyle, susanmış ve acıkılmıştır da… Bugün de o gün de Uzunkuyu ovasına hakim ve harika bir manzarası olan, insana huzur veren tepekahve’deki kahvehaneden bozma lokantada mola verilir ve yenilecek şeyler sipariş edilir, yemekler yenilir, çaylar içilir ve muhabbette koyulaşır, hesap ödenir ve kalkılır. Yemek ve edilen koyu sohbet üstüne çöken rehavet ile birlikte artık dönme zamanı geldiğinden yola düşülmüş ancak tarafların hepsi “mübadil” olduğundan ortak geçmiş ve yaşananlar üstüne yeni yeni sohbetler açılmaktadır. Doğrusu mübadil olmanın acılarının birkaç kuşak atlaması ile kolay kolay geçmeyeceği aşikâr olup, muhtemelen birkaç kuşak daha canlı kalacaktır ya da unutulamayacaktır yaşananlar, görünen o. Doğaldır ki; yaklaşık 1.500.000 Ortodoks’un Anadolu’dan Yunanistan’a, yaklaşık 750.000 Müslüman’ın Yunanistan’dan Anadolu’ya göçü dönemin ulaştırma olanakları taraf ülkelerin konuyla ilgili güç ve kapasiteleri ile teknolojik seviyeleri göz önüne alındığında bu nüfus değişiminin sıkıntılı, sancılı ve acılı olması kaçınılmaz olup bunlarında sohbet konusu olması daha uzun yıllar sürer gibi duruyor.

Dönüş yolunda, Çeşme’ye yaklaşmış iken dönemin önemine binaen askerler tarafından aralıksız yol kontrolleri yapılmaktadır, tam Germiyen köyü yol sapağına gelinince asker Yunanlı misafirleri ve onlara gönüllü rehberlik yapan Çeşme’lileri durduruyor ve çile başlıyor. Darbecibaşı’na benzemeye çalışan onbinlerce asker bulunuyor olması, bu kontrollerde sürekli sıkıntılı anlar yaşanmasına neden olduğu dönemi yaşayan herkesin malumudur, etraf küçük küçük binlerce Kenan Evren kopyası ile doludur ve onlara göre herkes suçludur. Yunanlı misafirler, Çeşme’de yapılacak dostluk maçı için gelmiş olduklarından genel vize kapsamında gelmemişler ve seyahat hakları da sınırsız değildir, Çeşme dışına çıkmış olmaları ciddi bir fırça yemelerine neden olmuştur. Israrla turist olduklarını, maç için geldiklerini maçın iptal olması nedeniyle Urla’ya atalarının geçmişte yaşadıkları toprakları görmek için geldiklerini anlatıyorlar ama askeri timin başındaki küçük Kenan Evren, kısık gözlerle kızgınlık enerjisini karşısındakilerin gözlerinden taa beyinlerinin derinliklerine kadar işleyen bakışlar atarak bu insanları sindirmeye çalışırken, adamcağızlar da “do you speak english” diye tekrarlayarak iletişim yolu aramaktaydılar ama karşısındakinin böyle bir derdi hatta niyeti yoktu… Ama küçük Kenan kükrüyordu; “Bir çarparım görürsünüz do you speak’i”…

Nihayetinde Çeşme’de karakol’a gidilir, yaşananların yarattığı utancın da sıkıntısını yaşayan Hüsnü Karaman’ın gayet olumlu girişimleri ve anlatımları ile anlayışlı komutanında iyi niyetle yaklaşımı nedeniyle konu tatlıya bağlanır ve maç için gelip maç yerine gezi ile iktifa edenler faşist cuntanın estirdiği rüzgârın etkisinden kurtulur ve ülkelerine dönerler…

Hiç yorum yok: