Pazartesi, Nisan 25, 2016

CUMHURİYET

12 Eylül faşist darbesi mucibince, emperyalizme bağlılığın katmerleştirilmesini takip eden dönemde; canım yurduma bir yönüyle yeni bir nizam vermek diğer yanıyla da necip milletimizin kuvözdeki durumunu koruma adına; yok Avrupa Birliğine girdik giriyoruz, yok toplum sivilleşiyor, ahaa inanmazsanız bakın “MGK” (milli güvenlik konseyi) bile sivilleşiyor, askeri bürokrasi egemenliğinden ve askeri vesayetten de çok şükür kurtulduk, insan hakları gelişiyor, müesses nizam halk adına evriliyor, artık 1. cumhuriyet sona erdi yaşasın 2. cumhuriyet teraneleri arş-ı ala’ya ulaşıyordu, bu kendilerine 2. cumhuriyetçi adını veren rüzgârgüllerine göre durum tespiti budur… Gerçek niyetin türbana gizlenmiş hali ise, ılımlı İslam ile motivasyon ve güdüleme konusunda dikensiz gül bahçesi yaratmaktır. Peki, gerçekten işin aritmetik tarafı doğrumu yani bunların dedikleri gibi, yeni ihdas edilen 2. cumhuriyet mi? Hadi biraz da biz fikir jimnastiği yapalım bakalım mezkûr konu üzerine…

Türk Dil Kurumu (TDK) güncel Türkçe sözlüğünde; Milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı yönetim biçimi, şeklinde tarifi verilen “Cumhuriyet”; Aristo’da “Genelin menfaatini gözeten halk idaresi”, Montesquieu’de ise “yasama, yürütme, yargı erklerinin bulunduğu bu rejimde, bunların birbirlerine yönelik bağımsız tutumları ve karşılıklı denetim esasına yönelik işleyişi olan ve başında seçimle gelmiş yöneticilerin olması halidir” şeklinde tarif bulmaktadır. Feylesoflar cumhuriyetin mükemmel şeklini; çok partinin katıldığı genel seçimlerle parlamento çoğunluğunu elde etme ile iktidar sahibi olanların çıkardığı kanunlarla hiç bir özel bir gruba imtiyaz tanımadan kurgulanan bir devlete tekabül eden bir rejimdir diye tarif ederlerse de bunun ideal bir rejim olmadığını tüm ülkelerdeki pratikten anlamaktayız. Ancak görülüyor ki ve oluşan genel kanı, oy vererek vekil tayini ile halk idaresi oluşturulamayacağı yönünde olmuştur, hatta bu konuda dünya edebiyatının önemli yazarı Mark Twain, seçimlerin yani sandığın özgürlüğün tek yaratıcısı ya da aracısı olduğu savına karşı: “oy vermek bir farklılık yaratsaydı, oy vermemize izin vermezlerdi” diyerek yaşanan olumsuzluğa işaret etmektedir.

Canım yurdumun, Osmanlı’ya dayanan “hükümet-i cumhuriye” denemeleri bulunmaktadır, patinaj mahiyetinde, söz olarak cumhur hep ön plana çıkmış ve çıkmaktadır da, cumhurun kendisi bir türlü makûs talihini değiştirmeye muktedir olamamıştır. Bu cumhuriyet denemeleri canım Yurdumda “açık oy, gizli sayım” uygulamalarını bile görmüştür, ne yazık ki. Haaaa şimdi yahu geçmişte bu abukluklar yapılıyordu diye dalga geçmek, örnek göstermek yerine, bu güne kadar kullanmadığımız organımızı kullanıp azıcık tefekkür edersek, şimdiki seçimlerinde çok farklı olmadığını anlayabiliriz. Yunanistan’ın aynı kaynaktan temin edilen seçim sistemi programı ihalesini iptal ederek neden tekrar eski yönteme döndüğüne bile bakmak yeter, bu seçim sisteminin kullanılması neticesinde seçime katılım oranlarının % 110 lara vardığının ispatlanması üzerine de, yok elektrikler kesildi bilgi işlem sistemi çöktü, yok bu sapmalar genel temayülü değiştirmez gibi abukluklara yer verilmez, normal şartlar altında, ama... 

Eğer seçimler önem arz edecekse, cumhur’un bir oyunun bile değerlendirildiği bir sistem oluşturulmak zorundadır, sen şimdi, barajları savunacaksın ya da barajı kaldıralım ama yerine şunu getirelim diyerek daha kötü ve geri bir uygulama önereceksin, partilerin ön seçim yapsalar bile onlarda sistemin arkasına dolanarak üye kayıtlarını kendi oligarşilerince kontrol altında tutup oluşturuluyorsa ve hala daha cumhurun parası ile cumhura format atılıyorsa, seçim olsa ne olur olmasa ne olur, Allah aşkına… Kendi yaptığın siyasal partiler ve seçim yasaları gibi ince detaylar üzerinden, her türlü manipülasyondan nasip ve murat alarak, görece ahlaka ve adalete uygun hale getirilmiş bir cumhuriyet ise bahse konu, yapılacak herhangi bir şeyin kalmadığı noktada olduğumuz aşikârdır. Hele alavare-dalavere kabilinden hokkabazlıklarla oy kullanmayanların oranı %25 lere çıkmış ise, zaten acıklı halin pespayeliği sırıtmaktadır. Neyse olumsuzluklar üzerine daha binlerce kalem eleştiri yapabiliriz ama gerek yok, arif olan anlar…

İnsanlık adına cumhuriyetin tekamülü, ancak ve ancak, tarihte hatalı uygulamaların gün yüzüne çıkarılması ile tarihin tekerrür etmesinin önüne geçilerek yapılabileceği bilinci ile mümkündür yoksa hataların yarattığı başarıları muktedirleri güncel kılmak ve legalize etmek adına olamaz, ilaveten bu kabil çalışmalar öyle hikmeti kendinden menkul tarihçi postuna bürünmüş, bildikleri yanıldıklarına yetmeyen, daha da kötüsü tahammüden doğruyu yanlışa, yanlışı doğruya tahvil edenlerin kılavuzluğundan medet umularak olamaz… Bugünlerde ortalıkta tarihçi diye takdimi yapılan bazı mühim zevat var ki bunların başında Mustafa Armağan, Mehmet Çelik ve Murat Bardakçı gelmektedir, bunların neyi doğru neyi eğri söyledikleri siyasal yelpazedeki konumlanmalarına ve günlük çekim merkezlerine o kadar bağlıdır ki, inanayım derseniz maazallah siyah olur beyaz, beyaz olur siyah…

Cumhuriyet’in ilk olarak 1776’da ABD de, 1789 da ise Fransa’da ilan edildiği herkesin malumudur ve oralarda cumhurun temsiliyeti görece iyidir ancak aynı cumhuriyet, yani seçimle belirli dönemler için hükümet etmeye gelme yöntemi, İran, Türkmenistan ve Irak gibi ülkeler içinde geçerlidir. Az şey mi buralarda da temsiliyet %90 ların üstündedir, örnek mi Kenan Evren, Saddam Hüseyin, Muhammed Gurbanguly vb. dönemleri gibi… Hani bir de İngiltere de krallık halen… Demek ki, cumhuriyetin, salt seçimlerle sınırlı tarifinden yola çıkılarak yapılan kutsiyet çalışmaları bir işe yaramıyormuş, ne yapmak gerek ilaveten, çoğunluğun yerine azınlığın haklarının, özgürlüğünün gerçekten ama gerçekten güvence altında olabildiği ve her bireyin özgür iradesinin kendini yönetme ve yönetim üstünde söz ve karar hakkının kurumsallaşmasının işe yarayacağının kabulü ile mümkündür.

Cumhuriyet rejimini benimsemiş ülkeler, mezkûr rejimin tatbikatında değişik uygulamalar yapmaktadırlar ve bu uygulamaların rehberi de anayasalar olmakta olup Cumhuriyetlerin nasıl olacağının tarifini yapan anayasalardır, öyleyse her anayasa bir yeni cumhuriyete tekabül eder yorumunu yaparsak fazla da sallamış olmayız herhalde, peki bu kılavuz ile de bakar isek;
20 Ocak 1921 tarihinde kabul edilen 1. anayasa “Teşkilat-ı esasiye kanunu” yani yeni kurulan devletin yeni anayasası, 20 Nisan 1924'te yürürlüğe giren 2. anayasa 1924 Anayasası ile 1. anayasa olan Teşkilât-ı Esasîye Kanunu yürürlükten kaldırmıştır, 9 Temmuz 1961'de kabul edilen 1961 Anayasası ile 3. anayasa kabul edilmiş, 1924 tarihli 2. Anayasa yürürlükten kaldırmıştır, 12 Mart 1971 tarihinde cumhura hiç dayanmayan “partiler üstü” bir hükümet ile 3. anayasa büyük ölçüde değişmiş ve 4. anayasa sayılacak bir anayasa yürürlüğe girmiş, 12 Eylül 1980 de 4. anayasa ilga edilerek 1982 yılında 5. anayasa kabul edilmiş, şimdilerde de ileri demokrasinin canım yurduma getirilmesi adına 6. anayasa hazırlıkları yapılmaktadır. Hayırlı uğurlu olsun…

Deyin ki 6. değil 26. cumhuriyet (bu anlamda anayasa), her birinde toplumun önemli bir kesimi buna tepki gösteriyor ise yani demokratik olmadığı sürece bunlar üzerine edilecek her kelam berhavadır. Kavramlar üstünden gidildiği ve sadece kavramın önem arz ettiği durumda; her kavramın tekabül ettiği anlam; zaman, zemin ve teknik terakki ile malul olacağından, kavramın anlamının genişletildiği ya da daraltıldığı zeminlere uygun yansımalar yeni elitleri öne çıkarır, elitlerin tayin ettiği vekâletler hâsıl olur, elitin muktedir olduğu yerde hoşnutluklara göre genişleme ve daralma öne çıkar, al sana kısır döngü, vs. vs.


Ulusal egemenlik bayramınız mübarek olsun…

Hiç yorum yok: