Pazartesi, Haziran 09, 2014

GÜNEŞTEN GELDİM GÜNEŞE GİDİYORUM


E tipi cezaevine hareket ettik. Cezaevi müdürünün odası kalabalıktı. Yasa gereği infazda bulunması gereken görevliler dışında, pek çok subay ve emniyet görevlisinin de infazı izlemek için meraklı ve neşeli bir bekleyiş içinde olduklarını gördüm. Çaylar, kahveler ard arda içiliyor, şakalar, espriler havada patlıyordu. “Eşleriyle çocuklarının bu gösteriyi kaçıracaklarına üzülmüşlerdir mutlaka” diye geçti içimden. Bir ara içkili olduğu belli olan emniyet müdürü sırıtarak “bu herif asılırken bize söverse ne yaparız?” diye bir soru attı ortaya. Yanıt sıkıyönetim komutan yardımcısı’ndan geldi aynı sırıtkanlıkla,”ipten indirir, yeniden asarız sen kafanı yorma müdürüm”.

Kalabalığın içinde bir kadın çarptı gözüme. Bunun Sıkıyönetim askeri mahkemesi’nde görevli bir zabıt kâtibesi olduğunu söylediler. İdam kararını veren mahkeme heyetinde görevli askeri yargıçla birlikte gelmişti. Aşırı makyajlı, parfüm kokulu, baygın baygın çevresini süzen bu genç kadının hiçbir zorunluluk olmamasına karşın, gece vakti kalkıp buralara kadar neden geldiğine önce anlam veremedim. Ancak aralarındaki konuşmanın üslubundan askeri yargıçla ilişkilerinin pek içli dışlı olduğunu sezdim. Sanıyorum kâtibe hanım sevgili yargıcı ile birlikte baş başa bir yolculuk yapmak ve heyecan verici bir gösteriyi onunla birlikte izlemenin keyfini yaşayıp paylaşmak için gelmişti buraya.

Burada gördüklerim beni fazla şaşırtmadı. Bunlar hiç beklemediğim görüntüler ve davranışlar değildi. Ne var ki yine de midem bulandı, boğazım düğümlendi, boğulur gibi oldum bir ara.

Yukarıda aktarılan satırlar, bir infaz savcısının yazdığı kitaptan aktarılan satırlardır… Bu satırların içeriği tam bir rezaletin, sefaletin, alçaklığın ve kepazeliğin paçalardan akmasının kitaba tezahürüdür adeta, bir insan nasıl olur da birinin öldürülmesini bu şekilde seyreder, hadi diyelim görevi gereği gitti seyrediyor, peki nasıl olur da büyük bir neşe içinde, büyük bir keyif içinde öldürülme olayını izler, insanın içi kaldırmıyor bunları okurken ve yazarken… Aaa tabii bunların insanlığı tartışılır denilebilir, evet katılırım ama tek farkla bunlar insan olamaz, bunlar insan müsveddeleridir. Bir idam edilerek öldürülme ise eğer olay, durum daha da vahimleşiyor, ama bu mezkûr erkânda böyle bir duygu ve ahlak olmayınca, söylenecek fazlaca bir şey olamıyor… Nede olsa bu güruh “sallandıracaksın bunlardan birkaç tane bakalım bir daha yaparlar mı” geleneğinin günümüz temsilcileridir ve bunlar için hukuk adalet hak getiredir. Evet, konu bir 12 Eylül konusudur, şahsi menfaatlerini müstevlilerinin siyasi emellerine tevhit etmiş içimizdeki “ABD’nin çocukları”, yaptıkları askeri faşist darbe ile canım yurdumun altını üstüne getirip terör estirdikleri bir dönem… Dudaklarının arasından çıkan kelimelerin “hukuk” haydi yumuşatalım “kanun” sayıldığı bu faşistlerin, yönettiği ülkenin iş gören takımlarının böyle olması kaçınılmazdır, çünkü bu kabil insanlar vicdan, ahlak ve akıllarını zinhar kullanmadıklarını her daim ispat etmişlerdir… Bu alçaklar zor durumda kalınca da çıkarlar derler ki, “ne yapalım böyle emir verildi biz de yaptık”, ha be namussuzlar darbeci başı mı size gidin idam gecesini içki içerek kutlayın ve zil takıp göbek atın dedi, denilince de gak guk edip dururlar… Canım yurdumun garip halleri işte…

Mezkûr idam sehpası kimin için kurulmuştu, nerede kurulmuştu, kimler bu alçakça öldürülme olayına tanık olmuştu, bunun yazılması gerekmiyor… Başlıkta cümle, bilenler için kılavuz olabilir… Bugünlerde 33. yılı dolmuş olan bu katliamın, hem de tüm itirazlara rağmen, tüm lehte olan delillere rağmen, tüm hukuksuzluklara rağmen hatta kendisine savunma için avukat tutma hakkı bile verilmemiş olan ama neredeyse tüm idam edilenlere reva görülen sonucun, idrakinin kahrını yaşamaktayız yeniden…

Görüyorsunuz değil mi; devletin, hem de bu işlerle ilgili görevlisinin bile dayanamadığı, midesini bulandıran bir sahnenin yaşandığı yerde, 2 en önemli devlet görevlisinin laflarına, “indirir yeniden asarız”… Ne denir ki böyle durumlarda bu tür davranan insanlara, efendim meczuptur deyip geçilebilir ama mümkün mü, zinhar, çünkü bunlar görev icra ediyorlar, operasyon yapıyorlar, insanları tutukluyorlar, insanlara idam cezası veriyorlar vs. vs. Peki diyelim bunlar 12 Eylül döneminin yani her türlü adaletsizliğin ve ahlaksızlığın yaşandığı dönemin sonuçları, geçen seçim çalışmaları sırasında kitlelerin önüne idam cezasını neden uygulayamıyorsun diye “ip atmalar”, diğerinin de ona cevabı “hadi idam cezası getiriyoruz, var mısınız” diye çıkışları, nasıl unutacağız ya da değerlendireceğiz… Efendim birileri de çıkar ama bu son tartışmalar o senin bildiğin tartışmalar değil diyebilir, çok özel durumdur diyebilir… Ama unutmayalım ki, bu ülkenin başbakanı idam edilirken karşıtlarından alkış tutmuşların hadi sevinmişlerin diyelim, diğer taraftan bugün olsa idi birkaç ay hapis cezası ile cezalandırılacak olma ihtimali çok yüksek olan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının sırf kendilerinden olmadığı için meclisteki idam oylamasında 2 ellerini kaldırarak, 3 e 3 intikam diyerek oy kullanan başbakanların ülkesidir, mutlaka bu tarz muhalifliğin sonucu kendilerine göre memleketin kendisinin dâhil olmadığı diğer yarısının asılarak öldürülmesine zil takıp oynayacak kadar kin ve nefret sahibidirler… Hatta bazı başbakanlar da özellikle “kininizi ve nefretinizi unutmayın” diye konuyu kaşır ve memleketin yarısı da “bravo” der…Hal-i pür melalimiz budur işte… Osmanlı döneminde idamları, halkın da izleyip görmeleri için şehrin en kalabalık meydanlarında yaparlarmış diyerek eskiyi kötüleyen en azından onaylamayan önemli bir güruhun bugün hala insanların asılarak öldürülmesinden zevk alıyor olması normal bir ruh hali yansıması olamaz ve de olmamalıdır… Peki, bundan kurtulabilme yolu ve yöntemi nedir diye azıcık tefekkür edilirse, kim olursa olsun ama her kim olursa olsun, telafisi olmayan bu cezalandırma yöntemine karşı çıkılmalıdır… Hatta suç tanımlarının yapılması ve uygulanmasının yanında, hatta tam karşısında suç diye nitelendirilecek durumların oluşmaması için ehven vasatın oluşturulması için canla başla çalışmalıyız… Yukarıda, kısaca özeti verilen ahlaksızlığın bir daha yaşanmaması için daha çok özgürlük, daha çok demokrasi talep etmeliyiz ve bunu sadece kendimiz acze düştüğümüzde değil tam tersine en güçlü olduğumuz dönemimizde bile böyle olmalıdır…

Bu vesile ile insanın insana kulluğuna ve insanın insanı sömürmesine karşı çıkma yolunda, şahsi hiçbir menfaat gözetmeden mücadele ederken katledilen tüm insanları bir kez daha özlemle anıyoruz.

Hiç yorum yok: