Türkiye; 1970’li yılların sonunda sıkıntılı bir süreçten
geçmekte benzeri hemen hemen gelişmekte olan her ülkede (yarı sömürge-yeni
sömürge) olduğu üzere, canım Yurdumda mevsim sonbahara evrilirken politik ve
sosyal yaşam ise kutup kışına hazırlanmaktaydı, Amerikanın içimizdeki
çocuklarının elleriyle… Çeşme ise çok etkilenmiş görünmese de ciddi ipuçları
vardı yakında kopacak fırtınanın, ama önemli bir kesim bunun farkında değiller
idi, ne yazık ki…
Çeşme’nin Belediye yönetiminde Saim Ertürk ile bulunan
milliyetçi cenah, aslında gözlerinin önünde ülkenin nereye sürüklendiği
görebilecek durumda idiler ama içinde bulundukları rüzgâr nedeniyle ellerinden
de başka bir gelmemişti… Ancak, bir tarafı ile komşumuz Yunanistan ile genel
politikalar gereği gerilen ilişkileri, Belediye yönetiminin turizme olan
inançları nedeniyle yumuşatma adına komşumuzun bize çok yakın adası yönetimi
ile ortak bazı faaliyetler planlamakta idiler, diğer tarafı ile… Turizmin
gelişmesinin, 2 ülke arasındaki yumuşamanın olmazsa olmazı olduğuna inanan
Belediye Başkanı Saim Ertürk, Çeşmespor ve Sakız adası futbol takımları
arasında bir maç organize edilmesi için çok uğraşır ve sonunda başarır, tarih
konusunda yanılmıyorsam 14 Eylül 1980 de maç Çeşme’de oynanacaktır. Tüm
hazırlıklar buna uygun yapılmaktadır.
Tarih itibariyle; Canım yurdum kendi ordusunun yönetiminde
bulunan uzaklardakilerin çocukları önderliğinde darbe yapmış, ülke genelinde
yapılanların herkes tarafından iyi bilinmesi nedeniyle tekrarlamaya gerek yok,
Çeşme cephesinde seçilmiş Belediye Başkanı derhal görevden alınarak gözaltına
alınmış, dolayısı ile organize edilmiş olan futbol maçı ikinci bir emre kadar
iptal edilmiş, ancak Sakız Adasından da kafile Çeşme’ye gelmiş bulunmaktadır.
Futbolcular ve resmi kafile Ertan Otel’e yerleşmiş, ancak seyirci olarak
kafilede bulunanlar da mezkûr otel dışında bir yerde kalmak için arayış
içindeler, bu amaçla dolaşılırken Yunancayı oldukça iyi konuştuğu bilinen dostum
Hüsnü Karaman ile kesişiyor yollar, konuşulacak ortak bir dil de olduğuna göre,
muhabbet koyulaşıyor kısa sürede…
Hüsnü Karaman; an itibari ile canım yurdumdaki gelişmeleri
anlatırken, o anda karşılığını “darbe” yerine “ihtilal” olarak çevirince ya da söyleyince,
hemen atılan ve mesleği arkeolog olan misafir “ne ihtilali vre, tam tamına bir darbedir bu” diyor, diğer konuk
ressam “evet bizim güzel yurdumuzda aynı
şeyi yaşamıştı bir süre önce” deyip, kapitalizmin krizlerinde yaşanan
zorlukların tüm faturalarının az gelişmiş ülkelere nasıl kesildiğinin kısa bir
özetini yapmıştır. Canım yurdum; daha evvel yaşananların üstüne adeta vites
yükselterek yaşanacak dramların henüz başında iken, hatta daha 12 Mart askeri
faşist darbesinin üzerinden 10 yıl geçmişken, 12 Mart açık faşizminin ataleti
hala yaşanırken üzerine 12 Eylül askeri faşist darbesinin yapılması neticesinde
adeta dizlerinin üzerine çökertilmiştir. ABD’nin içimizdeki çocukları; içinden
çıkanlar vasıtasıyla içinden çıkılan halka ağır bir terör saldırı ortamını
yaratmış, bu sırada her zaman olmasa da barış oluşturmanın en iyi araçlarından
biri spor diye tutturulmasına göz yumar mı, zinhar… Peki, turizm onlar için
önemli mi, zinhar… Onlar için varsa yoksa “bu
kış komünizm gelecek” fikrinin seslendirilmesine aracılık edenlerin okyanus
ötesi ağababalarının emperyal düşünceleri ve beklentilerinin karşılanması…
Darbe konusunda tecrübe sahibi Sakızlı misafirler, ertesi
sabah kalkıp kahvaltı sonrası futbol maçına gidecekleri biçimiyle programlanmış
seyahatin, 12 Eylül darbesi ile altüst oluşu üzerine, Çeşme, Alaçatı ve Urla’yı
hızlı bir şekilde gezelim planı üstüne, sabah erkenden kalkıp kiralanan araba
ile yollara düşerler. Bir önceki gece, kendilerine bu seyahatten söz edilmediği
için gönüllü rehberlik etmeyi içinden geçirmiş Hüsnü Karaman, erkenden
pansiyona gitmeyip misafirlerin daha uzun ve iyi dinlenmelerini temin etmeyi de
düşünmüştü. Ancak; artık yeteri kadar dinlenmişler düşüncesi ile misafirlerin
kaldığı pansiyona gidince, çok hızlı bir tur için ayrıldıklarını öğrenir ve
darbenin ardından neler yaşanabileceğini iyi tahmin ettiğinden de hemen o da arkalarından
arkadaşı Yalçın Günen’in otomobili ile yola düşerler ve onlarla Urla’da
karşılaşırlar ve herkes iyi ve her şey yolundadır. Artık Çeşme’ye doğru dönüş
başlamış ve bir taraftan zamanın ilerlemesi diğer taraftan yoğun bir program
izlenmesi nedeniyle, susanmış ve acıkılmıştır da… Bugün de o gün de Uzunkuyu
ovasına hakim ve harika bir manzarası olan, insana huzur veren tepekahve’deki
kahvehaneden bozma lokantada mola verilir ve yenilecek şeyler sipariş edilir,
yemekler yenilir, çaylar içilir ve muhabbette koyulaşır, hesap ödenir ve
kalkılır. Yemek ve edilen koyu sohbet üstüne çöken rehavet ile birlikte artık
dönme zamanı geldiğinden yola düşülmüş ancak tarafların hepsi “mübadil” olduğundan ortak geçmiş ve
yaşananlar üstüne yeni yeni sohbetler açılmaktadır. Doğrusu mübadil olmanın
acılarının birkaç kuşak atlaması ile kolay kolay geçmeyeceği aşikâr olup,
muhtemelen birkaç kuşak daha canlı kalacaktır ya da unutulamayacaktır
yaşananlar, görünen o. Doğaldır ki; yaklaşık 1.500.000 Ortodoks’un Anadolu’dan
Yunanistan’a, yaklaşık 750.000 Müslüman’ın Yunanistan’dan Anadolu’ya göçü
dönemin ulaştırma olanakları taraf ülkelerin konuyla ilgili güç ve kapasiteleri
ile teknolojik seviyeleri göz önüne alındığında bu nüfus değişiminin sıkıntılı,
sancılı ve acılı olması kaçınılmaz olup bunlarında sohbet konusu olması daha
uzun yıllar sürer gibi duruyor.
Dönüş yolunda, Çeşme’ye yaklaşmış iken dönemin önemine
binaen askerler tarafından aralıksız yol kontrolleri yapılmaktadır, tam
Germiyen köyü yol sapağına gelinince asker Yunanlı misafirleri ve onlara
gönüllü rehberlik yapan Çeşme’lileri durduruyor ve çile başlıyor. Darbecibaşı’na
benzemeye çalışan onbinlerce asker bulunuyor olması, bu kontrollerde sürekli
sıkıntılı anlar yaşanmasına neden olduğu dönemi yaşayan herkesin malumudur,
etraf küçük küçük binlerce Kenan Evren kopyası ile doludur ve onlara göre
herkes suçludur. Yunanlı misafirler, Çeşme’de yapılacak dostluk maçı için
gelmiş olduklarından genel vize kapsamında gelmemişler ve seyahat hakları da
sınırsız değildir, Çeşme dışına çıkmış olmaları ciddi bir fırça yemelerine
neden olmuştur. Israrla turist olduklarını, maç için geldiklerini maçın iptal
olması nedeniyle Urla’ya atalarının geçmişte yaşadıkları toprakları görmek için
geldiklerini anlatıyorlar ama askeri timin başındaki küçük Kenan Evren, kısık
gözlerle kızgınlık enerjisini karşısındakilerin gözlerinden taa beyinlerinin
derinliklerine kadar işleyen bakışlar atarak bu insanları sindirmeye
çalışırken, adamcağızlar da “do you speak english” diye tekrarlayarak iletişim
yolu aramaktaydılar ama karşısındakinin böyle bir derdi hatta niyeti yoktu… Ama
küçük Kenan kükrüyordu; “Bir çarparım görürsünüz do you speak’i”…
Nihayetinde Çeşme’de karakol’a gidilir, yaşananların
yarattığı utancın da sıkıntısını yaşayan Hüsnü Karaman’ın gayet olumlu
girişimleri ve anlatımları ile anlayışlı komutanında iyi niyetle yaklaşımı
nedeniyle konu tatlıya bağlanır ve maç için gelip maç yerine gezi ile iktifa
edenler faşist cuntanın estirdiği rüzgârın etkisinden kurtulur ve ülkelerine
dönerler…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder