Pazartesi, Haziran 23, 2014

PADYSHAIMUS SYNDROME

Osmanlı tarihinde; fetihlerin, ülke zapt etmelerin zirve yaptığı dönemin malum hikâyesidir, Fransa kralı Fransçois (Fransuva) Alman Kralı Şarlken ile 1525 yılında Pavye savaşı diye bilinen savaşı kaybeder ve esir düşer. Bunun üzerine Fransçois’in annesi Düşeş hanımefendi Osmanlı büyükelçisi vasıtasıyla, Padişah Kanuni Sultan Süleyman’a Fransçois’in esaretinin sona erdirilmesi talebini içeren bir mektup yazarak, himmet ve yardım bekler. Böyle bir mektup gerçekte var mıdır, varsa da orijinal midir, yoksa bazı lobiler tarafından dublajı yapılmış mıdır, montaj mıdır, bilinmez ancak her nasıl ise, kıssa üstünden günümüze hisse çıkarmamıza engel oluşturmamaktadır.

Kanuni Sultan Süleyman'ın Fransa kralı François’e gönderdiği 1526 tarihli cevabi mektup;

“Allah-ü Teala’nın lütuf ve yardımıyla, peygamberimiz Hz. Muhammet Mustafa (S.A.V.)’nın mucizesi, dört halifenin ve Allah’ın sevgili kulları olan velilerin mukaddes ruhlarının yardımıyla;
Ben ki,
Sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve Dulkadir Vilayeti’nin ve Diyarbakır’ın ve Kürdistan'ın ve Azerbaycan’ın Acem’in ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen’in ve daha nice memleketlerin ki, yüce atalarımızın ezici kuvvetleriyle fethettikleri ve benim dâhi ateş saçan zafer kılıcımla fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı Sultan Bayezıd Hân'ın torunu, Sultan Selim Hân'ın oğlu, Sultan Süleyman Hân’ım.
Sen ki,
Françe vilayetinin kralı Françesko (François, Fransuva)’sun.
Sultanların sığınma yeri olan kapıma, adamın Frankipan ile mektup gönderip, memleketinizin düşman istilâsına uğradığını, hâlen hapiste olduğunuzu bildirip, kurtulmanız hususunda bu taraftan yardım ve medet istida etmişsiniz. Her ne ki demiş iseniz benim yüksek katıma arz olunup, teferruatıyla öğrendim.
Padişahların mağlup olması ve hapsolması tuhaf değildir. Gönlünüzü hoş tutup, hatırınızı incitmeyiniz. Bizim ulu ecdadımız, daima düşmanı kovmak ve memleketler fethetmek için seferden geri kalmamıştır. Biz dahi onların yolundan yürüyüp, her zaman memleketler ve kuvvetli kaleler fetheyleyip gece, gündüz atımız eğerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır. Allah hayırlar müyesser eyleyip meşiyyet ve iradatı neye müteallik olmuş ise vücuda gele. Bunun dışındaki vaziyet ve haberleri adamınızdan sorup öğrenesiniz. Böyle bilesiniz.
Cevabi mektup kimilerine göre; dönemin Osmanlı İmparatorluğu açısından diplomasi ve askeri üstünlüğünü göstermesi açısından son derece makul ve anlaşılabilir iken, kimilerine göre de, hoşgörüden azade kibrin zirve yaptığı bir tutum ve davranış olarak değerlendirilmektedir. Ancak, nasıl değerlendirilir ise değerlendirilsin, uluslararası kabul görmüş bir seviye, güç ve kabiliyet gerektiren bir durumun yansımasıdır, tüm bu yaklaşımlar…
Bu vesile ile de; kısaca da olsa bu tarihi tespit üzerinden günümüze bakarak görüş belirtmenin faydalı olacağı mülahazasıyla, bir devlet büyüğümüzün geçenlerde mezkur mektubun bir bölümünü, bir şeylerin tebarüz ettirilmesi adına tekrarlanması, en hafif deyimiyle bir halüsinasyon durumudur… Akıllara ziyan…
İktidar hırsının ve sahipliğinin yarattığı bu sarhoş edici hormonlu güç, Kanuni’nin söylemindekine benzer “Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi” yaklaşımı, mezkûr padişahların doğru işler yapmasına engel oluşturması yanında, yanlışlıklar bataklığına gark olmalarına yol açmıştır sürekli… Bu kabil ruh hali, mezkûr padişahlara, yapılan yanlışları bilseler ya da anlasalar dahi geri adım atma, kararı düzeltme gibi davranışlar önünde en ciddi engeli oluştururlar… Tam da bu yüzden, bir yanlışın kendi yorumlarına uygun olarak düzeltilmesi çabası yeni yanlışları doğurmakta, sadrazamları bile sahipliğin devamı için göz kırpmadan harcamaya kadar vardırmaktadırlar yanlışlıkları bazen de… Bu padişahların, bu padişahlık ruh hallerinin, “padişahım çok yaşa” nutuklarından beslendikleri aşikâr olup, bu ruh halinin zaman içinde padişahların sonunun hazırlayıcısı olması ise idraklerinden kaçmaktadır.
Son olarak yeni öğrendiğim haliyle belirtmeliyim ki, mezkûr hikâyenin ruhuna uygun olarak tespiti yapılan bu durumun, tıp dilindeki karşılığının “padyshaımus syndrome” denilen bir hastalık olduğu geniş çevreler tarafından kabul edilmektedir. Türkçemize “Padişah hastalığı” olarak çevrilebilecek bu sendrom, aslında makam koltuğuna oturulduğunda koltuktaki fitilin “fitillenmesi” neticesinde malum sonuçlara neden olurmuş… Hastalar ise oldum (çırak, usta, kalfa, müteahhit sıfatları ile) sanırlarmış kendilerini, her olmadığını gördüğünde de, hastanın ruhunu ateşler sararmış, kontrolden çıkarmış ve terbiyesiz, hazımsız, saygısız hatta küstah oluverirmiş... Yüce Rab ül âlemin bu kabil hastaların yar ve yardımcısı olsun… “Sen kimsin be” diye sağa sola sataşma gibi sonuçları olan bu hastalığın ne yazık ki hâlihazırda bir tedavisi de yokmuş… Muhataplarına da sabır ihsanı dilemekten başka bir şey yapamıyoruz… Herkese geçmiş olsun…

Hiç yorum yok: