Geçtiğimiz
günlerde Çeşme’den ÇESO (Çeşme Esnaf Sanatkarlar Odası) heyeti ile birlikte
gerçekleştirdiğimiz Yunanistan Sakız Adası seyahatinde; program gereği gezilen “resim
sergisi” arkasından 2 saatlik serbest zaman bitiminde bir araya gelinecek, kararlaştırılan
buluşma saati öncesi Sakız Adası Büyük Park önüne geldiğimde, parkın içinde “Birleşmiş Milletler Göç İdaresi”
tarafından tahsisi yapılan çadırların aralarında, göçmenlerin durumuna tanıklık
etmek adına dolaşırken birden, biraz ileride pankart asan birkaç genci görünce
merak edip pankartların ne olduğunu anlamaya çalışırken, birden kulağıma “Karadeniz Maçka” türküleri gelmeye
başladı, asılan pankartlara biraz yakında kurulan aletlerle müzik yayını
yapılmaya başladı, anlamaya çalışırken, sahne siyah cüppeleri ile “din adamları” tarafından dolmaya
başladı... Müziklerin kendisi, din adamlarının varlığı ve de özellikle her ne
kadar anlayamadıysam da pankartlardaki görünüm, milliyetçilerin bir protesto
görüntüsünü ortaya çıkarmaktaydı... Bir kenara çekilip, fotoğraf ve video
çekmeye devam ettim... Her dakika, din adamlarının sayısı artıyor, her yeni
gelenin önceki gelenden daha önemli bir mevki işgal ettiği her hallerinden
belli oluyordu, birkaç ta sivil giyinimli gösterici de oradaydı, an
itibariyle...
Grubumuza
rehberlik eden bir Sakızlı Arkadaşa gösterinin konusunun ne olduğunu sordum;
Yunanistan Eğitim Bakanı Nikos Filis’in katıldığı bir televizyon programında; kendisine
sorulan bir soru üzerine 7 yıl önce Avgi Gazetesinde de yazmış olduğu; “Pontus soykırımı yoktur” açıklamasını
tekrar etmiş ve şöyle devam etmiş; “Yıllar önce gazeteci olarak çok sayıda
tarihçi ve uluslararası uzmanın görüşüne katılarak bu Pontus Hellenizmine
soykırım yapılmadığına ilişkin açıklama yaptım. Kan dökülerek yapılan “etnik
temizlik” ile “soykırım” arasında bir ayrım yaptık. Bu, Jön Türklerin
vahşetinden çeken Pontusluların acısını ve dökülen kanı tanımadığımız anlamına
gelmez. Bu başka bir şey. Bilimsel anlamda soykırım başka bir şey”. Yandı gülüm
keten helva... Protestolar, istifa çağrıları...
Canım
Yurdumun, ünlü ancak, 50 yılda, 50 farklı çizgi savunucusu olarak tarihe
geçmiş, şu anda bir partinin de liderliğini yapan malum zat’a gün doğmuş
hemen... Malum zat; “Türkiye'nin
Strazburg'da kazandığı AİHM zaferinin gerekçeli kararını Filis de
tekrarlıyor. Buna göre, soykırım hukuki
bir tanımdır. Uluslararası Mahkeme kararı ve soykırım tanımı olmaksızın soykırım tanımı
kullanılamaz. Tehcir, soykırım değildir ve bu
nedenlerle ulusal parlamentoların aldıkları soykırımı tanıma kararları
yanlıştır” diyerek açıklamaya sahip çıkıyor... Meşrebe ve damara uygun ya... Hani
insanın sormadan duramadığı, hangi mahkemenin, hangi kararı, hangi döneme ve
hangi yöne göre alınan karar, ne amaçla kullanılma hedefi olan karar... Karar
da karar... Kararın bata diyesi geliyor, velev ki o tanım, velev ki bu karar,
ula insanlar yok oldu, insanlar... Velev ki tehcir, velev ki tatile gönderme,
velev ki soykırım, ne değişir, insanlar öldü, insanlar yok oldu... Ama beylerin
umrunda mı? İnsanlar yok olmuş, insanlık irtifa yitirmiş... Varsa yoksa, toprak
istenir, tazminat istenir... Yani toprak istenmesin, tazminat istenmesin,
varsın yüzbinlerce insan ölsün... Sevsinler sizi, emi...
Ancak;
bu ara detaylardan azade, tanık olduğum protesto gösterisinin “asıl oğlanları” din adamları idi,
tıpkı dünyanın her yanında, her dininde, her milliyetçi ve egemen şakşakcısı ve
savunucusu gösteride olduğu üzere... Malum olduğu üzere, eşitsizlik ve
yoksulluğun yok edilmesi iddiası ile tezahürünün hilafına, muktedirlerin ve
egemenlerin düzenine itiraz ve isyan eden, hatta bu itiraz ve isyanın zorla
bastırılmasına baş kaldıran ve yaratılan değerlerden daha fazla pay talep edenlere
karşı bir nevi terbiye tadadı gibidir, din ve din adamlığı... Eeee tarifi de
böyle yaparsanız, adamların rolü de gayet açık ve anlaşılır olur... Tabii ki,
mabed-i muazzama ve maâşât-ı muazzama
tahsisat-ı hükümet olunca, durumun farklı olması beklenemez... Ne demişler, “parayı veren düdüğü çalar”...
Ayaktakımlarının, enalttakilerin, açların, işsizlerin, yoksulların, emeğinden
başka satacak şeyi olmayanların, yanında olma tercihi konulursa, mezkur durum
hayal olur... O nedenle akıllı olmak gerek tabii... Bakın bakalım,
etrafınızdaki ülkelerin ya da kendi ülkemizin mezkur zevatının durumuna,
durumları gereği nerede olmaları gerekir ya da oldukları yere nasıl
gelmişlerdir, sorusunu kendi kendinize sorun ve cevabını 100 kere aklınıza veya
defterinize yazarak, konuyu çalışın...
Hatırlayın
bakalım; dünyanın en önemli dini lideri Papa Hazretlerine Filipinler seyahati
sırasında 12 yaşındaki kız çocuğunun “Tanrı neden bizim seks işçisi olarak
çalışmamıza izin veriyor” sorusunu... Var mı cevabı...
Hatırlayın
bakalım; bir sürü andevül din alimi diye ortalıkta endam deviren zevatın; “Kızlar
9 yaşında evlenebilir”, “iz bırakmadan kadınları dövün”, “kadın recm edilir”, “faiz
haramdır deyip en büyük faizci düzenin parçası olunmasına”, “Ya devlet başa ya
kuzgun leşe” vs. vs. gibi daha şimdi saymaya gerek olmayan, bir sürü subuk kelamları karşısında, Milli Eğitim
ve Sağlık Bakanlığı bütçelerinin toplamlarından fazla bütçe harcayan ve
kendilerini fetva makamı diye kakalamaya çalışanların ne dediğini... Hiç... Kocaman
bir hiç... Maksat müesses nizam devam ede, beylerimiz nemalana... Onların
umruna mı işsizlik, onların umruna mı yoksulluk ve yolsuzluk, onların umruna mı
hastalık, onların umruna mı doğa katliamı, onların umruna mı Irak, onların
umruna mı Suriye... Vallahi yeter şiştim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder