Pazar, Nisan 13, 2014

AGORA


-         Evet, ama aslında ben ptolemy’i eleştiriyordum. Çember üstünde çemberle her şeyi karıştırdığı için eleştiriyordum. Bilemiyorum, belki de basit bir cevap aradığımdandır.
-         Hayır. Gökyüzü basit olmalı.
-         Bu durumda ben haklımıyım?
-         Ya gezegenler için… Çok daha basit açıklama varsa?
-         Var… Ama çok saçma ve eskidir. Bu yüzden kimse itibar etmez.
-         Hangi teoriymiş bu?
-         Aristarchus’tan mı söz ediyorsun?
-         Aristarchus dünyanın hareket ettiğini gezegenlerin garip davranışının göz aldanmasından başka bir şey olmadığını bunun hareketimiz ve Dünya’nın Güneş etrafında dönmesi sonucu oluştuğunu ileri sürdü.
-         Güneş merkezli model.
-         Doğru. Güneş tabiri caizse Yıldızların kralıymış gibi merkezde olmalı.
-         Bu durumda Dünya sadece… Bir başka gezegen olmuş olur. Çalışmaları ana kütüphaneyi telef eden yangında kayboldu. İşte bu yüzden buraya çok dikkat etmeliyiz. Kütüphanemiz insanlığın bilgeliğinden geriye kalan tek şeydir.
-         Ama o zaman yere bir şey bıraktığımızda…
-         Konuşan kim?
-         Affedin beni Hanımefendi… Dinliyordum da…
-         Konuş Davus
-         Dünya hareket ediyorsa, bir şeyi her bıraktığımızda arkanıza düşmesi gerek, rüzgâr her zaman karşıdan gelmeli, kuşlar uçarken yollarını kaybetmeli…
-         Size Aristarchus’un hipotezinin mantıklı olmadığını söylemiştim…
-         Bu söylediklerinin çürütülebileceğini hissediyorum. Ama şu ana nasıl çürütülebilir bilmiyorum…

Yer, Mısır İskenderiye, tarih, M.S. 3 yüzyıl, Paganlar ile Hıristiyanların çatışmalarının neticesinde Paganların, Hıristiyanlar tarafından “Serapeum ve Kütüphanesi” ne sığınmak zorunda kaldıkları sırada tartışmalarını aktaran bir rep, “Vali” asi olarak görülen Paganların, Kütüphaneyi terk etmeleri halinde, başlarına bir şey gelmeyeceği garantisini verir ve ilaveten Hıristiyanların Kütüphaneye girmelerine izin vermeleri ve istedikleri bir şekilde kütüphaneyi talan etmelerine ses çıkarmamaları halinde can emniyetlerinin teminat altında olduğunu açıklayınca;
-         Neyi bekliyoruz… Her şeyi yok edecekler… Çığlıkları yayılır paganların arasında…
Vali devamla; paganların düzenli bir şekilde kütüphaneyi terk etmeleri halinde kendilerine evlerine kadar eşlik edileceği açıklamasını yaparken;
-         Kitaplar… Kitaplar… Diyerek en önemli eserleri kurtarma telaşı başlamıştır, kütüphane içindekilerde…
Birden Vali ve askerlerinin ayrılmaya başladığı ve artık dışarıdaki Hıristiyan kalabalığının kapılara yüklendiği, kapıların kırılması ile birlikte “tanrı tektir” nidaları ile kütüphane ve müştemilatı yerle bir edilir… Tüm kitaplar büyük yığınlar halinde yakılır, yakılır… İnsanlığın bilgeliğinden geriye kalan tek şey diye nitelenen “Kütüphane” artık yoktur…

Yukarıdaki anlatılanlar 2009 yılı yapımı “Agora” isimli filmden… Vahşet değil mi? Paganlara düşmanlığın ve bu nedenle saldırının anlaşılabileceği bir dönem ama kitaplarda mı pagan? Yoksa hedef kendilerinin düşüncelerine aykırı iddia ve bilimsel izahları olanları kitapları ile birlikte yok etmek mi? Ama gerekçe her ne ise; Hıristiyan hâkimiyetine geçen kentte, yaşanan büyük travma ve trajedi sonucu uzun süre bir sükunet dönemi yaşanmıştır. Tıpkı tarihteki benzer ardılları gibi yapılan katliamlar ve talandan sonra, yaratılan korku ve dehşet tablosu karşısında yaşanan sahte barış dönemlerinde olduğu gibi… Ancak saldırının pusuya yattığını göremeyen ya da görmek istemeyen ve kendilerine dokunulmadığından, bu yaşanan cinnet ortamına ses çıkarmayan “Museviler” bir vade sonra, ne yazık ki, aynı akıbete uğrayacaklardır. Tıpkı sonra Medine de başlarına geldiği üzere…

Bilindiği üzere; M.Ö. 3. yüzyılda Makedonyalı İmparator Büyük İskender tarafından kurulmuş olan “İskenderiye Kütüphanesi” sadece kütüphane değildir aynı zamanda fizik, kimya, astronomi, tıp, matematik, geometri ve felsefe bilimlerinin de tedrisine elverişli ortamın bulunmasının yanında çok kapsamlı botanik bahçesi ve rasathanenin de varlığı söz konusudur. Anlaşıldığı kadarıyla, burası bugünkü anlamıyla bir kütüphane olmakla birlikte, yüksek tahsil verilen bir okul ve aynı zamanda bir akademi hüviyetindedir. Kütüphane ve akademi, günümüz bilimine de referanslar oluşturan araştırmalar yapan bilim adamlarının yetiştiği ve öğretim verdiği bir zemin olmuştur.  Arşimet suyun kaldırma kuvvetini, Eratosthenes dünyanın çapı ile ilgili bilgileri, Euclid geometrinin kurallarını, bu akademi ve kütüphanede yaptığı araştırma ve çalışmalarla açıklamışlardır.

Yazımızın konusunu oluşturan, “İskenderiye kütüphanesinin yakılarak talan ve yok edilmesi” konusunda yine tarihte çeşitli rivayetlerin bulunduğu aşikâr olmakla birlikte, en fazla öne çıkanlar; ünlü Roma İmparatoru Julius Sezar ya da Hıristiyan İmparator Theodosius ya da Mısır’ı fetheden Müslüman komutan Amr İbn Ül As olmuştur. Sonuçta, ister o, ister bu olsun burayı yakan ve talan eden, özünde hep “dine mugayir ve hurafe şeyler” in varlığı öne sürülerek, insanoğlunun damla damla biriktirdiği bu kadim bilgelik kaynağının yok edilmesine neden olunmuştur.

Kütüphaneler ve bilim nezdinde; bilim, bilgi, kendinden olmayan, kendi gibi düşünmeyen, kendine benzemeyen, kendine biat etmeyen; bidayetten beri doğmanın hedefine, hep yok edilmek, talan edilmek üzere, cehaletten gözü kararmış kitlelerin önüne atılmıştır. İnsanoğlunun geldiği nokta itibariyle artık çok şükür ki, kütüphaneler yakılmıyor, kütüphanelerdeki kitaplar yakılıyor, tıpkı geçmişte, Perslerin, Romalıların, Bizanslıların, Cengiz Hanın, Katolik kilisesinin, Nazilerin vs. vs. yaptığı üzere. Gerçi yolunu şaşıran ve ancak cehennem zebanileri olacak insan postundakilerin, kitap yakanların birgün mutlaka insan da yakacakları iddiasına karine oluşturması kabilinden, ne yazık ki 20. yüzyılda Sivas’ta yaptıkları gibi otele doluşmuş insanları yakmak gibi sapıklıkları ara sıra olsa da, kütüphaneleri kurtardık, çok şükür…

Peki, unutuldu mu, modern dünya için insanlık suçu kabilinden yaşanan 12 Eylül Faşist darbesinin ve onun başı Kenan Evren tarafından, başta TDK arşivleri olmak üzere, SEKA’da kâğıt hamuru yapılarak yeniden değerlendirmek üzere sevk edilen yüzbinlerce belgenin ve kitabın yok edilişi… Peki, unutuldu mu, demokrasi getiriyoruz diye Irak’a giren ABD işgal kuvvetleri tarafından Bağdat müzesi ve kütüphanesinin yağmalanması ve yok edilmesi… Peki, unutuldu mu daha dün “Milli Kütüphanenin” 147 ton kitap ve dokümanı, tarihi çok eskiye dayanan yazılı eserleri, kilosu 15 kuruştan hurdacılara sattıkları ve buradan müzadeyecilerin eliyle de sahaf ve koleksiyonerlere çok büyük bedeller karşılığında satıldığı…

Daha çok örnek yazılabilir bu konuda ancak bu kadar ile iktifa edip, dini ve siyasi taassup nelere kadir demekten kendimi alamıyorum…

4 yorum:

Lem-Tanga dedi ki...

Güç dönüp dolaşıp faşizmin kırbacı olmuş.Düşünün bilim ve insanlık bu kıyımlara uğramamış olsaydı şu anda farkında olanlar için bilincimiz hangi noktalarda olurdu.

Lem-Tanga dedi ki...

Güç dönüp dolaşıp faşizmin kırbacı olmuş.Düşünün bilim ve insanlık bu kıyımlara uğramamış olsaydı şu anda farkında olanlar için bilincimiz hangi noktalarda olurdu.

Lem-Tanga dedi ki...

Güç dönüp dolaşıp faşizmin kırbacı olmuş.Düşünün bilim ve insanlık bu kıyımlara uğramamış olsaydı şu anda farkında olanlar için bilincimiz hangi noktalarda olurdu.

Adsız dedi ki...

Hypoteia geldi aklıma. Ve 2000 yıllık kadın düşmanlığı.