Cumartesi, Mayıs 21, 2016

ANNE KAFAMDA BİT VAR


Sinema sanatçısı Tarık Akan; 12 Eylül Faşist darbesi öncesinde Almanya'da yaptığı bir konuşmanın, dönemin iktidar gücünün kanatları altında beslenen, büyütülen, adı görüntüde gazetecilik, aslında da kuzu postunda kurt olmanın yüksek seviyeli icraatının, bugün ortalıkta hala bir şeymiş gibi dolanan Ilıcak ailesinin yönetimindeki o zamanki Tercüman gazetesinin, konuyu bugünkü benzerlerini hiçte aratmayacak şekilde çarpıtması neticesinde yurt dışından gelişinde havaalanında apar topar gözaltına alınır. Sanatçının; gözaltında tutulduğu sürece tanık olduğu işkenceleri, işkencecilerin ruh hali ve davranışları, tutukevlerinde rezaletin ve insanlık dışı tutumları anlattığı ve "anne kafamda bit var" adını koyduğu kitabını ilk yayınlandığı yıllarda okumuş idim. Bugünlerde ciddi manada muhalif görüntüsü veren, muhaliflerin sözcülüğüne soyunduğu iddiasını ortaya atan ancak aslında o günde, bugünde, tam anlamı ile aynı düşünen, davranan ve yaşayan, sadece popüler davranma uzmanlığı hiç eksilmeyen ve de bu yönünü istikbaline tahvil etme uzmanı olduğu asla ve kat'a tartışılamayacak olan Uğur Dündar ile ilgili bölümü anımsadım, ilk baskısını okuduğum kitabı kütüphanemde bulup, aşağıdaki bölümü kendisine yönelik hafıza tazeleme babında aktarıyorum. Sanatçının anı kitabı, son derece sade ve basit kaleme alınmış olup, çokta hafızalarda bir edebi değer olarak yer almayacak bir kitap olmakla beraber, insana değer veren ve insanı seven, zihni memleket meseleleri ile meşgul olan, etrafında olup bitenle ilgili olan, hülasa iyi bir vatandaş olma iddiasındaki iyi bir kişinin kitabıdır diye değerlendirilmelidir.

"Saat 10 dolaylarında ilk kez gördüğüm bir polis hücreye geldi:
"Hadi bakalım Tarık, gel!"
Elim ayağım kesildi. Midemden yola çıkan ılık bir yumru tüm bedenimi dolaştı. Yutkundum. Hüseyin'le göz göze geldik; bakışlarımızla vedalaştık.
Ayakkabılarımı giydim. Polis koluma girdi. A'nın kulübesinin yanındaki büyük demir kapının yanında yüzümü duvara çevirdi, gözlerimi bağladı. Demir kapı açıldı. Polis koluma girdi, yürüdük. Ara sıra, "Merdiven var"/ "Merdiven bitti" gibi şeyler söylüyordu.
Durmadan yürüdüm. Günlerce hiç hareket etmediğim için soluk soluğa kalmış,yorulmuştum. Yanımdan geçenlerle birkaç kez çarpıştık.
"Başını eğ" Başımı eğiyorum. "Basamak" ayağımı kaldırıyorum. Sonunda durduk. Gözlerimi açtılar. Bir yazıhanedeyim. Her yer lambri kaplıydı. "Müdür" yazan bir kapının önünde dikiliyorduk. İçeriye birileri girip çıkıyordu. Sonunda beni de içeriye soktular. Müdür T. masada oturuyordu, tam karşısında Uğur Dündar duruyordu. Onu Bakırköy'den tanıyordum. Kapının yanında ayakta dikildim, ama hiç halim yoktu, sırtımı duvara yaslamıştım.
Uğru bana döndü:
"Geçmiş olsun Tarık"
Müdür mesafeli bir yakınlık göstermeye çalışıyordu.
"Nedir bu halin Tarık, perişan görünüyorsun?"
"Aşağısı bit ve pire kaynıyor, geldiğim günden beri ne sorgum yapıldı, ne bir şey."
Müdür;
"Oğlum biraz dayanıklı ol. Bak aşağıdaki i.n.lere, ne kadar dirençliler."
"İnsanlıkdışı koşullarda yaşayıp etkilenmemek dayanıklılık ya da dirençlik sayılmaz ki. Hepimizin yaşamları kısıtlandı. Körü körüne bir bekleyiş içindeyiz. Katlanmak her geçen gün zorlaşıyor. İnsanca tepkiler vermekten vazgeçmeye dayanıklılık diyorsanız, gerçekten de dayanıklı değilim öyleyse. Artık, nereye gönderileceksem gitmek istiyorum; hapishane ya da her neresiyse."
Müdür;
"Oğlum sana iyi davranıyorlar değil mi? Aşağıda sana sıcak yemek söyleyeyim, biraz beslen, kendine gel. Senin sinirlerin bozulmuş, böyle olmaz."
O sırada kapı açıldı. Bir polis,
"Müdürüm çözüldü, ötmeye başladı," dedi.
Müdür hemen yerinden kalkıp hızla dışarı çıktı.
Ben Uğur'la odada yalnız kaldım. Yıllar sonra ilk kez karşılaşıyorduk. Aramızda bir dostluk, arkadaşlık olmadığı gibi gençliğimizde yumruk yumruğa kavga etmişliğimiz bile vardı. Soğuk bir hava ve yapmacık jestler aramızda dolandı.
"Tarık, benden istediğin bir şey var mı?"
"Yok sağol."
"Ben TRT Genel Müdürü olacağım; nezaket ziyaretine geldim. Dışarıda herhangi birisine söylemek istediğin bir şey varsa yardımcı olabilirim."
"Yok, teşekkür ederim."

Sonraları; ilgili ve bilgili çevrelerde iyi bilinen, 12 Eylül Faşist darbesinin lideri Kenan Evren ve Uğur Dündar arasındaki iyi ilişkiler sürdü gitti, TRT Genel Müdürü olamadı ama hep akıllarda kaldı, şüphesiz yukarıda yaptığım alıntı ile herhangi bir şeyi tebarüz ettirmek istemiyorum, o gün gözlenen durumun mezkur muhterem için "yürü ya kulum" sürecinin bir başlangıcımıdır bilemeyeceğim ama bugünlerden bakınca birden bu okuduğumu hatırladım ve paylaşayım dedim. Çünkü; 12 Eylül faşist darbesinin lideri Kenan Evren'in; mezkur muhtereme gönderdiği bir mesajda; "Söyleyin bizim Uğur'a restoranlara, fırınlara ve fırıncılara göz açtırmasın" direktifinin var olduğu iddiası hala hafızalarda sımsıcaktır. O günlerin popüler programı "Arena" ise şimdilerde "halk arenası" haline evrilmiştir, günün önemine binaen...

1 yorum:

abulubeyaz@yahoo.com dedi ki...

Kalemine sağlık arkadaşım