ÇESO
(Çeşme Esnaf ve Sanatkarlar Odası) Başkanı Osman Köfüncü; Çeşme ve Sakız Adası
ilişkilerinin geliştirilmesi adına yapılan ziyaretin konuşmalar ve temenniler
bölümünde, 2012’de bu işin temellerinin atıldığını beyan ettikten sonra “keşke 20 yıl önce yapabilseydik, kesin
NOBEL Barış ödülüne aday olurduk” gibi fantastik bir yaklaşım gösterdi,
bunun bir istek, bir niyet, bir kararlılık olduğunu anlıyorum, ama 20 yıl
öncenin konjonktürü göz ardı edilerek, niyetlenilecek bir durum değildir bu...
Ama yine de kulağa hoş gelen kelamlar bunlar... Ancak bu kadar hoşluk yanında
bir de ciddi bir resmi tarih tespiti sözkonusu ki, asıl tenakuz orada
başlıyor... Hani, her 16 Eylül Çeşme’nin Kurtuluş törenlerinde, temsiliyete
haiz her zevat der ya; “düşmanı denize döktük”... İşte bu dil düzelmeden ya da
düzeltilmeden, diğer taleplerin altı nasıl dolar, Allah bilir... “Düşmanı
denize döktük” diye övünenlerin ve de onların torunları bugün artık, turistik,
ekonomik, kültürel, sportif ilişkiler oluşturarak yeni ve barışa hizmet eden
bir arayış ve gelişme istemektedirler. Ve bunun “Ege’nin” 2 yakası için bir gereklilik, hatta kaçınılmazlık olduğu
ortadadır. Artık, ya “düşmanı denize
döktük” teranesi terkedilmeli ya da bu sevda terkedilmeli gibi
durmaktadır... Bir taraftan işbirliği ve üstüne barış arayışında ve
beklentisinde olacaksın ve diğer taraftan da beklenti içinde olduklarını yılda
birkaç kez de olsa düşman nitelemesi ile yaftalayacaksın, kargalar da güler...
Genelde
“barış”, devrimcilerin, solcuların
ve sosyalistlerin işi ve uğraşı olup, ısrarla talep ve takip etmeleri
neticesinde bir eylem planına bağlanır, ama, Çeşme ve Sakız adası arasındaki bu
dostluk en azından Çeşme ayağı (çünkü Sakız ayağındaki önemli kişinin sosyalist
olduğunu biliyoruz) genellikle sağcılardan oluşmuştur, Eski Belediye Başkanı Nuri
Ertan, Eski Belediye Başkanı Faik Tütüncüoğlu, Eski ÇESO Başkanı Mustafa
Cenger, şu andaki ÇESO Başkanı Osman Köfüncü vs vs... Bu da not edilmesi
gereken bir durumdur, en azından benim açımdan böyledir. Bu köprülerin barış ve
sonucunda yaratılacak sosyal ve siyasal iklimin, kültürel, tarihsel ve turistik
ve sportif faaliyetlere yol vereceği açık olmakla birlikte, velev ki barıştan
gayrısı olamadı, bu iş salt barış için bile yapılır, ben bu sonucu bile çok
önemsiyorum... Diyelim ki bu girişimlerin altında, şeytanın avukatlığına
soyunarak söylüyorum, salt ticari kaygılar, turist rekabeti ve fazlalığı
yaratma çabası vardır, öyle olsa bile, umarım ve dilerim ki, barıştan yana
girişim ve kararı üstünden, bu anlamda tribünlere oynanan bir şey değildir tüm
bu olanlar... Adamlar gayet güzel karşılık birbirlerine saygı ve sevgi baslediklerini
beyan ediyorlar, ama söylenenler gerçekten harika şeyler, efendim gerçek öyle
değildir diyenler olabilir, eee valla ben bilemem, ben niyet okuyacak durumda
değilim, ne diyorlarsa o... Ha dediklerinin hilafına da bir davranış görürsek,
onu da yazmak bize vazifedir hemde sık eleyip, derin ve sert eleştirerek... Umarım
tribünlere oynanmıyordur. Bizim barışa ihtiyacımız var, ama hem içeride hem de
dışarıda, hem de behemehal, hatta bir hayli fazla ihtiyaç var, barış ve huzur
bekliyoruz.... Yurtta barış, Dünyada barış... Milliyetçiler, buradan bakıp
karşı adına iç geçirir, karşıdan bakıp bura adına iç geçirirler, kim ne derse
desin, ne yazık ki bu böyledir... Hangi milliyetçiler mi, ne fark eder ki, ha
Yunan milliyetçisi, ha Türk milliyetçisi, ha Kürt milliyetçisi...
Ortadoğu’da
yaşanan kirli savaşın, kişisel olarak değil ama ülke yönetimi olarak müsebbibi sayılma
suçlamasının etkisiyle, Çeşme’de yaşanan “Suriyeliler
krizi”nin nasıl bir dram olduğunu, dakika dakika izleyen, gönlü bulanan, yüreği
daralan ve sürekli gözleri yaşaran birisi olarak, maalesef Sakız Adasında da,
bin beter vaziyetlere tanıklık etmenin ilave üzüntüsü de, birlikte olduğumuz
insanların hem zihinlerini, hem de gündemleri işgal etmiştir. Savaşı
bilmeyenlerin, savaşa gitmeyenlerin, savaştan umar şeyleri olanların,
yarattıkları savaşta, ne ocaklar sönüyor, ne hayatlar son buluyor, aman allahım
bu nasıl bir ızdıraptır dedirten manzaralar... Sahilde, patlamış botlar,
atılmış can yelekleri, her yerde görülüyor, tüm sakız adasının Çeşme tarafına
bakan sahilinde... Diğer taraftan, kale etrafında, rıhtımda, sokak aralarında,
parklarda, her yerde “göçmenler”... Ufacık
bezlerden yarattıkları küçücük kapalı alanlarda çocuklarını uyutmaya
çalışırken, kendileri açıkta, ayazda... Şanslı olanlar UNHCR nin “Göçmen idaresi” çadırları altındaki
daha kabul edilir, ızdıraplı yaşamları... Kimse bu göçmenlere, taksilere
binemezsin, dolmuşlara binemezsin, otobüslere binemezsin demiyor, yine de... Savaşı bilmeyen, ama savaşı isteyen ve
yaratan ve savaşlardan umarı ve muradı olan beylerin vicdanlarının sorgulandığı
yerdir, barış ve huzur dolu olan yerler, bu anlamda barışın kıymetini bilmek
gerektiği asla ve kat’a unutulmadan, öyle gaza gelip, herşey vatan için
gazıyla, yola çıkılırsa sonumuz, mazallah... Peki savaş umarcısı ve yaratıcısı
beylerin, bu sonuçları bilmediklerini söylemek mümkün mü? Hayır, şüphesiz
hayır...
Evet,
tam da bu yüzden, barışı kim istiyorsa, kim barış için çaba gösteriyorsa, bu
uğurda kim samimi girişimlerde bulunuyorsa, bizden destekten başka bir şey
beklemesin, destek, hem de tam destek... Bu anlamda Osman Köfüncü ve ekibine
bir kez daha teşekkür ediyor ve başarılar diliyoruz.
Ne
olursa olsun barış, ne olursa olsun huzur... Her türlü gönülsüz göç dalgası
yaratan girişimlere hayır...
Adalılar
da bizim insanlarımız gibidir ve bu yüzden karşılıklı gidişler, gelişler,
çalışmalar, ikamet etmeler “kuralsız
olmalıdır” diye düşünüyorum, hem de herkese ve her kesime... Efendim, şöyle
olurmuş, böyle olurmuş, olsun, nasıl olsa bir vade içinde bir düzene kavuşur, ve belki de dünyada sınırsızlığın bir ilk adımı
olur bu. “yaşasın sınırsızlık”, yaşasın
sınırsızlık diyen ve diyebilenlerin yüzü suyu hürmetine gelişecektir..
Bana
da gazeteci denmez ama, ÇESO’nun bu seyahatini izledim, ne mi yazacaktım,
seyahat izlenimleri mi, olmadı, ama ne yapalım bana da böyle bir görev düştü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder