Pazartesi, Kasım 16, 2015

YUNANİSTANDAKİ PONTUS DERNEKLERİ ve SOYKIRIM


Geçtiğimiz günlerde Çeşme’den ÇESO (Çeşme Esnaf Sanatkarlar Odası) heyeti ile birlikte gerçekleştirdiğimiz Yunanistan Sakız Adası seyahatinde; program gereği gezilen “resim sergisi” arkasından 2 saatlik serbest zaman bitiminde bir araya gelinecek, kararlaştırılan buluşma saati öncesi Sakız Adası Büyük Park önüne geldiğimde, parkın içinde “Birleşmiş Milletler Göç İdaresi” tarafından tahsisi yapılan çadırların aralarında, göçmenlerin durumuna tanıklık etmek adına dolaşırken birden, biraz ileride pankart asan birkaç genci görünce merak edip pankartların ne olduğunu anlamaya çalışırken, birden kulağıma “Karadeniz Maçka” türküleri gelmeye başladı, asılan pankartlara biraz yakında kurulan aletlerle müzik yayını yapılmaya başladı, anlamaya çalışırken, sahne siyah cüppeleri ile “din adamları” tarafından dolmaya başladı... Müziklerin kendisi, din adamlarının varlığı ve de özellikle her ne kadar anlayamadıysam da pankartlardaki görünüm, milliyetçilerin bir protesto görüntüsünü ortaya çıkarmaktaydı... Bir kenara çekilip, fotoğraf ve video çekmeye devam ettim... Her dakika, din adamlarının sayısı artıyor, her yeni gelenin önceki gelenden daha önemli bir mevki işgal ettiği her hallerinden belli oluyordu, birkaç ta sivil giyinimli gösterici de oradaydı, an itibariyle...

Grubumuza rehberlik eden bir Sakızlı Arkadaşa gösterinin konusunun ne olduğunu sordum; Yunanistan Eğitim Bakanı Nikos Filis’in katıldığı bir televizyon programında; kendisine sorulan bir soru üzerine 7 yıl önce Avgi Gazetesinde de yazmış olduğu; “Pontus soykırımı yoktur” açıklamasını tekrar etmiş ve şöyle devam etmiş; “Yıllar önce gazeteci olarak çok sayıda tarihçi ve uluslararası uzmanın görüşüne katılarak bu Pontus Hellenizmine soykırım yapılmadığına ilişkin açıklama yaptım. Kan dökülerek yapılan “etnik temizlik” ile “soykırım” arasında bir ayrım yaptık. Bu, Jön Türklerin vahşetinden çeken Pontusluların acısını ve dökülen kanı tanımadığımız anlamına gelmez. Bu başka bir şey. Bilimsel anlamda soykırım başka bir şey”. Yandı gülüm keten helva... Protestolar, istifa çağrıları...

Canım Yurdumun, ünlü ancak, 50 yılda, 50 farklı çizgi savunucusu olarak tarihe geçmiş, şu anda bir partinin de liderliğini yapan malum zat’a gün doğmuş hemen... Malum zat; “Türkiye'nin  Strazburg'da kazandığı AİHM zaferinin gerekçeli kararını Filis de tekrarlıyor.  Buna göre, soykırım hukuki bir tanımdır. Uluslararası Mahkeme kararı ve soykırım  tanımı olmaksızın soykırım tanımı kullanılamaz. Tehcir, soykırım değildir ve bu  nedenlerle ulusal parlamentoların aldıkları soykırımı tanıma kararları yanlıştır” diyerek açıklamaya sahip çıkıyor... Meşrebe ve damara uygun ya... Hani insanın sormadan duramadığı, hangi mahkemenin, hangi kararı, hangi döneme ve hangi yöne göre alınan karar, ne amaçla kullanılma hedefi olan karar... Karar da karar... Kararın bata diyesi geliyor, velev ki o tanım, velev ki bu karar, ula insanlar yok oldu, insanlar... Velev ki tehcir, velev ki tatile gönderme, velev ki soykırım, ne değişir, insanlar öldü, insanlar yok oldu... Ama beylerin umrunda mı? İnsanlar yok olmuş, insanlık irtifa yitirmiş... Varsa yoksa, toprak istenir, tazminat istenir... Yani toprak istenmesin, tazminat istenmesin, varsın yüzbinlerce insan ölsün... Sevsinler sizi, emi...

Ancak; bu ara detaylardan azade, tanık olduğum protesto gösterisinin “asıl oğlanları” din adamları idi, tıpkı dünyanın her yanında, her dininde, her milliyetçi ve egemen şakşakcısı ve savunucusu gösteride olduğu üzere... Malum olduğu üzere, eşitsizlik ve yoksulluğun yok edilmesi iddiası ile tezahürünün hilafına, muktedirlerin ve egemenlerin düzenine itiraz ve isyan eden, hatta bu itiraz ve isyanın zorla bastırılmasına baş kaldıran ve yaratılan değerlerden daha fazla pay talep edenlere karşı bir nevi terbiye tadadı gibidir, din ve din adamlığı... Eeee tarifi de böyle yaparsanız, adamların rolü de gayet açık ve anlaşılır olur... Tabii ki, mabed-i muazzama ve maâşât-ı muazzama tahsisat-ı hükümet olunca, durumun farklı olması beklenemez... Ne demişler, “parayı veren düdüğü çalar”... Ayaktakımlarının, enalttakilerin, açların, işsizlerin, yoksulların, emeğinden başka satacak şeyi olmayanların, yanında olma tercihi konulursa, mezkur durum hayal olur... O nedenle akıllı olmak gerek tabii... Bakın bakalım, etrafınızdaki ülkelerin ya da kendi ülkemizin mezkur zevatının durumuna, durumları gereği nerede olmaları gerekir ya da oldukları yere nasıl gelmişlerdir, sorusunu kendi kendinize sorun ve cevabını 100 kere aklınıza veya defterinize yazarak, konuyu çalışın...

Hatırlayın bakalım; dünyanın en önemli dini lideri Papa Hazretlerine Filipinler seyahati sırasında 12 yaşındaki kız çocuğunun “Tanrı neden bizim seks işçisi olarak çalışmamıza izin veriyor” sorusunu... Var mı cevabı...

Hatırlayın bakalım; bir sürü andevül din alimi diye ortalıkta endam deviren zevatın; “Kızlar 9 yaşında evlenebilir”, “iz bırakmadan kadınları dövün”, “kadın recm edilir”, “faiz haramdır deyip en büyük faizci düzenin parçası olunmasına”, “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” vs. vs. gibi daha şimdi saymaya gerek olmayan,  bir sürü subuk kelamları karşısında, Milli Eğitim ve Sağlık Bakanlığı bütçelerinin toplamlarından fazla bütçe harcayan ve kendilerini fetva makamı diye kakalamaya çalışanların ne dediğini... Hiç... Kocaman bir hiç... Maksat müesses nizam devam ede, beylerimiz nemalana... Onların umruna mı işsizlik, onların umruna mı yoksulluk ve yolsuzluk, onların umruna mı hastalık, onların umruna mı doğa katliamı, onların umruna mı Irak, onların umruna mı Suriye... Vallahi yeter şiştim...

Hiç yorum yok: