Çeşme’nin; çok sınırlı konut ve ağırlıklı olarak ta
rekreasyon alanı olarak ayrılması gereken, belki de bu yüzden ve bir ölçüde
benim de doğru gördüğüm 1. derece doğal SİT alanı ilan edilen, kentin önemli
yeşil alanını oluşturan Karadağ adında bir dağı vardır, bugünlerde farklı bir
yaklaşımın hedefi durumundadır. Bu dağ
http://sosyalyasamdaalternatif.blogspot.com/
adresindeki blok ve Yeni Çeşme gazetesindeki 07.02.2011 tarihli “İLK YAP İŞLET DEVRET ÇEŞME’DE PAFTOS
MESELESİ” başlıklı yazımda bahsettiğim “1914-1918 yılları arasında Çeşme
Kaymakamlığı yapmış Hilmi Uran’ın anılarını topladığı “Meşrutiyet, Tek Parti,
Çok Parti Hatıralarım (1908-1950)” adlı kitabında Çeşme bölümünde “Paftos
meselesi” adlı başlık altında yazılmış enteresan bir bölüm vardır. Burada;
benim bugüne kadar okuduğum kaynaklar içinde, bugün literatüre
“Yap-işlet-devret” adıyla girmiş bulunan bir uygulamanın bulunması dikkatimi
çekti. Nasıl anlatıyor bu uygulamanın kilometre taşlarını Hilmi Uran;
“Çeşme’nin yakın tarihi hakkında sonraları edindiğim bilgiye göre, vaktiyle
Çeşme’de de arazi büyük parçalar halinde idare edilir” ve devamında “İnsan
elinin azlığından ve himmetsizliklerinden bu çiftlikler sahiplerine pek az
fayda sağlarlarmış. Fakat Çeşme bu durumda iken adalar da, nüfus fazlalığından
muzdarip bulunuyorlarmış, oralardan da nüfus kendine taşacak yer aramakta imiş.
İşte adalardan bazı çalışkan ve becerikli Rumlar ihtiyaç sevkiyle Çeşme’deki
çiftlik sahiplerine müracaat ederek, kendilerine ayrılacak küçük arazi
parçaları üzerinde bağ tesisine izin almışlar ve uzunca bir müddet
faydalanacakları bu bağları bu müddetin hitamında bağ olarak aynen çiftlik
sahiplerine bırakmayı taahhüt etmişlerdir” (shf 67-68)… Zamanla bu Rumlar
köylere de yerleşerek, kayalık arazileri
set yapmak ve başka yerlerden toprak taşımak suretiyle bağlıklar kurmuş ve
Sakız Adasından koyun getirerek yetiştirmeye başlamışlardır”
Evet; yamaçları tamamen teraslanarak ve yeterli toprak
taşınarak elde edilen KARADAĞ’da Çeşme’nin
uzun yıllardır dillere destan olan ve müthiş üzümü yetiştirilmiş, Çeşme
şarapçılığı bu sayede bugün bile taaaa Fransa’ya kadar ün ve nam salmıştır. Terasların
ne kadar muhteşem olduğunu, havadan fotoğraf çeken ama beni affetsin ne yazık
ki ismini anımsayamadığım fotoğraf sanatçısının hazırladığı katalogdan bir kez
daha görmüş idim geçenlerde, bu terasların bu haliyle bile bir kültürel ve
turistik figür olduğunu asla unutmayalım, onları kaybettikten sonra
hayıflanmanın bir faydası olmayacaktır.
Şimdi bu KARADAĞ
rüzgâr türbinleri kurularak elektrik enerjisi üretilmek üzere ve 2057 yılına
kadar geçerli olacak lisans tanzimi ile tahsis edilmiş bulunmaktadır.
Enerji; sanayi, teknoloji, ulaşım, iletişim başta olmak
üzere bilgi toplumunun en önemli ve asla vazgeçilemeyecek bir ihtiyacıdır ve
görünen o ki olacaktır da, dolayısıyla bu kadar değerli ve toplumun temel
taşının temin kaynaklarının sınırlı olması ve dayandığı fosil yakıtların yarattığı
çevre etkileri ve kaygıları nedeniyle, sürekli bir arayış içinde olan bilim
dünyası, devamlılığı ve yenilebilirliği çevresel olumsuz etkileri en az olan
enerji kaynaklarını bulmak ve geliştirmek adına yoğun çalışmalar içindedir.
Bugün bilim dünyası, yenilenebilir enerji kaynaklarından başta Güneş, Rüzgâr,
Jeotermal, deniz dalgası, hidrojen gibi kaynakların, Dünyanın yaşanabilirlik
ortamının ve teminde de sürekliliğinin bozulmaması amacıyla enerjinin üretim
yöntemi ve biçimleri ve bunların çevresel etkileri üzerine ulusal ve uluslar
arası hukuk, üretim ve iletim teknik ve güvenlikleri bakımından bir hayli
mesafeler kat etmiştir veya en azından bugünkü bilgi ve tecrübe düzeyimiz
mucibince bu rahatlıkla söylenebilir görünmektedir. Günümüzde ihtiyacın çok
önemli bir bölümünü oluşturan fosil yakıt kaynaklı enerjinin, sonuçta açığa
çıkan sera gazı başta olmak üzere karbondioksit ve metan gazı, kükürt
partikülleri, azot oksit ve kül neticesinde insan ve çevre sağlığı üzerinde çok
olumsuz etkiler oluşturduğu sağır sultanın bile malumudur artık. HES (hidro
elektrik santral) lerin de habitat ve iklim üzerinde olumsuz etkileri ise
bugünlerde gerçekleşen eylemlerde çevre duyarlı sivil toplum kuruluşlarınca,
özellikle de Karadeniz Bölgesinde yaşananlar yeterince afişe edilmiş bulunmakta
ve kanımca salt bu nedenle de konuyla ilgili yatırımların bu oluşan yeni bilgi
ve teknolojilerle yeniden gözden geçirilmesi kaçınılmaz olmuştur.
Uzun yıllardır Canım Yurdumda izlenen neoliberal politikalar
çerçevesinde, eğitim, sağlık, kitle ulaşımı, enerji, su temini, toplu konut başta
olmak üzere tartışmasız kamu tekeli olması gereken sektörler, bir taraftan var
olan kamu tesisleri özelleştirmelerle diğer taraftan tahsis edilen lisanslarla
da yeni yapımları, iştahları bir türlü ıslah olunamayan, terbiye edilemeyen her
şeye paragözüyle bakan sermaye kesiminin insafına terk edilmiştir. Kapitalizmin
genel ya da yerel bunalımının tavan yaptığı dönemlerde de, daha da katmerleşen bu
uygulamaların rezalet örnekleri de asla göze görünmemekte hatta daha da
radikalleşen boyut kazanmaktadır, yeter ki kapitalizm esenlik içinde sömürü
çarklarını korusun muktedirler açısından, tek kriter budur, ancak gözü doymaz
sermayeye yeni kârlı yatırım alanları ve olanakları açmak zorunluluğu bizim
hayatımızı cendere altına alıyor ya adamı kahreden taraf o oluyor işte.
Enerjinin bir şekilde temin edilip sunulacağını bilen
bizler, hele bu kaynak da yenilenebilir ve sürekliliği korunabilir, insan ve
çevre açısından klasik kaynaklar kadar olumsuz sonuçlar doğurmayan rüzgâr ise,
olsa olsa buna destek veririz ama seçilen yer KARADAĞ olunca, buna itiraz edilmesi gereği hemen oluşuyor. Adamın
çıkıp meydana “başka yer mi bulamadınız
beeee” diye bağırası geliyor, valla…
Yerleşim alanına bu kadar yakın hatta yerleşim alanının
deyim yerindeyse dizinin dibine, rüzgâr türbinleri koymak önüne geçilemeyecek
sorunlara neden olabilir, bu kadar mı aklıselimden vareste kararlar alınır,
valla anlamak mümkün değil… Genelde enerji üretimi sırasında, oluşmasına neden
olduğu olumsuzlukları en az olan kaynak olsa bile, bu hiç zararsız ve sorunsuz anlamı
taşımaz ve taşımayacaktır da, başta gürültü, estetik, elektromanyetik alan, habitat
ve doğal SİT alan tahribatı, rüzgâr kararlılığının bozulması, rüzgâr
perdelemesiyle başlayan tespit edilmiş ve şimdilik yeni olması hasebiyle tespit
edilememiş bir dolu sonucu da vardır ya da olabilir.
Hemen yakınında öğretim kurumlarının bulunması nedeniyle oluşacak
elektromanyetik alanın ve gürültü sürekliliğinin, ilkokul çağındaki çocuklarımızın
fizik ve ruh sağlığı üzerinde yaratacağı olumsuzluklar hiç düşünülmemiş gibi
görünüyor… Gürültü kirliliği bugüne kadar baktığım tüm raporlarda sadece
insanın duyduğu ses aralıklarına göre değerlendirilmiştir, bu konuda kuşlar,
köpekler, tavuklar, koyun keçi gibi küçükbaşlar ve de özellikle arılar hep göz
ardı edilmiştir, peki bunlar bu çevre ile ilgili unsurlar değilmidir, bu karar
vericiler açısından acaba?
Peki, buraları benimde kısmen katıldığım karar ile doğal SİT
alanı ilan eden, Çeşme’lilere bugüne kadar gavur eziyeti çektiren, hatta öyle
ki tütün tarlalarını bile doğal SİT alanı ilan ederek artık konuyu başka bir
rant alanına dönüştüren kadroların ve onların yerel uzantılarının doğal SİT
alanı ilan edilen Karadağ’ın kurban edilişi karşısındaki tutumlarının ne
olduğunu çok merak ediyorum doğrusu.
Görsel ve estetik açıdan sanki bu şehirde yaşayanları
cezalandırmak istercesine gözümüze ve kulağımıza ve hatta zihnimize estetik
değerlerimize bir saldırı şeklinde algılanmasının önüne geçemiyorum, açıkçası…
Üretilen enerjinin ana şebekeye aktarılması için enerji nakil hatlarının
geçeceği bölgelerdeki elektromanyetik alanın olumsuzluklarının göz ardı
ediliyor vb. vb…
Bu her şeyi para kazanma-istihdam yaratma ikilemi içinde
göstererek Canım Yurdum İnsanını en hassas noktasından yakalama çabaları içinde
olanlara, daha az istihdamla daha büyük paralar kazanılabileceğini de
hatırlatmak isterim, üstelik az istihdam ama çok geniş ekonomik güvence
yaratılabilir, kolayca anlaşılacağı üzere. Bırakın insanları “kırk katır mı,
kırk satır mı” cenderesine sokmayı…
Büyüklüğüne bağlı olarak değişiklikler gösteriyor olmasına
rağmen, yatırım geriye dönüşlerinin 1 yıldan 3 yıla kadar, hatta büyük çaplı
yatırımlarda 6 aya kadar düşüyor olması, sadece kendi işletmesini fazla
önemseyen, asla insan ve çevre kaygısı olmayan, benim dışımda tufan-kıyamet
olsun yaklaşımı ve basiretine sahip canım yurdumun kapitalistleri açısından
hiçbir zaman ve hiçbir şart altında beis yoktur.
Sonuç olarak kentleri insan odaklı düşünmüyor ve planlamıyor
iseniz tabii ki sözümüz olamaz, zaten tüm gelişmeler de bize muktedirlerin ve
onun yoğun etkisi altındakilerin dert ve tasalarının “insanın kendisinin”
olmadığı biçiminde olduğunu göstermektedir, bir taraftan şehirleri otobanlara
çevirerek övünenler, diğer taraftan kentin ortasına termik santral yapıp
dünyanın en çevreci termik santralini yaptık diyerek yalan söyleyenler,
nihayetinde artık ustalaşınca da “çevrecinin babasıyız” mertebesine ulaşanların
bizi getireceği nokta, çevrenin tüketildiği nokta olacaktır. Tam da bu nedenle KARADAĞ da rüzgâr
türbinlerine hayır diyoruz…
Son olarak bir Afrika
Yerli Sözü:
Son ırmak kuruduğunda,
Son ağaç yok olduğunda, Son balık öldüğünde;
Beyaz adam paranın yenilemeyen bir şey olduğunu anlayacak!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder