Pazartesi, Kasım 09, 2015

CHIOS, BARIŞ ve HUZUR

ÇESO (Çeşme Esnaf ve Sanatkarlar Odası) Başkanı Osman Köfüncü; Çeşme ve Sakız Adası ilişkilerinin geliştirilmesi adına yapılan ziyaretin konuşmalar ve temenniler bölümünde, 2012’de bu işin temellerinin atıldığını beyan ettikten sonra “keşke 20 yıl önce yapabilseydik, kesin NOBEL Barış ödülüne aday olurduk” gibi fantastik bir yaklaşım gösterdi, bunun bir istek, bir niyet, bir kararlılık olduğunu anlıyorum, ama 20 yıl öncenin konjonktürü göz ardı edilerek, niyetlenilecek bir durum değildir bu... Ama yine de kulağa hoş gelen kelamlar bunlar... Ancak bu kadar hoşluk yanında bir de ciddi bir resmi tarih tespiti sözkonusu ki, asıl tenakuz orada başlıyor... Hani, her 16 Eylül Çeşme’nin Kurtuluş törenlerinde, temsiliyete haiz her zevat der ya; “düşmanı denize döktük”... İşte bu dil düzelmeden ya da düzeltilmeden, diğer taleplerin altı nasıl dolar, Allah bilir... “Düşmanı denize döktük” diye övünenlerin ve de onların torunları bugün artık, turistik, ekonomik, kültürel, sportif ilişkiler oluşturarak yeni ve barışa hizmet eden bir arayış ve gelişme istemektedirler. Ve bunun “Ege’nin” 2 yakası için bir gereklilik, hatta kaçınılmazlık olduğu ortadadır. Artık, ya “düşmanı denize döktük” teranesi terkedilmeli ya da bu sevda terkedilmeli gibi durmaktadır... Bir taraftan işbirliği ve üstüne barış arayışında ve beklentisinde olacaksın ve diğer taraftan da beklenti içinde olduklarını yılda birkaç kez de olsa düşman nitelemesi ile yaftalayacaksın, kargalar da güler...

Genelde “barış”, devrimcilerin, solcuların ve sosyalistlerin işi ve uğraşı olup, ısrarla talep ve takip etmeleri neticesinde bir eylem planına bağlanır, ama, Çeşme ve Sakız adası arasındaki bu dostluk en azından Çeşme ayağı (çünkü Sakız ayağındaki önemli kişinin sosyalist olduğunu biliyoruz) genellikle sağcılardan oluşmuştur, Eski Belediye Başkanı Nuri Ertan, Eski Belediye Başkanı Faik Tütüncüoğlu, Eski ÇESO Başkanı Mustafa Cenger, şu andaki ÇESO Başkanı Osman Köfüncü vs vs... Bu da not edilmesi gereken bir durumdur, en azından benim açımdan böyledir. Bu köprülerin barış ve sonucunda yaratılacak sosyal ve siyasal iklimin, kültürel, tarihsel ve turistik ve sportif faaliyetlere yol vereceği açık olmakla birlikte, velev ki barıştan gayrısı olamadı, bu iş salt barış için bile yapılır, ben bu sonucu bile çok önemsiyorum... Diyelim ki bu girişimlerin altında, şeytanın avukatlığına soyunarak söylüyorum, salt ticari kaygılar, turist rekabeti ve fazlalığı yaratma çabası vardır, öyle olsa bile, umarım ve dilerim ki, barıştan yana girişim ve kararı üstünden, bu anlamda tribünlere oynanan bir şey değildir tüm bu olanlar... Adamlar gayet güzel karşılık birbirlerine saygı ve sevgi baslediklerini beyan ediyorlar, ama söylenenler gerçekten harika şeyler, efendim gerçek öyle değildir diyenler olabilir, eee valla ben bilemem, ben niyet okuyacak durumda değilim, ne diyorlarsa o... Ha dediklerinin hilafına da bir davranış görürsek, onu da yazmak bize vazifedir hemde sık eleyip, derin ve sert eleştirerek... Umarım tribünlere oynanmıyordur. Bizim barışa ihtiyacımız var, ama hem içeride hem de dışarıda, hem de behemehal, hatta bir hayli fazla ihtiyaç var, barış ve huzur bekliyoruz.... Yurtta barış, Dünyada barış... Milliyetçiler, buradan bakıp karşı adına iç geçirir, karşıdan bakıp bura adına iç geçirirler, kim ne derse desin, ne yazık ki bu böyledir... Hangi milliyetçiler mi, ne fark eder ki, ha Yunan milliyetçisi, ha Türk milliyetçisi, ha Kürt milliyetçisi...

Ortadoğu’da yaşanan kirli savaşın, kişisel olarak değil ama ülke yönetimi olarak müsebbibi sayılma suçlamasının etkisiyle, Çeşme’de yaşanan “Suriyeliler krizi”nin nasıl bir dram olduğunu, dakika dakika izleyen, gönlü bulanan, yüreği daralan ve sürekli gözleri yaşaran birisi olarak, maalesef Sakız Adasında da, bin beter vaziyetlere tanıklık etmenin ilave üzüntüsü de, birlikte olduğumuz insanların hem zihinlerini, hem de gündemleri işgal etmiştir. Savaşı bilmeyenlerin, savaşa gitmeyenlerin, savaştan umar şeyleri olanların, yarattıkları savaşta, ne ocaklar sönüyor, ne hayatlar son buluyor, aman allahım bu nasıl bir ızdıraptır dedirten manzaralar... Sahilde, patlamış botlar, atılmış can yelekleri, her yerde görülüyor, tüm sakız adasının Çeşme tarafına bakan sahilinde... Diğer taraftan, kale etrafında, rıhtımda, sokak aralarında, parklarda, her yerde “göçmenler”... Ufacık bezlerden yarattıkları küçücük kapalı alanlarda çocuklarını uyutmaya çalışırken, kendileri açıkta, ayazda... Şanslı olanlar UNHCR nin “Göçmen idaresi” çadırları altındaki daha kabul edilir, ızdıraplı yaşamları... Kimse bu göçmenlere, taksilere binemezsin, dolmuşlara binemezsin, otobüslere binemezsin demiyor, yine de... Savaşı bilmeyen, ama savaşı isteyen ve yaratan ve savaşlardan umarı ve muradı olan beylerin vicdanlarının sorgulandığı yerdir, barış ve huzur dolu olan yerler, bu anlamda barışın kıymetini bilmek gerektiği asla ve kat’a unutulmadan, öyle gaza gelip, herşey vatan için gazıyla, yola çıkılırsa sonumuz, mazallah... Peki savaş umarcısı ve yaratıcısı beylerin, bu sonuçları bilmediklerini söylemek mümkün mü? Hayır, şüphesiz hayır...

Evet, tam da bu yüzden, barışı kim istiyorsa, kim barış için çaba gösteriyorsa, bu uğurda kim samimi girişimlerde bulunuyorsa, bizden destekten başka bir şey beklemesin, destek, hem de tam destek... Bu anlamda Osman Köfüncü ve ekibine bir kez daha teşekkür ediyor ve başarılar diliyoruz.

Ne olursa olsun barış, ne olursa olsun huzur... Her türlü gönülsüz göç dalgası yaratan girişimlere hayır...

Adalılar da bizim insanlarımız gibidir ve bu yüzden karşılıklı gidişler, gelişler, çalışmalar, ikamet etmeler “kuralsız olmalıdır” diye düşünüyorum, hem de herkese ve her kesime... Efendim, şöyle olurmuş, böyle olurmuş, olsun, nasıl olsa bir vade içinde bir düzene kavuşur, ve  belki de dünyada sınırsızlığın bir ilk adımı olur bu. “yaşasın sınırsızlık”, yaşasın sınırsızlık diyen ve diyebilenlerin yüzü suyu hürmetine gelişecektir..

Bana da gazeteci denmez ama, ÇESO’nun bu seyahatini izledim, ne mi yazacaktım, seyahat izlenimleri mi, olmadı, ama ne yapalım bana da böyle bir görev düştü.

 

Hiç yorum yok: