Sinema
sanatçısı Tarık Akan; 12 Eylül Faşist darbesi öncesinde Almanya'da yaptığı bir
konuşmanın, dönemin iktidar gücünün kanatları altında beslenen, büyütülen, adı
görüntüde gazetecilik, aslında da kuzu postunda kurt olmanın yüksek seviyeli
icraatının, bugün ortalıkta hala bir şeymiş gibi dolanan Ilıcak ailesinin yönetimindeki
o zamanki Tercüman gazetesinin, konuyu bugünkü benzerlerini hiçte aratmayacak
şekilde çarpıtması neticesinde yurt dışından gelişinde havaalanında apar topar
gözaltına alınır. Sanatçının; gözaltında tutulduğu sürece tanık olduğu
işkenceleri, işkencecilerin ruh hali ve davranışları, tutukevlerinde rezaletin
ve insanlık dışı tutumları anlattığı ve "anne kafamda bit var" adını
koyduğu kitabını ilk yayınlandığı yıllarda okumuş idim. Bugünlerde ciddi manada
muhalif görüntüsü veren, muhaliflerin sözcülüğüne soyunduğu iddiasını ortaya
atan ancak aslında o günde, bugünde, tam anlamı ile aynı düşünen, davranan ve
yaşayan, sadece popüler davranma uzmanlığı hiç eksilmeyen ve de bu yönünü
istikbaline tahvil etme uzmanı olduğu asla ve kat'a tartışılamayacak olan Uğur
Dündar ile ilgili bölümü anımsadım, ilk baskısını okuduğum kitabı kütüphanemde
bulup, aşağıdaki bölümü kendisine yönelik hafıza tazeleme babında aktarıyorum.
Sanatçının anı kitabı, son derece sade ve basit kaleme alınmış olup, çokta
hafızalarda bir edebi değer olarak yer almayacak bir kitap olmakla beraber,
insana değer veren ve insanı seven, zihni memleket meseleleri ile meşgul olan,
etrafında olup bitenle ilgili olan, hülasa iyi bir vatandaş olma iddiasındaki iyi
bir kişinin kitabıdır diye değerlendirilmelidir.
"Saat 10 dolaylarında
ilk kez gördüğüm bir polis hücreye geldi:
"Hadi bakalım Tarık,
gel!"
Elim ayağım kesildi.
Midemden yola çıkan ılık bir yumru tüm bedenimi dolaştı. Yutkundum. Hüseyin'le
göz göze geldik; bakışlarımızla vedalaştık.
Ayakkabılarımı giydim. Polis
koluma girdi. A'nın kulübesinin yanındaki büyük demir kapının yanında yüzümü
duvara çevirdi, gözlerimi bağladı. Demir kapı açıldı. Polis koluma girdi,
yürüdük. Ara sıra, "Merdiven var"/ "Merdiven bitti" gibi
şeyler söylüyordu.
Durmadan yürüdüm. Günlerce
hiç hareket etmediğim için soluk soluğa kalmış,yorulmuştum. Yanımdan geçenlerle
birkaç kez çarpıştık.
"Başını eğ" Başımı
eğiyorum. "Basamak" ayağımı kaldırıyorum. Sonunda durduk. Gözlerimi
açtılar. Bir yazıhanedeyim. Her yer lambri kaplıydı. "Müdür" yazan
bir kapının önünde dikiliyorduk. İçeriye birileri girip çıkıyordu. Sonunda beni
de içeriye soktular. Müdür T. masada oturuyordu, tam karşısında Uğur Dündar
duruyordu. Onu Bakırköy'den tanıyordum. Kapının yanında ayakta dikildim, ama
hiç halim yoktu, sırtımı duvara yaslamıştım.
Uğru bana döndü:"Geçmiş olsun Tarık"
Müdür mesafeli bir yakınlık göstermeye çalışıyordu.
"Nedir bu halin Tarık, perişan görünüyorsun?"
"Aşağısı bit ve pire kaynıyor, geldiğim günden beri ne sorgum yapıldı, ne bir şey."
Müdür;
"Oğlum biraz dayanıklı ol. Bak aşağıdaki i.n.lere, ne kadar dirençliler."
"İnsanlıkdışı
koşullarda yaşayıp etkilenmemek dayanıklılık ya da dirençlik sayılmaz ki.
Hepimizin yaşamları kısıtlandı. Körü körüne bir bekleyiş içindeyiz. Katlanmak
her geçen gün zorlaşıyor. İnsanca tepkiler vermekten vazgeçmeye dayanıklılık
diyorsanız, gerçekten de dayanıklı değilim öyleyse. Artık, nereye
gönderileceksem gitmek istiyorum; hapishane ya da her neresiyse."
Müdür;"Oğlum sana iyi davranıyorlar değil mi? Aşağıda sana sıcak yemek söyleyeyim, biraz beslen, kendine gel. Senin sinirlerin bozulmuş, böyle olmaz."
O sırada kapı açıldı. Bir polis,
"Müdürüm çözüldü, ötmeye başladı," dedi.
Müdür hemen yerinden kalkıp hızla dışarı çıktı.
Ben Uğur'la odada yalnız
kaldım. Yıllar sonra ilk kez karşılaşıyorduk. Aramızda bir dostluk, arkadaşlık
olmadığı gibi gençliğimizde yumruk yumruğa kavga etmişliğimiz bile vardı. Soğuk
bir hava ve yapmacık jestler aramızda dolandı.
"Tarık, benden
istediğin bir şey var mı?""Yok sağol."
"Ben TRT Genel Müdürü olacağım; nezaket ziyaretine geldim. Dışarıda herhangi birisine söylemek istediğin bir şey varsa yardımcı olabilirim."
"Yok, teşekkür ederim."
Sonraları;
ilgili ve bilgili çevrelerde iyi bilinen, 12 Eylül Faşist darbesinin lideri
Kenan Evren ve Uğur Dündar arasındaki iyi ilişkiler sürdü gitti, TRT Genel
Müdürü olamadı ama hep akıllarda kaldı, şüphesiz yukarıda yaptığım alıntı ile
herhangi bir şeyi tebarüz ettirmek istemiyorum, o gün gözlenen durumun mezkur
muhterem için "yürü ya kulum" sürecinin bir başlangıcımıdır
bilemeyeceğim ama bugünlerden bakınca birden bu okuduğumu hatırladım ve
paylaşayım dedim. Çünkü; 12 Eylül faşist darbesinin lideri Kenan Evren'in;
mezkur muhtereme gönderdiği bir mesajda; "Söyleyin bizim Uğur'a restoranlara,
fırınlara ve fırıncılara göz açtırmasın" direktifinin var olduğu iddiası
hala hafızalarda sımsıcaktır. O günlerin popüler programı "Arena" ise
şimdilerde "halk arenası" haline evrilmiştir, günün önemine binaen...
1 yorum:
Kalemine sağlık arkadaşım
Yorum Gönder