- Evet, ama aslında ben ptolemy’i eleştiriyordum. Çember üstünde çemberle her şeyi karıştırdığı için eleştiriyordum. Bilemiyorum, belki de basit bir cevap aradığımdandır.
- Hayır. Gökyüzü basit olmalı.
- Bu durumda ben haklımıyım?
- Ya gezegenler için… Çok daha basit açıklama varsa?
- Var… Ama çok saçma ve eskidir. Bu yüzden kimse itibar etmez.
- Hangi teoriymiş bu?
- Aristarchus’tan mı söz ediyorsun?
- Aristarchus dünyanın hareket ettiğini gezegenlerin garip davranışının göz aldanmasından başka bir şey olmadığını bunun hareketimiz ve Dünya’nın Güneş etrafında dönmesi sonucu oluştuğunu ileri sürdü.
- Güneş merkezli model.
- Doğru. Güneş tabiri caizse Yıldızların kralıymış gibi merkezde olmalı.
- Bu durumda Dünya sadece… Bir başka gezegen olmuş olur. Çalışmaları ana kütüphaneyi telef eden yangında kayboldu. İşte bu yüzden buraya çok dikkat etmeliyiz. Kütüphanemiz insanlığın bilgeliğinden geriye kalan tek şeydir.
- Ama o zaman yere bir şey bıraktığımızda…
- Konuşan kim?
- Affedin beni Hanımefendi… Dinliyordum da…
- Konuş Davus
- Dünya hareket ediyorsa, bir şeyi her bıraktığımızda arkanıza düşmesi gerek, rüzgâr her zaman karşıdan gelmeli, kuşlar uçarken yollarını kaybetmeli…
- Size Aristarchus’un hipotezinin mantıklı olmadığını söylemiştim…
- Bu söylediklerinin çürütülebileceğini hissediyorum. Ama şu ana nasıl çürütülebilir bilmiyorum…
Yer, Mısır İskenderiye, tarih, M.S. 3 yüzyıl, Paganlar ile
Hıristiyanların çatışmalarının neticesinde Paganların, Hıristiyanlar tarafından
“Serapeum ve Kütüphanesi” ne sığınmak zorunda kaldıkları sırada tartışmalarını
aktaran bir rep, “Vali” asi olarak
görülen Paganların, Kütüphaneyi terk etmeleri halinde, başlarına bir şey
gelmeyeceği garantisini verir ve ilaveten Hıristiyanların Kütüphaneye
girmelerine izin vermeleri ve istedikleri bir şekilde kütüphaneyi talan etmelerine
ses çıkarmamaları halinde can emniyetlerinin teminat altında olduğunu
açıklayınca;
-
Neyi
bekliyoruz… Her şeyi yok edecekler… Çığlıkları yayılır paganların arasında…Vali devamla; paganların düzenli bir şekilde kütüphaneyi terk etmeleri halinde kendilerine evlerine kadar eşlik edileceği açıklamasını yaparken;
- Kitaplar… Kitaplar… Diyerek en önemli eserleri kurtarma telaşı başlamıştır, kütüphane içindekilerde…
Birden Vali ve askerlerinin ayrılmaya başladığı ve artık dışarıdaki Hıristiyan kalabalığının kapılara yüklendiği, kapıların kırılması ile birlikte “tanrı tektir” nidaları ile kütüphane ve müştemilatı yerle bir edilir… Tüm kitaplar büyük yığınlar halinde yakılır, yakılır… İnsanlığın bilgeliğinden geriye kalan tek şey diye nitelenen “Kütüphane” artık yoktur…
Yukarıdaki anlatılanlar 2009 yılı yapımı “Agora” isimli filmden… Vahşet değil
mi? Paganlara düşmanlığın ve bu nedenle saldırının anlaşılabileceği bir dönem
ama kitaplarda mı pagan? Yoksa hedef kendilerinin düşüncelerine aykırı iddia ve
bilimsel izahları olanları kitapları ile birlikte yok etmek mi? Ama gerekçe her
ne ise; Hıristiyan hâkimiyetine geçen kentte, yaşanan büyük travma ve trajedi
sonucu uzun süre bir sükunet dönemi yaşanmıştır. Tıpkı tarihteki benzer
ardılları gibi yapılan katliamlar ve talandan sonra, yaratılan korku ve dehşet
tablosu karşısında yaşanan sahte barış dönemlerinde olduğu gibi… Ancak
saldırının pusuya yattığını göremeyen ya da görmek istemeyen ve kendilerine
dokunulmadığından, bu yaşanan cinnet ortamına ses çıkarmayan “Museviler” bir
vade sonra, ne yazık ki, aynı akıbete uğrayacaklardır. Tıpkı sonra Medine de
başlarına geldiği üzere…
Bilindiği üzere; M.Ö. 3. yüzyılda Makedonyalı İmparator
Büyük İskender tarafından kurulmuş olan “İskenderiye
Kütüphanesi” sadece kütüphane değildir aynı zamanda fizik, kimya,
astronomi, tıp, matematik, geometri ve felsefe bilimlerinin de tedrisine
elverişli ortamın bulunmasının yanında çok kapsamlı botanik bahçesi ve
rasathanenin de varlığı söz konusudur. Anlaşıldığı kadarıyla, burası bugünkü
anlamıyla bir kütüphane olmakla birlikte, yüksek tahsil verilen bir okul ve
aynı zamanda bir akademi hüviyetindedir. Kütüphane ve akademi, günümüz bilimine
de referanslar oluşturan araştırmalar yapan bilim adamlarının yetiştiği ve
öğretim verdiği bir zemin olmuştur. Arşimet suyun kaldırma kuvvetini, Eratosthenes
dünyanın çapı ile ilgili bilgileri, Euclid geometrinin kurallarını, bu akademi
ve kütüphanede yaptığı araştırma ve çalışmalarla açıklamışlardır.
Yazımızın konusunu oluşturan, “İskenderiye kütüphanesinin
yakılarak talan ve yok edilmesi” konusunda yine tarihte çeşitli rivayetlerin
bulunduğu aşikâr olmakla birlikte, en fazla öne çıkanlar; ünlü Roma İmparatoru
Julius Sezar ya da Hıristiyan İmparator Theodosius ya da Mısır’ı fetheden
Müslüman komutan Amr İbn Ül As olmuştur. Sonuçta, ister o, ister bu olsun
burayı yakan ve talan eden, özünde hep “dine
mugayir ve hurafe şeyler” in varlığı öne sürülerek, insanoğlunun damla
damla biriktirdiği bu kadim bilgelik kaynağının yok edilmesine neden
olunmuştur.
Kütüphaneler ve bilim nezdinde; bilim, bilgi, kendinden
olmayan, kendi gibi düşünmeyen, kendine benzemeyen, kendine biat etmeyen;
bidayetten beri doğmanın hedefine, hep yok edilmek, talan edilmek üzere,
cehaletten gözü kararmış kitlelerin önüne atılmıştır. İnsanoğlunun geldiği
nokta itibariyle artık çok şükür ki, kütüphaneler yakılmıyor, kütüphanelerdeki
kitaplar yakılıyor, tıpkı geçmişte, Perslerin, Romalıların, Bizanslıların,
Cengiz Hanın, Katolik kilisesinin, Nazilerin vs. vs. yaptığı üzere. Gerçi
yolunu şaşıran ve ancak cehennem zebanileri olacak insan postundakilerin, kitap
yakanların birgün mutlaka insan da yakacakları iddiasına karine oluşturması
kabilinden, ne yazık ki 20. yüzyılda Sivas’ta yaptıkları gibi otele doluşmuş
insanları yakmak gibi sapıklıkları ara sıra olsa da, kütüphaneleri kurtardık,
çok şükür…
Peki, unutuldu mu, modern dünya için insanlık suçu
kabilinden yaşanan 12 Eylül Faşist darbesinin ve onun başı Kenan Evren
tarafından, başta TDK arşivleri olmak üzere, SEKA’da kâğıt hamuru yapılarak
yeniden değerlendirmek üzere sevk edilen yüzbinlerce belgenin ve kitabın yok
edilişi… Peki, unutuldu mu, demokrasi getiriyoruz diye Irak’a giren ABD işgal
kuvvetleri tarafından Bağdat müzesi ve kütüphanesinin yağmalanması ve yok
edilmesi… Peki, unutuldu mu daha dün “Milli Kütüphanenin” 147 ton kitap ve
dokümanı, tarihi çok eskiye dayanan yazılı eserleri, kilosu 15 kuruştan
hurdacılara sattıkları ve buradan müzadeyecilerin eliyle de sahaf ve
koleksiyonerlere çok büyük bedeller karşılığında satıldığı…
Daha çok örnek yazılabilir bu konuda ancak bu kadar ile
iktifa edip, dini ve siyasi taassup nelere kadir demekten kendimi alamıyorum…
4 yorum:
Güç dönüp dolaşıp faşizmin kırbacı olmuş.Düşünün bilim ve insanlık bu kıyımlara uğramamış olsaydı şu anda farkında olanlar için bilincimiz hangi noktalarda olurdu.
Güç dönüp dolaşıp faşizmin kırbacı olmuş.Düşünün bilim ve insanlık bu kıyımlara uğramamış olsaydı şu anda farkında olanlar için bilincimiz hangi noktalarda olurdu.
Güç dönüp dolaşıp faşizmin kırbacı olmuş.Düşünün bilim ve insanlık bu kıyımlara uğramamış olsaydı şu anda farkında olanlar için bilincimiz hangi noktalarda olurdu.
Hypoteia geldi aklıma. Ve 2000 yıllık kadın düşmanlığı.
Yorum Gönder